Yavuz Alogan
İşçi hareketi ile sosyalist partilerin aynı toplumsal hedeflerde birleştiği kısa dönemlere tarihte çok az tanık olunmuştur. Bu süreçlerde bir ardıllık aramak gerekirse, önce işçi hareketinin yükseldiğini, kendisiyle birlikte bütün sosyalist partileri ve hareketleri yükselttiğini görürüz. Yükselen sınıf hareketi sosyalist grupları birleştirir; yürüyüş ve gösterilerde, grevlerde ve fabrika işgal komitelerinde solun bütün fraksiyonları yer alır.
Tam aksine işçi hareketinin yatıştığı, işçilerin sınıf olma duygusunu kaybettikleri dönemlerde, sosyalistlerin kurdukları örgütler giderek ayrışır, birbiriyle polemik ve münazara yapan fikir kulüplerine dönüşür. Durgunluk uzun yıllar sürerse, sosyalist gruplar kendi içlerinde yozlaşmaya, tuhaflaşmaya, sürekli bölünmeye, hatta psikiyatri kliniklerinde rastlanabilecek karakterler üretmeye başlarlar. Sosyalist partileri diğer bütün muhalif partilerden ayıran ve varoluşlarını belirleyen özellik, işçi hareketinin seviyesi ve sınıf bilincinin oluşma imkân ve ihtimalidir.
Harekât alanı
1882 yılında Friedrich Engels, Alman sosyalist hareketinin lideri Karl Kautsky’e bir mektup yazarak şu uyarıda bulunur: “Dövüşebilmek için önce bir arazi, ışık, hava ve harekât alanı olması gerekir. Aksi taktirde asla gevezelikten başka bir şey yapmamış olursunuz?” (akt. Lars T. Lih, Ayrıntı 2018, s. 107).
Engels bu sözlerle sosyalistlere, o dönemde Almanya’da yürürlükte olan Anti-Sosyalist Yasalar’ın kaldırılması, dernek kurma, toplanma ve basın özgürlüğünün sağlanması için mücadele etmelerini, böylece kendilerine bir “harekât alanı” açmalarını tavsiye etmektedir.
İnsanlara sosyalizmin ne kadar iyi bir şey olduğunu, ülkenin ancak sosyalizmle kurtulabileceğini sürekli anlatmak yetersizdir. Böyle bir varoluş biçimi var elbette, olabilir; ancak bunun sosyalizme, işçilere, ülkeye her zaman faydası olmaz.
“Tıklanma” sayısı
Ayrıca böyle şeyler yapmak çok kolaydır. Küçük bir sosyalist parti kurarak kızıl bayrağınızı yükseltebilir, mevcut cemaat ve tarikatlar arasında yer alarak dilediğiniz gibi âyin yapabilirsiniz. Mevcut siyasî iktidar tam bir ideolojik hegemonya kurup, “Bre dinsizler, zındıklar!” diye üstünüze yürüyene kadar sosyalizmin ne kadar iyi bir şey olduğunu çevrenizdeki insanlara anlatabilir, sosyal medyada muhtelif paylaşımlarda bulunarak sosyalist fikirlerinizi savunabilir, gücünüzü “tıklanma” sayısıyla ölçebilirsiniz. Yakın tarihimizin gösterdiği gibi, size dokunan, sizi hapse atan da olmaz. NATO’ya ters düşen generalleri hapse atanlar sizin “sınıfsal” bildirilerinizi görmezden gelirler. Aydın Doğan medyasına katlanamayanlar sizin acayip sınıf mücadeleci dergilerinizin farkına bile varmazlar.
Ayrıca diktatörlüğe yönelen bütün siyasî iktidarların “demokrasi görüntüsü”nü kurtarmak için görmezden geldikleri egzotik siyasî akım ve hareketler vardır. Demek ki aşılması gereken bir ölçek ve kıymeti harbiye sorunu var. Bu sorunu sadece sosyalizm propagandası yaparak aşmanın maddî ve zihinsel koşulları yok.
Her şeyden önce bir arazi açmak, ümmet ve kul kültürüne karşı millet ve yurttaş kültürünü savunmak gerekir. İşçiler arasında tarikatların, cemaatlerin ve etnik bölünmelerin olduğu, hükümetin sendikaları denetlediği bir ortamda sınıfa “dışarıdan bilinç” götürmek hayaldir. O vakit Aydınlanma düşüncesini, laikliği, modern ulus-devleti savunacaksınız ki sosyalizmin yolu açılsın. Buna biz devrimci demokratik mücadele diyoruz.
Kurucu İrade
İdeolojik hegemonya kurmayı kafaya koymuş ümmetçi siyasî iktidara karşı bir iktidar alternatifi çıkarmaktan başka bir yol yoktur. Bu da mevcut siyasî iktidarın gerici ideolojisini benimsemeyen bütün kesimlerin asgari (azami değil!) bir mücadele programında birleşmesini gerektirir. Eğer mevcut siyasî iktidar ülkenin iktisadi, toplumsal yapısını, eğitim sistemini değiştirme yönünde yol almış ve büyük bir tahribata yol açmışsa, bir Kurucu İrade oluşturmak, yeni bir anayasa yapmak gerekir. Böyle bir hedefe yönelince sağcı solcu, ülkücü sosyalist, muhafazakâr ilerici ayırımı yapılmaz. Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi geri bıraktırmak isteyen siyasal İslam’a karşı “kaderde, tasada ve kıvançta ortak” olduğunu hisseden bütün yurttaşların en geniş birliğini sağlamak gerekir.
Önce temsilde adaleti olan bir parlamenter demokratik sistemimiz, sahici işçi sendikalarımız, laik eğitim öğretim veren kurumlarımız, ulusal birliğimiz (“sosyalist devrim ulusal arenada başlar”), yani “arazi, ışık, hava, harekât alanı” olsun da, biz o alanın içinde “proletaryanın devrimci demokratik diktatörlüğü”nü kurarak komünizme giden yolda sosyalizme geçiş sürecine işçileri ikna etmeye çalışalım. Önce vatan, sonra sosyalizm! Aydınlık, 25. 03. 2018