İYİ UYKULAR TÜRKİYE

Yavuz Alogan

         Düşük yoğunluklu ideolojik hegemonya sonsuza kadar sürmez; bir evrede mutlaka siyasî hegemonyaya dönüşür.

         İdeolojik hegemonyanın düşük yoğunluklu olmasının sebebi, hegemonik gücün başta anayasa olmak üzere bütün yasaları mutlak iktidarını kuracak şekilde yeniden yazamamış olmasıdır.

         Eski rejimin yasaları yürürlüktedir.

Fakat Devlet’i ele geçiren ve her türlü yasal denetim imkânını ortadan kaldıran siyasî iktidar, başta anayasa olmak üzere bütün yasaların sürekli biçimde ihlal edilmesini görmezden gelmekte, hatta elinde topladığı yürütme gücünü kullanarak onları bizzat ihlâl etmektedir.

         Siyasî iktidar, Anayasa Yargısı’nı (Anayasa Mahkemesi), Adlî Yargı’yı (Yargıtay), İdarî Yargı’yı  (Danıştay), Uyuşmazlık Yargısı’nı (Uyuşmazlık Mahkemesi) ve Seçim Yargısı’nı (Yüksek Seçim Kurulu)  denetim altına alıp,  bu kurumların yönetim kademelerini ideolojik olarak kendisine bağlı kadro ve militanlarla doldurduğu zaman, başta anayasa olmak üzere eski rejimin yasaları  etkisini ve gücünü kaybeder.

         Bu durumda, Anayasa’da yazılı olan laiklik ilkesini herkes ihlâl edebilir, isteyen hilafeti savunabilir ya da insanların hayat tarzına müdahale etme hakkını kendinde bulabilir.

Medenî Kanun yürürlüktedir fakat toplumun bir kesiminde alenen şeriat hukuku uygulanmaktadır. Başta Diyanet olmak üzere bütün dinî kurumlar kendi cemaatlerine ve ümmet olarak gördükleri topluma hitap eden fetvalarla sosyal hayatı aileden başlayarak düzenlemektedir. Ticaret Kanunu da yürürlüktedir fakat iktisadî hayatın içine   İslam fıkhında yer alan, yasa hükmünde kesin kurallar (“nasslar”)  girmiştir. Eski rejimin Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu da yürürlüktedir fakat iktidar bloku gözdağı vermek ya da intikam almak için kendi savcılarına dilediği gibi iddianame yazdırarak 80 yaşındaki generali cezaevine koyabilmekte, isnat edilen suçları işlediğine dair tek bir somut delil gösterilemeyen adamı dört yıl tutuklu olarak tutabilmektedir.

Ve bu tuhaf durum ne siyasî parti yönetimlerinin, ne bürokrasinin ne de birkaç istisna dışında hukukçuların isyanına yol açmaktadır.

Peşinize Gestapo mu taktılar? Neden korkuyorsunuz?

Korkulacak bir şey yokken kimsenin sesini çıkarmaması ideolojik hegemonyanın göstergesidir.

         Demek ki hukuk, biri yazılı, diğeri fiili olmak üzere ikiye bölünmüştür. Siyasî iktidar bu fiili hukuku yazılı hukuka dönüştürdüğü anda mutlak hâkimiyetini sağlamış, topluma dayattığı ideolojik hegemonya siyasî hegemonyaya dönüşmüş olacaktır. Ondan sonrası çok zordur.   

Şu anda yaşadığımız bir geçiş evresidir. Yirmi yıl sürmüştür.

Geçiş sürecinin iki dönüm noktası, 2007 ve 2017 Anayasa referandumlarıdır. Birinci referandumda halka “Cumhurbaşkanı meclis tarafından değil halk tarafından seçilsin mi?” diye; ikinci referandumda ise “Parlamenter sistem kaldırılarak yürütme yetkisi partili cumhurbaşkanına verilsin mi?” diye sorulmuştur.  Referandum sürecinde başlatılan millî anayasa hareketi, içeriden bilinçli bir tutumla bölünerek felç edilmiş, böylece toplumun   aydınlanması önlenmiştir.

         Siyasî toplum bu referandumların muhtemel sonuçlarını öngörememiş ya da anlamazlıktan gelmiş, siyasî İslam’ın ideolojik hegemonyasına boyun eğmeye hazır olduğunu göstermiştir. En önde ana muhalefet partisi olmak üzere belli başlı bütün siyasî partilerin, başta laiklik ilkesi olmak üzere Cumhuriyet Devrimi’nin kazanımlarını savunmaktan özellikle kaçınmaları; seçmeni etkilemek için “yurttaşlık hakları” yerine “kul hakları”ndan söz etmeleri;  başta sendikalar olmak üzere kitle örgütlerini,  emekçi yurttaşın hak arama mücadelesini, örgütlü toplumu savunacak yerde “fakir-fukara-garip-guraba” edebiyatına katkıda bulunmaları; özetle, dinî referansları çağrıştıran sözlerle  Saray’ın jargonunu taklit etmeleri, ideolojik hegemonyanın bir diğer göstergesidir.

         Büyük Kalkışma 24 Temmuz 2020 günü Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla başlamıştır. Türk Aydınlanması’nın başlangıcı olan 24 Temmuz (1908, II. Meşrutiyet’in ilanı ve Kanun-ı Esâsi’nin yürürlüğe girmesi) gününe denk getirilen bu açılış töreniyle bütün dünyaya Cumhuriyet Devrimi’yle hesaplaşmanın tamamlandığı ilan edilmiş, namaz safında toplanan devlet ricâlinin karşısına elinde kılıçla çıkan Diyanet İşleri Başkanı Cumhuriyet’i kuranlara lanet okumuştur. Namazı ve hutbeyi müteakiben Genel Kurmay Başkanı, Nur Cemaati’nin lideriyle caminin içinde fotoğraf çektirmiş, böylece Mahmut Şevket Paşa ile Derviş Vahdeti yan yana duruyormuş gibi tuhaf bir manzara oluşmuştur.

         Siyasî toplum, bu “Büyük Kalkışma”yı olağan karşılamış, tarih bilincinden tamamen yoksun siyaset esnafı, kamuoyu yoklamalarına gönderme yaparak, Ayasofya’nın ibadete açılmasının AKP’nin oy oranında bir artışa yol açmadığını söylemiş, böylece yüreklere su serpmiştir!

Siyasîler bu “Büyük Kalkışma”yı anlamamışlar, anladılarsa da içlerine sindirebilmişler, hatta “yanlış anlaşılma” korkusuyla ona kıyısından köşesinden iştirak etmişlerdir.

         İddia edildiği gibi taç giyen baş akıllanmış mıdır?

Güçlü ideolojik yönelimleri olmayan, kendi ülkesinin tarihine, yazılı hukukuna saygılı, halkına merhametli ortalama bir baş, taç giyince elbette akıllanır.  Fakat yüz yıllık tarihle hesaplaşarak ideolojik hegemonya kurmaya, ülkenin saatini geriye doğru çalıştırmaya kararlı, her adımında bir sonraki adımını gizleyen biri, aklını farklı biçimde kullanacaktır. Bu durumda baş ile taç bütünleşir, birbirinden ayrılamaz. İç ve dış konjonktürü elverişli bulduğu anda kendi iktidarı için tehlikeli gördüğü başları kesip atacaktır.

           Bütün kazanımlarıyla birlikte Cumhuriyet Aydınlanması’nın işi bir seçime ve bir referanduma kalmıştır. O zamana kadar iyi uykular Türkiye, tatlı rüyalar!  Veryansın,  21. 01. 2022