DEVLETİN RENGİ

Yavuz Alogan

         Devlet teorisine kafayı taktım. Mevcut Devlet’in karakterini anlamaya çalışıyorum.

         “Devlet bir sınıfın diğer sınıflara tahakkümünü sağlayan bir baskı aygıtıdır” gibi eski tanımlar son tahlilde doğru olsa da yeterli değil.  Ya da mesela, “Devlet serveti bölüştüren, kamu düzenini sağlayan bir aygıttır” gibi genel ifadeler…  Ya da mesela, devletin içinde göze görünmeyen sonsuz ve akıllı bir devlet vardır gibi mitolojik tanımlar…

Devlet nedense bana birkaç binanın içinde oturan adamların oluşturduğu, yanılsama yaratarak varlığını sürdüren, tarihsel olarak kitle hareketi yükseldiği zaman dişlerini göstererek büzülen, kitle hareketi çekildiği zaman heyula gibi yükselen, gayet seyrek ve gözenekli bir yapı gibi görünüyor. Kriz zamanlarında gözenekler büyüyüp ayrışıyor, birbirini kavrayan dişliler ayrılıyor, vidalar gevşiyor.

         Şaka bir yana, devlet gerçekten de değişken bir yapı.

         Çeşitli devletler gördük.

         1961 Anayasası sayesinde kısmî demokratik devletin nasıl bir şey olduğunu gördük: çift meclis, kuvvetler ayrımı, bağımsız yargı, özerk kurumlar vs. Devletin askerî diktatörlük biçimini de gördük, aşağı yukarı altı yıl kadar bizzat yaşadık (12 Eylül). Faşist devleti kitaplardan öğrendik; bendeniz Hitler’in Nazi devletini anlatan üç bin sayfa çeviri yaptım, literatürün ancak bir bölümünü okuyabildim.

         Fakat şu anda başımızda olan Devlet’e bir ad bulamadım.

         Siyaset biliminde yer alan hiçbir kategoriye uymuyor.

         Elbette iktidar partisinin devletleştiğini, mevcut devleti devralarak kendi suretinde yeniden yarattığını görüyorum. Saray’ın yasama-yargı-yürütmeyi kendi elinde topladığını, eğitim kurumlarını ve Diyanet’i ele geçirerek ideolojik aygıtlarıyla (tarikatlar, cemaatler) toplumun geniş bir kesimine nüfuz ettiğini, millî orduyu tam bir ideolojik dönüşümle kendisine bağlamayı henüz beceremediyse de komutasını ele geçirdiğini ve onu kendi içinde parçaladığını; kullanmaktan çekindiği, polis teşkilatıyla bütünleştiremediği milis benzeri uçuk kaçık örgütler kurduğunu fark ediyorum.  

         Fakat bütün bunlarla bir diktatörlük kuramıyor. Kimseyi korkutamıyor. Bu kabiliyetsizlik Saray’da çaresizliğe, parti tabanında ise dağılmaya yol açıyor. Giderek kanun tanımaz bir Saray kimliğine bürünen parti devleti siyasî toplumun bütününden koparak, vagonlarından ayrılmış bir lokomotif gibi kendi başına yol alıyor. Bu hızla belki de sınırları aşıp başka bir ülkeye sığınacak.

Parlamenter sistemi fiilen ortadan kaldırdı fakat yarattığı ucubenin meşruiyet kazanması ve onu bir adım ileriye götürmesi için bir seçim zaferine ihtiyacı var. Bunun için bir yanda kendi tabanını konsolide ediyor; öte yanda, muhalif kesimi ikna ya da kendisine mecbur etmeye çalışıyor.

Kendi tabanına dönüp, yardımcısına, “Reis’e vereceğiniz her oy sevap hânenize yazılacak,” dedirtiyor; sonra bizzat öteki tarafa dönüp, “Atatürk’ün serencamı Türkiye’nin yol haritasıdır,” diyebiliyor.  Hâşâ huzurdan Cenâb-ı Hakk’ı aday göstererek Atatürk’ün yolundan gidecek!  Siyasette demagojinin ve pratik faydacılığın, halkı aptal yerine koymanın bir sınırı olması gerekmez mi? Bu sınır aşıldığında halkın Devlet’e güveni kalmaz. Giderek herkes kendi kanununu yapıp uygulamaya (ihkak-ı hak) başlar.

Yolsuzluk, akraba kayırmacılığı, giderek açığa çıkan karanlık işler AKP tabanının bir bölümünü Devlet’e yabancılaştırdı. Kendi koyduğu kurallar içinde bile AKP’nin seçim kazanması mümkün görünmüyor. Muhalefet cephesi birliğini koruyabilirse, Cumhurbaşkanı adayını belirlerken kazaya uğramazsa, AKP normal şartlar altında seçimi kaybedecektir.

Fakat şartlar normal değil!

Normal olmayan şartlarda muhalefetin farklı bir yöntem uygulaması gerekiyor. Muhalefetin seçim kazanması, muhalif halk kitlesini bir gövde olarak sokağa çıkarıp mitingler ve yürüyüşlerle erken seçim için baskı yapabilmesine, sandık güvenliğini sağlayacak militan bir kadro oluşturabilmesine bağlı. Muhalefet bunu yapmaz ve AKP kendi içinde yeterince çözülmezse, siyasî iktidarın seçimle değişmesi çok zor, belki de imkânsız olacak.

Seçim kazanması hâlinde muhalefet nasıl bir iktisat politikası izleyecek, devlet bürokrasisini nasıl dönüştürecek?

Prof. Dr. Onur Ender Aslan  “Devlet, Bürokrasi ve Kamu Personel Rejimi” (İmge 2019, 3. bs.) adlı kitabında, “Bir  düzenleme biçimi olarak devlet ve bürokrasi, her [sermaye] birikim rejiminde yeniden biçimlenmektedir,” diyor. “Her birikim rejimine denk gelen bir devlet, bürokrasi ve kamu personel rejimi vardır” (s. 27).

İzlediğiniz iktisat politikasının gerektirdiği sermaye birikim modeli devletinizin bürokrasisini biçimlendiriyor. Yani ekonominiz ne biçimse, bürokrasiniz de o biçim oluyor.

Türkiye’de neoliberal iktisat politikaları Özal’la birlikte ivme kazandı ve bürokrasiyi dönüştürdü (“Benim memurum işini bilir”). AKP rejiminin yaptığı tek şey, neoliberal politikaları abese vardırmak, tarikatları ve cemaatleri devletin içine iyice sokarak mevcut yapıyı yeşile boyamak oldu.

Yeni bir siyasî iktidar mevcut iktisat politikalarını kökten değiştirmezse sadece Devlet’in rengini değiştirmiş, onu fıstık yeşiline, hâki yeşile, yaprak yeşiline, mavi, mor ya da mosmor bir renge boyamış olur.

Bu nedenle muhalefet partilerine iktidara geldiklerinde nasıl bir iktisat politikası izleyeceklerini, Devlet’i yeniden nasıl yapılandıracaklarını sürekli sormak gerekir. AKP kadrolarını bürokrasiden ayıklayıp kendi kadrolarını mı yerleştirecekler? Sadece Devlet’e ve onun kanunlarına bağlı bir bürokratik yapıyı nasıl inşa edecekler?  Yolsuzluğu hırsızlığı önleyeceğiz, tüyü bitmemiş yetimin hakkını vereceğiz, parlamentoda gensoru da verilecek, başbakanınız da olacak diye program olmaz.

Devlet planlama teşkilatını yeniden kuracak mısınız?  Özelleştirilen devlet kurumlarını, en stratejik olanlarından başlayarak kamulaştıracak mısınız? Tarikat ve cemaatleri kapatacak mısınız? Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu uygulayacak mısınız? Üniversiteler özerk, basın yayın sermayeden ve devletten özgür, sendika ve meslek birliği kurmak kolay olacak mı?   Mevcut devletin rengini mi, yoksa yapısını mı değiştireceksiniz?

Önemli olan bunlardır.

Şu yirmi yılın telafisi ancak “arasız” devrimlerle mümkündür.

Saray, Çankaya Köşkü’nü yenemedi, AKP nasıl olsa gidici. Önemli olan, onun yerine kimin nasıl geçeceği ve neyi nasıl değiştireceğidir. Veryansın, 12. 11. 2021

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *