Yavuz Alogan
Afganistan’dan gelen on iki tabut ve gelincik tarlasında koşarmış gibi tabutların arasında babalarını arayan çocukların görüntüsü, Türkiye’nin emperyalist çıkarlar uğruna yeni felaketlere doğru sürüklenmekte olduğunu düşündürmüş olmalı. Yaşlılar, Kore’de ölen 900 askeri hatırlamışlardır. Aslında halkın bilincinin derinliklerinde, Birinci Dünya Savaşı’nda Alman çıkarları uğruna uzak diyarlarda; Yemen’de, Sina çöllerinde, Kafkas cephesinde ölen askerlere ilişkin anılar vardır; ve bu ülkede, ABD’nin Büyük Ortadoğu’daki çıkarları uğruna ölümü göze alabilecek tek bir kişi bulmak neredeyse imkânsızdır. Ayrıca bizim halkımız Kürdüyle, Türküyle, Müslümanı ve ateistiyle Amerikalı’dan hoşlanmaz. Sakız çiğneyen, parmak arası terlikle dolaşan “Coni” tiplemesi bize çok yabancı gelir. 1960’lı yılların sonundan itibaren devrimci gençler onları gördükleri yerde marizlemişler, denize dökmüşlerdir. Bugünün devrimci gençleri de onları gördükleri yerde yakalayıp kafalarına çuval geçirmeye çalışıyorlar.
Conilerin de bizden hoşlandığı pek söylenemez. 1992’de yapılan “Kararlılık Gösterisi-92” (isme bakınız!) tatbikatı sırasında Saratoga uçak gemisi iki adet Sea-Sparrow füzesiyle Muavenet muhbirini taammüden vurmuş, 5 asker ölmüş, 18’i yaralanmıştır. Her türlü teknik adam, bunun bir “kaza” olamayacağını söylemiş, lakin şu anda Silivri ve Metris cezaevlerinin avlularında volta atan bugünün amiralleri, ne o sırada ne de daha sonra seslerini çıkarabilmişlerdir. Geçen hafta da Kıbrıs açıklarında ABD donanmasıyla ortak bir askeri tatbikat yapıldı. Muhtemelen Suriye’ye denizden saldırmak ya da Tartus limanındaki Rus askeri gemilerine bayrak göstermek için yapılan bu tatbikatın Türkiye tarafındaki deniz subaylarının ruh halini merak etmemek elde değil.
Afganistan’daki helikopter “kazası” da pekâlâ Muavenet muhribine yapılan saldırı türünden bir gözdağı olabilir. Türkiye ne zaman emperyalist bir girişime balıklama dalmakta duraksadıysa buna benzer bir olay olmuştur. Şimdi de F-tipi tamponun arkasında saf tutan bütün emperyalist devletler, Hükümet’i Suriye’ye doğru ittiriyorlar. Hükümet patinaj yapıyor, gitmek istemiyor ama kuvvetle ittiriyorlar. “Uluslararası kredi derecelendirme kurumu” Moody’s Türkiye’deki bankaları denetim altına aldı ve “kredi notunuzu kırarız,” demeye başladı. Ufak sermaye çıkışları oldu şimdilik; borsa biraz düştü, dolar biraz çıktı. Bu arada bir de helikopter düştü.
Sözüm hâşâ meclisten dışarı, lakin aklıma hep maymunlarla yapılan deneyler geliyor. Maymun labirentin içinde daha önce elektrik akımına tutulduğu ya da kafasından aşağı bir kova suyun boca edildiği yönlere değil, daha önce muz yediği yönlere sapar. Maymuncağız bu şekilde doğru yola sevk edilir. Buna şartlı “refleks” diyorlar. Rus bilim adamı Pavlov’un köpekler üzerinde yaptığı deneylerle geliştirilen bir yöntem… Bir de Burrhus F. Skinner’in aç farelerin manivelaya basarak yiyeceğe ulaşmalarını sağlayan deneyleri var ki burada anlatması uzun sürer. Soğuk Savaş’tan sonra emperyalizmin taşeronu olmaya hevesli ülkelere bu türden yöntemler uygulanıyor sanki. Buna “siyasi ve askeri şartlı refleks” diyebiliriz.
Butik ve Konfeksiyon
Aslına bakılırsa, Kürecik Üssü bir dönüm noktası oldu ve geri dönüş yolunu kapadı. Hükümet korku içinde. Rusya’nın tehditlerini izliyor ve İran’a düşecek ilk İsrail bombalarını bekliyor. Cephe gerisinde ve ilerleme hattında gerilla savaşı sürerken, komşu ülkenin topraklarında askeri harekât yapmak (veya tampon bölge kurmak veya “insani yardım koridoru” açmak) evrensel ve tarihsel düzeyde bütün orduların kâbusudur. Bu kâbus hükûmetin yeni “Kürt açılımı”nı da bir ölçüde izah etmektedir.
Soğuk Savaş döneminde NATO’nun hem askeri hem de siyasi bir mantığı vardı. Varşova Paktı’na karşı askeri bir tahkimat oluşturuyor ve yeni sosyalist devletlerin kurulmasını önlemeye çalışıyordu. Teşkilatın güneydoğu kanadını oluşturan Türkiye, SSCB’nin Kafkaslar’dan taarruz etmesi halinde direnerek ordusunu Toroslar’ın güneyine çekecek, Akdeniz’den takviye alarak ortak karşı-taarruza geçecekti vb.
Bugünün dünyasında bu türden stratejilere gerek yok. Varşova Paktı dağılalı çok oldu. Son iktisadi krizle birlikte ne yapacağını şaşıran AB ülkelerinin askeri bir pakt kurmaları da mümkün değil. Hatta Şanghay İşbirliği Örgütü’nün bile etkin bir askeri pakt oluşturduğu, üye ülkeler arasında bir strateji birliği sağladığı söylenemez. Bugünün dünyasında NATO’nun, ABD’nin yeni küresel askeri stratejisine uygun biçimde, cephe savaşından çok küresel bir kontr-gerillaya yatkın bir sistemle tertiplenecek askeri güçleriyle ve CIA’yla bütünleşmiş, taşeron ülkelerden asker toplayan emperyalist bir terör ve denetim organından başka bir şey olmadığı açıktır.
Afganistan’daki asker kayıpları üzerine yapılan eleştirileri yanıtlayan Başbakan siyaset literatürüne yeni bir kavram kazandırdı: butik devlet. Kendisi Atlantik ötesinde dikilmiş hazır elbiseleri şark pazarında satmaya çalışan bir konfeksiyon devletin başında olduğu için butik devlet istemiyor. Türkiye’nin Somali’den Bosna’ya, oradan Afganistan’a kadar uzanan geniş coğrafyada NATO’ya bağlı askeri kuvvet bulundurmasını bir “kuvvet gösterisi”, hatta bir “emperyal ihtişam” olarak pazarlamaya çalışıyor. Ateşle oynayarak “kazan-kazan” yapacak! Üstelik terimi de yanlış kullanıyor. Kaliteli, nitelikli, her yerde bulunmayan, az sayıda ve kıymetli olanın satıldığı yere butik denir.
Her konuda kafası karışık. Milli Görüşçü refleksiyle “NATO’nun Libya’da ne işi var,” dedikten bir yıl sonra ve CIA başkanıyla görüştükten iki gün sonra, “Afganistan’da … Türk askeri görev yapmayacak da kim yapacak, soruyorum sizlere,” diye haykırması tek kelimeyle tuhaftır. Arada girip çıkan nedir, bilemeyiz? Fakat şu bir gerçek ki ABD’nin ve NATO’nun oralarda bir işi var; küresel hâkimiyet kurmaya, enerji yollarını denetlemeye çalışıyor. Peki senin ne işin var? Emperyalizmin Irak ve Libya’da 20. yüzyılın bütün değerlerini yok ederek, uygarlığı ve insanlığı katlederek; demokrasi, insan hakları vb. şöyle dursun, buralarda mevcut siyasal yapıyı bile Ortaçağ düzeyine indirgediğini, Batı’da 440 yıl önce yaşanan Saint Barthelemy katliamının geniş Ortadoğu coğrafyasında her gün yaşandığını, daha da yaşanacağını görmüyor mu?
“Gerçekler Devrimcidir”
NATO’da kalmaya devam ederse Türkiye’nin başına gelecekler bellidir: yaklaşan Ortadoğu Savaşı’nda Sünni kimliğiyle öne çıkacak; dışta Şiilerle, içte Alevilerle derin ve sıcak bir düşmanlık yaşanacak; Türk-Kürt kardeşliği hayal olacak; binlerce asker ve sivil yurttaş ölecek; memleket etnik ve mezhebî olarak ayrışacak ve -evet- bölünecek. AKP’nin “komşularla sıfır siyaset” diyerek çıktığı yolun vardığı nokta burasıdır. Şimdi yaklaşan savaştan korkuyorlar. Zamanında Enver Paşa da korkmuştu; lakin saldırgan emperyalizmle yatağa girenin ezilmesi kaçınılmazdır.
Türkiye NATO’dan çıkarsa ne olur? Hiçbir şey olmaz. Ekonomi dalgalanır; sıcak para kaçar, borsa düşer, dolar çıkar, AKP seçimi kaybeder… Orta sınıf halkımız belki bir süre araba alamaz, cep telefonundan dizi seyredemez, kredi kartıyla borçlanamaz, her sokakta açılan kebapçılarda karnını doyuramaz, AVM’lerde kendini zengin sanarak dolaşamaz. Yoksul için zaten fark etmez… Askeri bakımdan da bir bocalama dönemi yaşanır, elbette. Yeni bir askeri doktrin oluşturmak, askeri teknoloji ve yöntemlerde standardizasyon sağlamak biraz zorlayıcı olur; yeni sahra talimnameleri vb. hazırlamak gerekir. Fakat öte yanda, yaklaşan felaketin bedeli bu sorunlarla kıyaslanamayacak kadar ağır olacaktır.
NATO’da en uzun süre görev yapan Orgeneral Tuncer Kılınç, Mayıs 2007’de İngiltere’de katıldığı bir konferansta şöyle demiş: “ABD küresel hâkimiyeti için BM ve NATO’yu zaman zaman kullanmaktadır.” Bak sen şu işe! Yüz puanlık sorunun doğru cevabını bilmiş! Ardından da şunu eklemiş: “Türkiye’nin batı hegemonyasından ve sömürgesinden [sömürüsünden, demek istiyor herhalde-Y.A.] kurtulmasının, bir şekilde NATO’dan ayrılmasıyla sağlanacağı değerlendirilmektedir.” Görüyor musunuz, hakikat dönüp dolaşıp; idam sehpalarından, cadı kazanlarından, işkencelerden, pusu kurup kurşunlamalardan geçip kimlerin ağzında dile geliyor. Emperyalizme karşı çıkan iki nesli biçerek gericiliğin önünü açan TSK’nın NATO’da en uzun süre görev yapan komutanı, vaziyeti bu şekilde “değerlendirmekte”, iki yıl sonra da Ergenekon’dan göz altına alınmaktadır. “Gerçekler devrimcidir” diye boşuna dememişler.
Körün Değneği: NATO
Dünyada yeni iktisadî ve siyasî ittifaklar kuruluyor. Almanya ABD’den palamarı çözüp Rusya’ya yaklaşıyor, mesela. Bu gelişme II. Savaş’tan sonra yaşanan en önemli jeopolitik gelişmedir; sıcak ve soğuk savaşın en amansız iki ideolojik ve stratejik düşmanı arasında bir tür enerji ve ticaret ortaklığı oluşuyor. Yeni kamplaşmayı, Almanya – (belki) Fransa – geniş Rusya – Hindistan – (belki) Çin ile ABD-İngiltere-Güney Asya – (belki) Çin- Japonya şeklinde tasarlayan gözlemciler var. BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) ittifakına ne buyrulur! Güney Kore ve Güney Afrika’nın da bu ittifaka girebileceği söyleniyor. 2050 yılına hazırlanıyorlar. Biraz uzak mesafeli olmakla birlikte, Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu (CELAC) da var. Dünyada yeni ittifaklar ve bloklar kurulurken, iktisadi krizle çarpılmış AB’nin kapısında bekleyip, NATO’yu körün değneği gibi bellemenin, eşbaşkan mantığıyla Ortadoğu talanına katılıp talan edilmenin hiçbir mantığı yok. Türkiye yakın tarihin şartlanmalarını bırakıp kendi kafasıyla düşünebilse, kendi bölgesinde başta Suriye ve İran olmak üzere, ayrıca Karadeniz’de kıyısı olan ülkelerle de yeni ittifaklar kurabilir.
AKP iktidarda kalsın ve rövanşını gerçekleştirsin, F-teşkilatı ABD ve İsrail nezdinde misyonunu tamamlasın diye, NATO’nun kuyruğunda her tüyümüz bir tele takılarak mahv-ı perişan olup harap ve bitap düşmeye, ölmeye, mezhebî ve etnik olarak birbirimizi katletmeye mecbur muyuz? Özgün ve değerli mal satan güvenli ve onurlu bir butik olmak, fason mal satan, üç kâğıtçı ve intihara eğilimli bir konfeksiyoncu olmaktan iyidir.
Evet, Türkiye NATO’ya mecbur ve mahkûm değildir. Mecbur ve mahkûm olan, daha doğrusu emperyalizmin ağında türlü şantaj ve tehditle debelenip duran ve savaşa itilen AKP hükümetidir. İsteksiz bir ordu ile hırslı bir cemaat arasında sıkışıp kalmıştır. Türkiye’nin AKP ve gericilikten başka kaybedecek bir şeyi yoktur. 23.03.2012