Yavuz Alogan
Türkiye’de 1961-1980 arasında modern demokratik devlet anlayışına uygun bir anayasal rejim vardı. Başlangıçta iki meclisli bir yasama organı, bu organdan çıkan denetime açık bir yürütme gücü ve siyasetten uzak durmayı haysiyet meselesi olarak gören hukukçuların yönettiği yargı kurumundan oluşan sistem, her askerî müdahale ve darbede biraz fire vererek ve bozularak da olsa, Nisan 2017 referandumuyla getirilen başkanlık rejimine kadar varlığını sürdürdü.
Referandumdan önce, AKP anayasada yapmak istediği değişiklikleri savunurken, özellikle partili cumhurbaşkanına imkân verdiği için 1924 Anayasası’nı öne çıkardı.
Dönemin Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, 1924 Anayasası’nı en millî ve darbe sonrası hazırlanmayan tek anayasa olarak övüyor ve şöyle diyordu: “Keşke 1961 Anayasasını hazırlayanlar, o metni olduğu gibi alıp içindeki eksiklikleri tamamlasalardı” (08.04.2010, Hürriyet).
Aslında bu konu 27 Mayıs Devrimi’nden sonra da tartışıldı. O zaman yeni bir anayasaya gerek olmadığını söyleyen hukukçular 1924 Anayasası’nı Devrim Kanunları’nın anayasası olarak savundular. “Laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı” olan bir partinin 56 yıl sonra 1924 Anayasası’nı kendi emellerine uygun bulacağını rüyalarında görselerdi hayra yormazlardı. AKP gibi bir parti 1924 anayasasının benzeriyle ancak kendi karşıdevrimini tamamlamaya tam teşebbüs edebilirdi. Nitekim öyle oldu.
27 Mayıs Devrimi’nden hemen sonra kurulan Anayasa Komisyonu yeni anayasanın esaslarını bir rapor halinde Millî Birlik Komitesi’ne ve Türk halkına sundu. Komisyon Başkanı Ord. Prof, Sıddık Sami Onar; ve üyeler, Prof. Nail Kubalı, Prof. Naci Şensoy, Prof. Ragıp Sarıca, Ord. Prof. Hıfzı Velded Velidedeoğlu, Prof. Tarık Zafer Tunaya, Doç. İsmet Giritli’nin hazırladığı Rapor’un en önemli cümlesi şudur:
“Müstakbel Anayasanın hakiki hukuk Devleti fikrini gerçekleştirmesi insan şeref ve haysiyetini, fert hak ve hürriyetlerini olduğu kadar sosyal hakları da teminat altına alması, Devlet organlarını, sosyal müesseselerini kuran ve koruyan bir muvazene âmili [denge etkeni] olması, kanunların Anayasaya uygunluğunu sağlayacak müesseselere yer vermesi, bunun için de iktidarı teşkil eden bir Meclis çoğunluğunun meşru hak ve yetkilerini aşarak yarının iktidarı olabilecek bir Meclis azınlığını ezmemesi, demokrasinin en esaslı varlık şartı olan siyasî hayatı felce uğratamaması için gerekli bütün esasları ihtiva etmesi lazımdır” (Ak Devrim, Başbakanlık Devlet Basımevi 1960, s. 66).
O günün siyasî şartlarında CHP’nin altı okunu anayasanın içine sokamazlardı. “Millî Mücadele ruhunun, millet egemenliğinin, Atatürk Devrimlerine bağlılığın tam şuuruna sahip olarak” diye başlayan 1961 Anayasası, liberal ya da Amerikancı bir anayasa değildi. Bu anayasayla işçiler gerçek sendikaya, üniversiteler ve TRT gibi kurumlar sahici bir özerkliğe kavuştular. Esip gürleseler de siyasî iktidarlar dilediklerini yapamayacakları, kendi meşruiyet alanlarını bizzat yaratamayacakları denetim mekanizmalarıyla sınırlandırıldılar. Ülkede idarî ve kültürel bir rönesans yaşandı. Bu ülkede biraz devrimcilik, ciddiyet, yurtseverlik, vicdan, kültür kırıntısı kaldıysa, varlığını 1961 Anayasası’nın getirdiği “kısmî özgürlükler”e borçludur. Bize uymazmış! Bize ne uyar? Ümmetsever İhvan diktatörlüğü mü?
Askeri ve siviliyle siyasî toplum 1961 Anayasası’nı muhafaza ve müdafaa edemedi. 1971’de Nihat Erim’in sözleriyle “üzerine şal örtülen” Anayasa 1980 askerî cuntasıyla kaldırıldı.
Böylece ne oldu? Atlantikçilik, liberalizm, giderek neoliberalizm son sözü söylemiş oldu. Şimdi de Amerikancı iki partili Hacivat-Karagöz sistemi kuruluyor. İhtilalin Anayasa Komisyonu Raporu’nda sözü edilen sosyal haklar sağlam mı? Çoğunluğun azınlığı ezmediği parlamenter sistem var mı? Bağımsız yargı duruyor mu? Devlet’in muvazenesi (dengesi) yerinde mi? Kamuya ait ya da özerk bir kurum kaldı mı?
Türkiye’de iki ana akım vardır. Birincisi, İttihat ve Terakki’den başlayıp 1961 Anayasası’na; ikincisi, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’ndan başlayıp AKP Anayasası’na kadar uzanır. Şimdilik birinci akım kesintiye uğradığı 1980’lerde duraklamış gibi görünüyor; ikincisi ise sırtında AKP’yi taşıyarak freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağı gidiyor. Her toplum mecbur kaldığında kendi içinden bir kurucu irade çıkarıp yeni bir anayasa yapar. Aydınlık, 08. 03. 2019