ARA SONUÇLAR

Yavuz Alogan

         Binlerce, belki de on binlerce yurttaşımızı hayattan koparan, ülkenin en kritik bölgesini enkaza dönüştüren deprem, kendisini devlet olarak örgütleyen iktidar partisinin halk için değil kendisi için var olduğunu, kendisine çalıştığını, iktidarını sürdürmekten başka kaygı taşımadığını bir kez daha ortaya koydu ve Saray’ın derin korkularını açığa vurdu. Fayın kırılması ülkenin bütün kırılganlıklarını artırdı.

        Ortaya çıkan manzara daha şimdiden Saray rejiminin iktidarsızlığını kanıtladı. Ülkenin bütün imkân ve kabiliyetlerini seferber edemedi; yardım etmek, bağış yapmak için çırpınan kurumların ve yurttaşların faaliyetine eşgüdüm sağlayamadı; AFAD’ın tek başına felaketin üstesinden gelemeyeceği anlaşılmışken, arpalığa dönüştürülen Kızılay ortalıkta görünmezken, kendi devletleşmiş partisinin damgasını ve logosunu taşımayan her türlü çabanın önünü kesmeye çalıştı.

Fuat Oktay’ın şu sözlerine bakınız: “Siz kimsiniz, ne olduğunuzu zannediyorsunuz? Seksen beş milyondan farklı biri misiniz? Devlet misiniz siz?”  Atanmış parti memuru devlet adına kibir gösterisi yaparak kargaşayı gözlerden saklamaya çalışıyor, taraftarları kışkırtıyor.

Yirmi yıldır kendisi için tutulan defterleri görmeyen Sayın Saray, “Günü geldiğinde tuttuğumuz defteri açacağız,” diyerek Hakikat’in peşine düşenleri tehdit ediyor. Bu sözlerden kendisinin çok büyük bir tepki beklediğini anlıyoruz. Kindarlıkla harmanlanmış aşırı korku ve panik insana büyük hatalar yaptırır.

        Askerî vesayeti kaldırıyoruz diye Türk Ordusu’nun halka dönük sistemlerinin nasıl bozulduğunu, yok edildiğini yurttaşlar hayatları pahasına öğrendiler. Ordunun imkân ve kabiliyetlerinin kışla içinde kuyruğa giren insanlara çorba pilav dağıtmaya indirgendiğini herkes gördü.

        1999 depreminden ders alınarak GATA bünyesinde kurulan, hekim ve hemşirelerden oluşan personeliyle birlikte bütün malzemeleri uçakla taşınabilen DAKİK isimli acil tıbbî yardım ekibini dağıttılar; Kara Kuvvetleri birliklerinin afet durumunda ne yapacaklarını planlayan, bir saat içinde kışladan çıkmalarını öngören DAFYAR (Doğal Afet Yardım) görevlerine son verdiler. Askeriyenin emir-komuta sistemini kendilerine bağladılar. Böylece “askerî vesayet”i önlemiş, “demokrasi”yi getirmiş oldular. Öyle mi? Ordu’yu halktan kopararak Saray’a bağlama girişiminin afet durumunda yarattığı ve yaratacağı sonuçları şu son felakette hayatımız pahasına gördük. Savaş koşullarında çok daha beterini görebiliriz.  

        Sayın Saray’ın, sahip olduğu diktatörlük imkân ve kabiliyetlerini test etmeye hazırlandığını, OHAL’in verdiği Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisini (md.4) bu amaçla kullanacağını anlıyoruz.

Eğer doğru anlıyorsak, bu deprem olayını “Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendirme girişiminden, AKP içindeki aklı selim unsurların da katkısıyla derhal vazgeçirilmesi gerekir.

        Ana muhalefet partisi CHP kafası karışık belediyelerini deprem bölgesinde kullanırken ayrı bir iktidar odağı gibi davranmaktan, “ikili iktidar” görüntüsü vermekten vazgeçmelidir. Bu davranışın gerektirdiği güce ne belediyelerde ne de kendi parti örgütlerinde sahiptir; bu yönde ısrar etmesi hâlinde seçimleri tehlikeye atacak, bir kez daha kaş yapayım derken göz çıkaracaktır. Öteki muhalefet partilerinin, mesela “Her kapıyı çalacağız” diyen İYİP’in tutumu bile, CHP başkanının uçuk ve acul tavrından çok daha tutarlıdır.   

        Bu depremin ülkemizin kaderini belirleyen etkileri olacak.

        Birincisi; halk arasında siyasî iktidarın bilinçli olarak yarattığı uzlaşmaz çelişkiler patlama noktasına çıkacak, iktidar partisi ile muhalefet partilerini sonuçsuz bir çatışmaya sürükleyecek.

        İkincisi; depremin ekonomiye bindireceği yük, mevcut buhranı, açlık ve yokluğu hiçbir dış yardımın, borçlanmanın, para transferinin telafi edemeyeceği ölçüde ağırlaştıracak.

        Üçüncüsü; hâli vakti yerinde olanlardan orta hallilere doğru bölge nüfusunun beklenen hızlı göçü, ardında demografik bir boşluk bırakacak. Özellikle nüfus yapısı zaten değişmekte olan Hatay-Samandağ ile Gaziantep-Kilis hattında faaliyet gösteren, ayrıca Idlib’ten gelebilecek vahşi İslamcı örgütler ile Amerikan işbirlikçisi PKK terör örgütü bölgede güçlenme imkânı edinecek.  Nüfusu boşalan ya da seyrekleşen yerlere yerleşerek buraları yönetme tecrübesi olan bu grupların faaliyeti çatışmalara yol açacak ve sıradan yurttaşların batıya doğru göçünü hızlandıracak.  Dışişleri Bakanı’nın “Durum siyasi değil, insanidir” diyerek Suriye sınırında iki kapıyı açma girişimi ve dışarıdan Suriyeli depremzedelere gönderilecek yardıma “kolaylaştırıcılık” teklifi kaygı vericidir. Dışarıdan gelecek yardım malzemesinin İstanbul ve Ankara üzerinden doğruca Şam’daki merkezî hükümete aktarılması, sınır geçişlerinin ve sınırda her türlü yabancı yoğunluğunun önlenmesi gerekir.

        Dördüncüsü;  bölgede çalışan tarafsız gazeteciler yağma, hırsızlık, çocuk kaçırma ve organ mafyası gibi faaliyetleri yerinde saptamışlardır. Suçüstü yakalananlar için “vur emri” çıkarılmalı, bölgedeki başıboş göçmen ve kaçaklar toplanarak ya sınır dışı edilmeli ya da bölge dışına çıkarılmalı, bunlara yurttaşlık verilerek oy tabanını artırma girişimleri durdurulmalıdır. Hatay Cezaevi’nde çıkan isyan ve kanlı olaylar bölgedeki çatışma potansiyelinin bir göstergesidir.

        Beşincisi; emperyalizmin Türkiye için yakın zamanda hazırlamış olduğu bütün senaryolar yaşamakta olduğumuz felaket nedeniyle şu ya da bu ölçüde yürürlüğe konulacaktır.  Dış medyada Türkiye’nin “yeniden formatlanma” vaktinin geldiğine dair yazılar yer almaktadır. Herkes bizi seviyor, yardım etmek istiyor şeklindeki duygusal ahmaklığı bırakıp dikkat kesilmek, bölünmüş “iç cephe”yi birleştirerek güçlendirmek gerekir.

        Soru şudur: Mevcut hâliyle Saray yönetimi yukarıda belirtilen sorunları ve benzerlerini çözme niyetine ve çözecek kapasiteye sahip midir? Bu sorunun cevabı bir iki ay içinde belli olur. Veryansın, 10. 02. 2023