RUS KIŞI AVRUPA’YA YAYILIRKEN

Yavuz Alogan

Avrupa’yı ağ gibi saran enerji nakil hatları Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra inşa edildi. Yeltsin döneminde başlayan yağmacı özelleştirmeye son veren Putin, kısa süre içinde, özellikle iktidarını pekiştirdiği 2012’den sonra, Rusya’yı enerji ihracatında tekel konumuna getirmeye çalıştı. Avrupa’nın büyük bölümünü  ve komşu ülkeleri kapsayan neredeyse kusursuz bir enerji nakil sistemi kurdu ve 1990’lardan itibaren enerji talebi artan Asya piyasalarına açılma stratejisi geliştirdi.  

İlk kez 2003’te hazırlanan, son hâlini 2020’de alan  “Rus Enerji Stratejisi” başlıklı belgeyle Putin yönetimi, yeni boru hatları inşa ederek Avrupa ülkelerine enerji ihracatını üçüncü bir ülkeye gerek kalmadan sürdürmeyi; Ortaasya’daki petrol ve doğal gaz kaynaklarının  kendi denetimi dışında  alternatif boru hatlarıyla  dünya piyasalarına açılmasını önlemeyi; Gazprom’un Avrupa pazarındaki enerji dağıtım şirketlerini  ve / ya da yabancı doğal gaz üreticilerinin hisse senetlerini satın alarak ülkelerin doğal gaz politikalarını etkilemeyi hedefledi (ayrıntılar için bkz. Ç. Şahin, K. Nuriyev, TUDAD Ekim 2021,4/4, 49-76).

Aleksandr Dugin bu iktisadi altyapının jeopolitiğini anlatırken  Ortodoks haçını andıran bir ittifak ve nüfuz alanları politikası öneriyordu. Haçın yatay kolu Berlin’den Tokyo’ya uzanırken, dikey kolu Sibirya’dan  güneydeki Yunanistan, Türkiye, Suriye, Irak ve İran gibi “bölgesel devletler”e  uzanacaktı (Dugin, Rus Jeopoliği, Küre 2005, s. 191).

Apokaliptik (kıyametçi) Ortodoks Hıristiyan mistisizminin savunucusu, bugünkü Rusya’yı Kartaca’ya (Atlantik) karşı  “Üçüncü Roma” olarak tanımlayan Aleksandr Dugin bu ittifak sisteminde Çin’e yer vermiyor,  “Moskova-Pekin Mihveri sağlam değil, şartlıdır, tarihen tesadüfidir,” diyordu (agy, s. 345).

Hibrit savaş yöntemlerini temel alan  Gerasimov Doktrini yerine klasik işgal taktiğini benimseyen Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı konvansiyonel harbin tam bir çıkmaza girmesi, ittifak haçının Berlin ve Japonya kollarını kırdı; Ortodoks Yunanistan’ın ABD tarafından neredeyse işgal edilmesiyle birlikte güneyde Türkiye, Suriye ve İran’ın önemi arttı; Çin’le Batı’ya karşı politik, ekonomik, kısmen de askerî işbirliğinin şartları oluştu.

Tam bu noktada Rusya 31 sayfalık bir “insanî politika” (humanitarian policy) metni oluşturdu. Putin’in iki gün önce onayladığı bu metinde “Rus dünyası” kavramı sanırım ilk kez resmî olarak dile getirildi.  Metinde, Rusya “Rus dünyasının geleneklerini ve ideallerini korumalı, sürdürmeli ve ilerletmelidir,” deniyor (Reuters, 05. 09. 22). Henüz tamamı  tercüme edilmeyen dokümana ilişkin yabancı haber ajanslarının yaptığı alıntılardan “Rus dünyası” kavramının  biri dar, diğeri geniş olmak üzere iki anlamda kullanıldığını anlıyoruz.

Dar anlamda   Rusya’nın 2008’de bağımsızlaştırdığı Abhazya, Osetya ile Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetleri kastediliyor. Geniş anlamda Rus dünyasının ise Batı Slavlarını (Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya),  Doğu Slavlarını (Rusya, Belarus, Ukrayna), Güney Slavlarını (Hırvatistan, Bosna ve Hersek, Sırbistan, Bulgaristan, Kuzey Makedonya, Karadağ, Slovenya) kapsadığı anlaşılıyor.

1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte bağımsızlığını ilan eden ülkelerde, yaklaşık 25 milyon etnik Rus yaşıyor. Yapısı ve Ortodoks Rus Çarlığı benzeri bir emperyal devlete dönüşme arzusu dikkate alındığında, Putin oligarşisinin  bu etnik Rusları göç ve fetih yoluyla birleştirmek istemesi doğaldır.

1930’ların dünyasında Almanya, Versay Antlaşması’yla kendisini başka ülkelerin sınırları içinde bulan milyonlarca Germen’i birleştirmek istemiş ve  panzer birlikleri Polonya sınırını geçinceye kadar (1939)  İngiltere bu isteği meşru kabul etmiş, Fransa ise çaresiz kalmıştı.  O dönemdeki dağılmış Germenler’in aksine günümüzde etnik Rusların anavatanla birleşme ya da işgal yoluyla entegre olma arzusu duyduklarını gösteren bir belirti yok. Mesela Letonya’da nüfusun % 40’ının anadili olan Rusça’yı yasaklamak için  çokdilliliğe karşı yürütülen kampanya “Rus dünyası”nda büyük bir tepkiye yol açmadı. “Rus dünyası” isteğini Belarus dışında meşru kabul eden bir devlet de yok. Kaldı ki Rusya savaş kaybederek, galip devletlerin dayatmasıyla değil “Belovej Antlaşması”yla (1991), kendi insiyatifiyle dağılma kararı aldı ve eski  Sovyet Bloku BM nezdinde kabul gören  egemen devletlere bölündü.

Rusya’nın 1991 öncesi ileriden savunma hatlarını yeniden kurmak, “süper güç” statüsünü yeniden kazanmak, bunu da yeni bir  “Rus dünyası”  oluşturarak, etnik Rusları birleştirerek yapmak istediği anlaşılıyor. İttifak siyasetinin tek kıstası NATO ve ABD karşıtlığıdır. Mesela Türkiye’nin denge politikası sürdükçe bizim  şeriat kanunlarıyla yönetilmemiz, hatta burada hilafetin ilanı bile Rusya’yı zerre kadar etkilemez, hatta işine gelir.

Rusya’nın “insanî politika”sı sürekli savaş demektir.

Ukrayna Savaşı şu ana kadar Rusya’nın bu savaşı sürdürmek için elinde enerji silahı ve geliştirmeye çalıştığı kıtalararası ağır termonükleer füzeler (RS-28 Sarmat  gibi) dışında bir imkân olmadığını ortaya koydu.

Putin’in geçen çarşamba günü (07.09. 22) Vladivostok Ekonomi Forumu’nda yaptığı konuşma bu iki koza bir üçüncüsünün, yapay bir tahıl kıtlığı yaratma imkânının eklenebileceğini gösterdi. Putin, konuşmasında, “Ara durak olan Türkiye’yi saymazsak Ukrayna’dan ihraç edilen tahılın neredeyse tamamı düşük gelirli ülkelere değil, Avrupa Birliği’ne sevk ediliyor” dedikten sonra, ürünlerin varış noktalarını sınırlamayı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile görüşeceğini söyledi. Şanghay İşbirliği Örgütü’nün önümüzdeki hafta Özbekistan’da yapacağı zirvede bu konunun da ele alınacağı anlaşılıyor (Bloomberg, 07. 09.22).

Moskova, Napoleon ve Hitler ordularını perişan eden General Kış’ı, kısmî açlığı da yanına ekleyerek Avrupa’nın üzerine salmaya hazırlanıyor.

Bu hamlenin ABD’nin tek kutuplu dünya siyasetine entegre olarak inanılmaz bir ahmaklıkla Dostoyevski’den Anna Netrebko’ya kadar Rus düşmanlığını körükleyen Avrupalı liderleri büyük isyanlar ve kitle hareketleriyle bunaltacağı açıktır.

Daha şimdiden Almanya, Fransa, İtalya, İspanya, Hollanda, Belçika ve Çek Cumhuriyeti’nde akaryakıt,  gıda ve yem fiyatlarındaki artışı protesto eden yüz binlerce insan sokaklara döküldü. Stuttgard’ta Tarım Bakanlığı traktörlerle kuşatılırken, Belçika’da çiftçiler Belediye binasını bastılar; İtalya ve İskoçya’da halk sokaklarda toplanarak elektrik faturalarını yakmaya, Çekler AB politikalarını protesto eden mitingler yapmaya başladılar. İngiltere’de göstericiler “Refahı değil savaşı kesin!” diye slogan attılar. İngiltere ve Fransa’da sendikalar greve çıkmaya hazırlanıyor.

Bu hareketlerle birlikte dünya halklarının neoliberal iktisat politikalarına karşı  refah devleti arayışı, NATO, Rusya ve Çin’in niyetlerinden bağımsız olarak yeni  ve çok daha zorlayıcı bir evreye ulaşacaktır.

Putin, “Tüketicilerin talebini paylaşıyoruz,” dedi.  Ambargo kesildiği anda Kuzey Akım 2’nin faaliyete geçebileceğini söyledi. Tehdit etmekten de geri durmadı: “Eğer sözleşmelerimize ve çıkarlarımıza aykırı olursa petrol, doğal gaz veya kömür, hiçbir şey göndermeyiz. Batı bize şartlarını dikte edebilecek konumda değil, mantıklı düşünsünler” (AA. 07. 09. 22).

AB ülkelerini yönetenler ve yönetecek olanlar kitle hareketinin gösterdiği ölüm karşısında sıtmaya razı olarak orta vadede NATO stratejisinden vazgeçebilir, uçuk kaçık Ortodoks İmparatorluk kurma niyetlerinden vazgeçmiş bir Putin sonrası Rusya’yla birlikte, Çin’in de rızasıyla, yeni bir uluslararası düzenin yolunu açmak zorunda kalabilirler. En iyimser senaryo budur. Veryansın, 09. 09.2022