Yavuz Alogan
Dünya ülkelerinin emperyalist güçlerin çevresinde toplanarak kutuplaştıkları; vatanseverliğin faşizmden, yurtseverliğin ırkçılıktan, dinî duyguların milliyetçilikten giderek ayırt edilemediği; tam da Samuel Huntington’ın öngördüğü gibi, uygarlıkların açıktan ya da örtülü olarak birbiriyle savaştığı, artık bütünüyle kapitalizmin hükmettiği bir dünyada Trump fenomenini tartışıyoruz.
İnsanlık onu St John Kilisesi’nin önünde elinde İncil ayakta dikilirken hatırlayacak. Amerikan sistemini protesto eden göstericilere meydan okuyor, “Dönüşümüz uzun sürmeyecek” sözleriyle Beyaz Saray’ın önünde toplanan “Black Lives Matter” (Siyahların Hayatı Önemlidir) hareketini tehdit ediyor.
Reformasyon’a açılan Rönesans çağının habercisi Thomas Aquinas’ın 13. yüzyılda söylediği “Timeo Hominem Unius Libri” (tek kitaplı insandan sakınırım) sözünün doğrulanmış, vücut bulmuş, en tehlikeli hâli. Siyahları haça bağlayıp ateşe veren Ku-Klux-Klan örgütünün anakronik (zamanını şaşırmış) temsilcisi; Evangelist/Siyonist tarikatların, ırkçılığın sözcüsü; bütün Afro-Amerikalıların, göçmenlerin, her türlü solcunun, sosyalistin amansız düşmanı; cahil Yankee’nin “eggheads” (yumurta kafalılar) dediği Amerikalı entelektüellerin, Amerikan liberterlerinin (Emerson, Whitman, Thoreau), Sacco ile Vanzetti’nin, Rosenberg çiftinin, Vietnam Savaşı’na karşı çıkan 68 kuşağının, şarkıcı Joan Baez’ın, yazar John Steinbeck’in, John Dos Passos’un, Upton Sinclair’in, Ernest Hemingway’in, William Faulkner’ın, hatta Norman Mailer ile J. D. Salinger’in, besteci George Gerswin’in, F. Ford Coppola- Sergio Leone- Martin Scorsesse üçlüsünün anlattığı görsel Amerikan tarihinin, özetle geniş bir kültür kuşağının anti-tezi; WASP’ın (Beyaz-Anglo Sakson-Protestan) dibindeki en yozlaşmış ayak takımının lideri; dedesi genelev işletmecisi, babası inşaat müteahhidi, kendisi otel inşaatçısı ve eğlence sektörünün playboy’u olan bu cahil ve dengesiz fenomen ancak vampir filmlerinde rastlanan tuhaf görünüşlü aile fertleriyle birlikte ABD tarihinde bir arıza olarak ortaya çıktı, Amerikan toplumundaki bütün eşitsizlikleri, dengesizlikleri ve kültürel bunalımı açığa çıkararak siyaset meydanından ayrıldı. Tek faydası ABD’nin gerçek yüzünü dünyaya göstermek oldu. Amerikan siyasî toplumunun ne kadar kırılgan, siyasî sisteminin nasıl da çürümüş olduğunu kanıtladı, başkanlık süresini bir rezaletle noktalayarak sahneyi şuursuz bir zavallı olarak terk etti.
Lideri gibi göründüğü Cumhuriyetçi partinin, hatta Evangelist/Yahudi âleminin bile desteğini kaybeden Donald Trump, sistem tarafından yok edilmediği taktirde, bundan sonraki siyasî kariyerini ancak Proud Boys (Gururlu Çocuklar) denilen ırkçı katiller çetesinin ve dünyayı şeytana tapanların yönettiğine inanan Q’anon tarikatının lideri olarak sürdürebilecektir. Bu arada Avrupa’daki ırkçı faşist çetelerin de Trump’a sempati duyduklarını kaydedelim.
Kongre’yi basan güruh Trump’ın gerçek kitlesini temsil ediyor. Dev bir haç taşıyorlar, pankartların birinde Braveheart (cesur yürek) Trump, Karl Marx’ın kanlı kesik başını saçlarından tutmuş sallıyor. Boynuzlu, kürklü bazı karnaval soytarılarının elinde ırkçılığın, kölelik düzeninin işareti olan, Trump’ın “Güney’in gurur sembolü” dediği Konfederasyon bayrağı dalgalanıyor… Haziran Ayaklanması sırasında Kabataş’ta “türbanlı bacımızın üzerine işeyen” bandanalı, eldivenli, meşin ceketli zincirli hayali grup Capitol Hill’de gerçeklik kazanmış gibi eğlenceli bir manzara!
Mayası linç kültürüyle yoğurulmuş bu yağmacı katil sürüsünü Lincoln’lerin Washington’ların takipçisi, “temiz kalpli Amerikan Kovboyları” gibi sunan ve bunların devrim yapacaklarını iddia eden lunatik, öforik ve neşeli insanlar bile çıktı. Oysa içinden geçmekte olduğumuz şu kritik dönemde aklımıza mukayyet olmak, keçileri kaçırmamak gibi tarihî bir mecburiyetimiz var. Soğuk Savaş ve iki kutuplu dünya mantığından kurtulamayan, üstelik yakından tanıdığım bazı insanların, eski tabirle “melekât-ı akliyesinde (zihinsel yetilerinde) bariz bir teşevvüş (karışıklık)” görmek beni gerçekten üzüyor.
Bu “teşevvüş” sözcüğü de çok enteresandır bu arada; “meneviş,” “menevişlenme” (hareli, yanar döner olma) kavramlarıyla ses benzerliği olmakla birlikte, esas olarak “müşevveş” (karman çorman) sözcüğünden türemiştir. Neyse…
Bakın ben size bir şey söyleyeyim: toplumun ve taraftarlarınızın cehaletine güvenerek işkembeden ortaya attığınız palavralar karşısında insanlar ağızlarıyla gülüyorlarsa, mesele yok demektir. Siz de gülersiniz, herkes neşelenir. Fakat sizi ciddî bir yüz ifadesiyle dinliyor, söylediklerinizi önemsiyormuş gibi yapıyor fakat başka yerlerinden, mesela kıçlarından gülüyorlarsa, durumunuz sadece elim değil aynı zamanda vahim demektir. Herkese akıl fikir, güçlü bellek, biraz vicdan azabı ve zihin açıklığı diliyorum. Pusulayı kaybedenler için çok zor zamanlar…
Neyse, konuyu dağıtmayalım.
Amerika’yı anlamak için her şeyden önce Amerikalı tarihçi ve yurttaşlık hakları savunucusu Howard Zinn’in Amerika Birleşik Devletleri Halklarının Tarihi’ni (İmge Kitabevi Yayınları 2005, çev. Sevinç Sayan Özer) okumamız gerekir. Yayına hazırlarken hem Türkçesi hem de İngilizcesiyle boğuştuğum için bu kitabın her bölümünü hatırlarım. Olur olmaz zamanlarda aklıma gelir.
Kitabın 677. sayfasında Zinn, ister Cumhuriyetçi ister Demokrat olsun siyasî iktidarı elinde tutanların ortak noktalarına işaret eder. Her iki parti ve birbirini izleyen başkanlar yurttaşların öfkesini kendilerini koruyacak donanımları olmayan grupların üzerine yönelterek iktidarı ellerinde tutmaya çalışırlar. Ortak noktaları budur. Zinn, 1920’lerin siyaset ve kültür eleştirmeni Henry. L. Mencken’den şu alıntıyı yapar: “Siyasetin tek bir pratik amacı vardır, o da nüfusu, tamamı sanal olan bir seri gulyabani kullanarak sürekli tetikte tutmaktır” (agy). Ardından Zinn, gulyabanileri sayar: göçmenler, “sosyal yardım” parasıyla geçinenler; Irak, Kuzey Kore, Küba gibi devletler.
2010’da ölen Howard Zinn, kitabını 1980-1995’te (ikincisi genişletilmiş baskı) yayımladığına göre bu gulyabanilere rahatlıkla, İran, Çin ve Rusya’yı, yoksul ve şiddete yatkın siyah ve beyaz Amerikalı yoksulları katabiliriz. Zinn, sonuç olarak, “Dikkatleri onlara [gulyabanilere] çevirerek, onlardan gelecek tehlikeler yaratarak ya da bu tehlikeleri abartarak Amerikan sisteminin başarısızlıkları gizlenebilir” demektedir (s. 678). ABD Establishment’ının (kurulu düzen) iç ve dış politikasına yön veren düşünce ve yöntem budur. Sistem, başarısızlıklarını gizleyemeyecek duruma geldiğinde ki şimdi geliyor, kendisini restore edemeyecek ve çökene kadar daha büyük iç ve dış gulyabaniler arayıp bulacak ya da yaratacaktır.
Biden hükümetinin yeni gulyabaniler yaratma konusunda sıkıntı çekmeyeceğini belirtmek gereksiz. Eldekiler bile yeterli. Muhtemelen içeride anayasal kurumları güçlendirmeye, sosyal alanda makyaj niteliğinde reformlar yapmaya çalışacak; dışarıda, silahlanmaya ve vekâlet savaşlarına hız verecek, BOP projesini yenileyecek, NATO’yu özellikle güçlendirerek genişletmeyi sürdürecek, tarihin kaydettiği en vahşi emperyalist politikalarla, en sinsi operasyonlarla yeniden küresel hegemonya kurmaya, en azından Çin’in yayılmasını dengelemeye çalışacaktır. Çin’in bileğini bükemediği taktirde onunla birlikte yeni bir kapitalist dünya düzeni arayışına girecek, iki ülke de kapitalist olduğu için bu arayış zor olmayacaktır.
Tıpkı dünyanın ezberini bozan Kissinger-Çu En-lay, ardından Mao Zedung-Nixon anlaşması (1972) gibi bir süreç de başlayabilir. Bu süreçte Rusya küçülebilir, Çin genişleyebilir, Hindistan bölünebilir, İran’daki molla rejiminin sonu gelebilir; Türkiye, Kuruluş ayarlarına dönemediği taktirde bu süreçten tek parça hâlinde çıkamayabilir; sayısız ittifak, ticari anlaşma, bölgesel ortaklık, stratejik yayılma kombinasyonu, pek çok bölgesel savaş olabilir. Hayal gücümüzü zorlayarak yazacağımız makul ya da uçuk kaçık bir senaryoyu kuvvetle savunmamız elbette mümkündür fakat bunu sürprizler çağına girdiğimizi unutmadan yaparsak daha temkinli ve ulusal çıkarlarımıza daha uygun bir politik tutum almış oluruz. Biz kâhin değiliz, geleceği görme iddiasıyla önce ateş edip sonra nişan alamayız. Her şey sürekli değişecektir.
Değişmeyecek olan tek gerçek şudur: bu kez yeni dünya düzeni Stalin-Roosevelt/Truman-Churchill gibi “büyükler” ya da Biden-Şi Cimping-Putin gibi büyük insanlığa söyleyecek sözü olmayan vasat adamlar tarafından kurulmayacak, giderek yoksullaşan dünya halklarının her bir ülkede verdikleri ve verecekleri sosyal adalet mücadelesinden, refah toplumu arayışından doğacaktır. Yakarsa dünyayı “büyükler” ve zenginler yakacak, sıradan yoksul insanlar ise onu kurtaracak ve yeniden kuracaklardır. Veryansın, 10. 01. 2021