RÜŞVET, YOLSUZLUK VE HER TÜRLÜ REZALET!

Yavuz Alogan

        Eski Organize Suçlar Şube Müdürü Dr. Adil Serdar Saçan, bir keresinde mealen, “Eğer bir yerde sürekli hırsızlık oluyorsa, oradaki karakolun emniyet amiri hırsızlığa ortaktır,” demişti.  Bu sözün kapsamını genişletirsek devletin her basamağına bir suç örgütünün denk düştüğünü pekâlâ düşünebiliriz

        Karakol amirinin yerine devlet başkanını koyun. Çekirdeksiz kurum üzüm fiyatına bile hâkim olan başkanın SPK çevresinde dönen dolapları; iş adamından haraç toplayan, küçük yatırımcıyı söğüşleyen, burnunun dibinde sırıtarak fotoğraf veren adamların yaptığı işleri Sedat Peker kardeşimizin ifşaatından öğrenmiş olması mümkün mü?  

        Sedat Peker’in açıklamalarından parti devletinin kendi adamlarının yolsuzluğunu bile denetleyemediğini anlıyoruz. İpin ucu kaçmış. Yolsuzluk, rüşvet ve rezalet, bir zamanlar Turgut Özal’ın “Benim memurum işini bilir” sözünün ima ettiği boyutları aşarak,  çılgın bir açgözlülüğe, hoyrat bir yağmacılığa varmış.

Koskoca devlet başkanısın, elindeki yetkiler sonsuz. İnsan gestapo benzeri bir örgüt kurup yolsuzluğu daha denetimli, güvenli ve kendisi için daha faydalı hâle getirmez mi? Bunu bile yapamıyor. “Diktatör” sıfatı çok bol geliyor bence. Kendi teşkilatını denetleyemeyen, para kaçağını kontrol edemeyen, manosunu adil ve tatminkâr biçimde dağıtamayan bir mafya reisinin bile otoritesinden şüphe etmek gerekir.

        Sultanî üzümün ve fındığın fiyatını belirleyen bir devlet başkanının SPK’nın rüşvet tarifesini  istikrarlı bir düzeyde tutamaması  zaaf belirtisidir.  Rüşvetin tarifesi bir teamül olarak yüzde 3-4 kadarmış fakat daha geçenlerde bir SPK başkan yardımcısı yüzde 8 rüşvet istemiş (Cumhuriyet, 03. 06. 22). Rüşvetin tarifesi var! Açgözlülük yüzünden rüşvet oranı sürekli yukarı çekiliyor. Diktatörsen önce rüşvetin taban ve tavan fiyatını belirleyeceksin. Buna gücün yetmiyorsa hiçbir şeye gücün yetmez!

        Parti devletine isyan eden bağımsız  Reis Sedat Peker kardeşimizin açıklamalarından, denetimsiz aşırı iktidarın şehvet duygularını da coşturduğunu anlıyoruz. FETÖ’nün başlattığı gizli kamera yönteminin günümüzde çığırından çıkarak işlevini sürdürdüğü anlaşılıyor. Önemli şahsiyetlerin ikrama mazhar oldukları lüks mekânlarda kendi cinsel tercihlerine göre münasebet-i cismâniye husule getirirken çekilmiş görüntülerinin her türlü kanunsuz işte şantaj imkânı sağladığı anlaşılıyor.

        Liderin karizmasıyla örtülemeyecek kadar muazzam bir çöplüğün içindeyiz. Mafyalaşmış devletin çevresinde toplanan çeşitli mafya kümelerinin  yaptığı pazarlık ve alışverişin seyrine göre  parti devletinin işleyişi ve ortaklık ilişkileri seçimlere doğru  en müstehcen hâliyle gözler önüne serilebilir.

        Bütün bunları tek bir kişinin karizmasıyla gözlerden saklamak  artık çok zor. Kaldı ki karizmanın kendisi de sorunlu.  Bir asır önce Max Weber bu karizma işiyle çok uğraşmıştır. Karizmatik liderin çevresinde toplanan, varlığını ve servetini ona borçlu olan fırsatçı ve becerikli adamların sistemde kırılganlık ve istikrarsızlık yarattığını saptamıştır.  Weber’e göre karizmaya dayanan bir sistem rutinleştirilemez ve “sıradan insanın zihin dünyasında dramatik bir değişikliğe yol açar.” Başka deyişle devlet güce tapan sorumsuz ahlaksızların elinde yozlaşır. Sıradan yurttaş “çalıyorlar ama çalışıyorlar” demeye başlar. Bizdeki dramatik zihin değişikliği budur.

Weber’e göre geleneksel otorite, yapısı gereği muhafazakârdır ve “akılcı-yasal sistem”e bağlıdır. Karizmatik lider ise akılcı olmadığı için yasal sisteme yönelik bir tehdit oluşturur.  Bu durum lider hayatta kaldığı sürece devam eder ve nihayet yerini geleneksel ya da “akılcı-otoriter” bir sisteme bırakır.

Weber pek çok öngörüsünde yanılmıştır. Mesela sanayi kapitalizmi geliştikçe örgütlü dinin sönümleneceğini iddia etmiştir.  Fakat şu sıralarda Türkiye’de yaşasaydı, mevcut karizmatik lider yönetiminin geleneksel/akılcı-otoriter sisteme dönüşemeyeceğini  anlardı sanıyorum. Mevcut Reis’in geleneksel yapıyı dağıtarak kurduğu aşırı merkezi yapıyı Ekmeleddin ya da Abdullah Gül benzeri bir restoratörün devralacağını, tam bağımlılık koşullarında sistemin aşırılıklarını denetim altına alarak fakat devr-i sabık yaratmadan yola devam edeceğini herhalde fark ederdi.  Seçimlerin sistemin yapısını ve işleyişini fazla değiştirmeyeceğini anlıyoruz.

Siyasî yapı sahici bir alternatifi temsil edebilecek bir muhalefetin oluşmasını engelleyecek şekilde kurulduğu için, mevcut dengeleri ancak toplumu sarsacak dip dalgalarının bozabileceği, ancak kitlesel  bir devrimin bir Kurucu İrade yaratarak  şu yirmi yıllık dönemi sona erdirebileceği anlaşılıyor. Aksi hâlde mevcut sistem dışarıdan dayatılan ve denetlenen kurallarla sürüp gidecektir.

Bu sistemin rüşvet, yolsuzluk ve her türlü rezalet üretmesi anlaşılabilir ve doğaldır.  Tuhaf ve komik olan ise muhalefetin bunları soruşturacak bir Cumhuriyet Savcısı aramasıdır. Aradıkları savcıyı asla bulamayacaklar.

Abdullah Gül, cumhurbaşkanlığı sırasında “Cesur bir savcı arıyorum” dediğinde Zekeriya Öz oracıkta hazır bekliyordu. Devlet ona zırhlı otomobil verdi, adamı övgülere boğdular, heykelini dikmeye kalkıştılar.  Son perdede “cesur savcı”yı güvenlik kamerasının açısından gördük. Göbeğini hoplatarak, tekerlekli valizini peşi sıra çekerek Gürcistan sınırından ülkeyi terk ediyor, herkes ona bakıyor merak ediyordu. Görevini tamamlamıştı.

Savcı denilen devlet aygıtı 5235 sayılı yasaya göre başsavcının kâtibi olmuş. Başsavcı herhangi bir dosyayı Saray’ın  beğenmediği savcıdan alıp beğendiği savcıya verebiliyor. Kolluk, yani jandarma ve polis, İçişleri Bakanı onay vermezse savcıya itaat etmiyor. Savcının her kararı başsavcının onayını gerektiriyor. HSK istediği  savcıyı görevden alabiliyor, sürebiliyor. HSK’nın başkanı Adalet Bakanı, bir üyesi bakanın yardımcısı; diğer üyeleri ise meclis çoğunluğu ve Cumhurbaşkanı seçiyor.

Bu sistemi 17-25 Aralık’tan sonra kendi güvenliklerini sağlamak için kurdular, 15 Temmuz’dan sonra güçlendirdiler. O zaman  “Bir kamyoneti dolarla doldurduk babacığım, ötekine de kürekle avro yüklüyoruz” gibi sözler, para sayma makineleri, para dolu ayakkabı kutuları  savcıları harekete geçirdi mi?  Şimdi Sedat Peker “Adam 180 milyon dolarını  Bahçelievler’deki villasında, Halkalı’daki iki dairesinde saklıyor” diyerek  savcılara adres veriyor. Tık yok…

Komik olmayalım.

Cumhuriyet’in savcısı yok artık, Saray’ın savcıları var.

Atatürk’ün hukuk reformu yapmakla görevlendirdiği Mahmut Esat Bozkurt’a (1892-1943) sormuşlar: Neden Cumhuriyet Valisi, Cumhuriyet Vekili, Müsteşarı değil de Cumhuriyet Savcısı diyorsun? Bu ayrıcalık nereden geliyor?

“Öyle zaman olur ki,” demiş Mahmut Esat Bozkurt, “Cumhuriyeti korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen bile hesap sormak gerekebilir. İşte o hesabı soracak kişi Cumhuriyet Savcısı’dır.” Yargı bağımsızlığının en özlü ifadesidir.

Günümüzde Cumhuriyet’i kuranların en ağır kâbuslarını yaşıyoruz; en büyük korkularının hepsi gündelik hayatın birer gerçeği olmuş.

Sonbaharın şu ilk günlerinde herkese sistemi görecek göz, topyekûn değiştirilmedikçe bu sistemin yeni yüzler ve sahte umutlarla sürdürüleceğini idrak etme feraseti (anlayışı, sezgisi) diliyorum. Veryansın, 04.09.2022