İSTEMEYİZ, EKSİK OLSUN!

Yavuz Alogan

        Restorasyon sözcüğü yenileme anlamına geliyor.

        Eskimiş yapıları yenilersiniz. Yaşlanıp yıprandığı için işlevini kaybetmeye başlayan bir yapının işlemeyen, bozulan bölümlerini aslına uygun biçimde onardığınızda, onu “restore” etmiş olursunuz.

        “Çaresizlik” ise bireyin çözümsüzlük duygusudur. Soruna olumlu bir çözüm bulamıyorsanız çaresiz kalırsınız. Olumlu bir çözüm yöntemi yoktur ya da vardır ama sizin o yöntemi uygulayacak gücünüz yoktur.

        Çaresiz kaldığınızda önünüze konulan çözümlerden birini kabul etmeniz istenir. Mesela şöyle denir: “Tıpış tıpış gideceksin, Ekmeleddin’e oy vereceksin.” Niye vereceğim? Çünkü başka çözüm yok.

        Saray’ın yirmi yıldır uyguladığı politikaları sürdürmekten ve sonuca ulaştırmaktan başka gayesi olmayan, dışarıdan dayatılan iktisadi ve idarî yapıyı restore etmeye hazırlanan Altılı Masa’nın başta laiklik olmak üzere Cumhuriyet’in bütün Kuruluş ilkelerine ters düşen söylemlerini, AKP’nin tamamlayamadığı ya da açıkça savunmaya cesaret edemediği programı sonuçlandırma kararlılığını görmezden geleceksiniz ve var olmayan “demokrasi” adına masanın propagandasına alet olacaksınız.

        Önüne Millî Anayasa görevini koyarak yola çıkanların, eski TBMM başkanları, eski genel başkanlar ve toplamda 100 milletvekiliyle gidip İmamoğlu’nun Haysiyet Duvarı’nı imzalamaları, “Siz Avrupa Konseyi’nde de demokrasiyi savundunuz” gibi sözler söylemeleri öğrenilmiş çaresizlik değilse nedir?

Öğrenilmiş çaresizlik zayıf kalan tepkiler sonuç vermeyince etkisiz kalanların, mevcudu değiştiremeyince ona rıza gösterenlerin, çözüm bulamayınca önlerine konulana razı olanların, kendi başarısızlığını, inisiyatifsizliğini görmek istemeyenlerin çaresizliğidir.

        26 Mart 2016 günü Ankara’da Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde toplanan Millî Anayasa Kurultayı’nda oybirliğiyle kabul edilen 11 Maddelik Sonuç Bildirgesi ne oldu? AKP ile MHP’nin kuracağı millî hükümetin merkezinde yer almaya karar veren Vatan Partisi’nin arşivine mi kaldırıldı?

        Bu kadar balık hafızalı, bu kadar deneysel, bu kadar ilkesiz, ayağına gelen her topa gelişine vurmayı politika zanneden bir siyasî toplum dünyanın hiçbir yerinde, tarihin hiçbir döneminde görülmemiştir.  Halk sınıflarından tamamen kopmuş, kendisinden ve çeşitli dış mihraklardan başka hiçbir şeyi temsil etmeyen, her türlü tarih bilincinden soyunmuş örgütsüz bir düzine parti kendi arasında seçimler yapıyor, anayasalar hazırlıyor, seyirlik gösterilere milyonlarca lira harcayarak milletin kaderini belirlemeye hazırlanıyor.

        Bu ülkede halk sınıflarına örgütlenme imkânı sağlayan, temel hak ve hürriyetleri getiren, kuvvetler ayrımını, seküler/kurumsal özerklik, bağımsız ve hür basın anlayışını yerleştiren 1961 Anayasası’nı savunan tek bir siyasetin bulunmayışına kimsenin hayret etmemesi kadar tuhaf bir şey olabilir mi?  Önceki anayasalar, 21-24-81 anayasaları uzun uzun tartışılırken, 61 Anayasası sanki tabu… Neden acaba? Halkın örgütlenmesine, toplumsal kalkınmaya, kültürel gelişmeye yol verdiği için olmasın!

        Tarikat ve cemaatlerin özgürlük alanını genişletmek, Anayasa’dan ilk dört maddeyi “Türk milleti” ifadesiyle birlikte çıkarmak, Avrupa’nın yerel yönetimler özerklik şartını PKK’nin “demokratik-tik özerklik” talebiyle aynı içerikte savunmak, 1921 Anayasası’nı “kapsayıcı,” ondan sonra gelen bütün anayasaları “dar kalıplı” bulmak, anadilde eğitimi anayasaya sokmak, başörtüsü “özgürlüğü”nü bir hak olarak yasalaştırmak, her türlü Cumhuriyet karşıtıyla helâlleşmek demokrasi ise, böyle demokrasi istemeyiz, eksik olsun!

        AKP’nin 2002 Seçim Bildirgesi’ndeki vaatlerini alın, üzerine Çözüm Süreci’nde hararetle savunulan, derin derin tartışılan, sonra seçmenin tepkisiyle vazgeçilen bütün görüş ve önerileri ekleyin, elde ettiğiniz toplamdan Devrim Kanunları’nı çıkarın; alın size Altılı Masa!

        Ekonomik kriz yüzünden değil, bölüşüm krizinin (hırsızlık, yolsuzluk, yandaşlara kaynak aktarma) yarattığı yoksulluk ve yoksunluk yüzünden bunalan, şaşkına dönen, geleceği kararan, açlık tehlikesiyle yüz yüze gelen halkın “tıpış tıpış” gidip kendilerine oy vereceğinden eminler.

        Verecekler de… Saray’ı gördüler, şimdi ötekileri deneyecekler…

Tamam, bu seferlik öyle olsun!

Ancak Saray’ın ekonomi politikasını uyguladığınızda, gericiliğe göz yumup bölücülüğe gaz verdiğinizde ve dış politikayı ABD’ye bağladığınızda, ortaya öyle bir bedel çıkacak ki o bedeli ödemek zorunda kalan sıradan insanlar günü geldiğinde topunuzun defterini dürecekler!

         Olanca çağrışımlarıyla “Yeter, söz milletindir!” sloganı bile Saray’ın özgüvenini, muhalefetin programının ve sloganlarının halk katına inmediğini, sahici bir demokrasi mücadelesi yaratamadığını gösteriyor. Bu sloganın aslında “Yeter, söz ümmetindir” anlamına geldiğini, son bir meydan okuma olduğunu hangi parti söyleyebilecek? Hiçbiri! Benimsedikleri siyasî konum tepki göstermelerine elverişli değil. Bir kez daha vesayet, darbe, tek şef diktatörlüğü gündeminin peşinden sürüklenecekler. Söyleyecekleri her şey Saray’a yarayacak, seçimleri kazansalar bile muhalefetteki AKP’yle başa çıkamayacaklar.

        Bundan sonra seçimler birbirini izleyecek. Ve her seçim yeni partilere, yükselen kitle hareketlerine, tabandan gelen bağımsız örgütlenmelere yol açacak. Halk bu partilerden soğuyacak ve onlara sırtını dönecek.  İktidar ve muhalefetten oluşan iki yüzüyle dışa bağımlı bu siyasî ortam mutlaka aşılacak. Veryansın, 20. 01. 2023