Yavuz Alogan
HDP bir çözüm süreci fenomenidir.
Özgün bir programa ve tanımlanmış ilkelere dayanmadığı, “görünüşte parti” olduğu, üzerine konduğu her şeyin rengini alarak gündemde kalabildiği için ona “Fenomen” diyoruz. İşlevsel düzeyde ise PKK’nin bir yansımasıdır; daha genelde, emperyalist kapitalist sistemin Anadolu yarımadasındaki ideolojik ifadesi, jeopolitik aracıdır.
HDP aynı zamanda AKP’nin bir uzantısıdır. “Avrupa yerel yönetimler özerklik şartı” ile Osmanlı eyalet sisteminin izdivacından doğan federal Türkiye tasavvurunun bir ifadesidir.
Bir parti düşünün.
Bir yanda, “demokratik-tik özerklik” anlayışını ekolojist anarşist Murray Bookchin’in görüşlerine dayandırarak post-marksist enteleketüellere, liberallere ve LGBT’ye yakın duruyor.
Öte yanda, “Mahir Çayan’ın ve Deniz Gezmiş’in devamıyız” diyerek geleneksel solcunun boşalmış kafasını dolduruyor.
Öte yanda, “Şeyh Sait gibi tarihi kişilikler”e ve Hz. Muhammed’in Medine Şurası’na gönderme yaparak Demokratik İslam Kongresi topluyor (10-11 Mayıs 2014).
Sonra bütün halka dönüp, herkese gökkuşağı, özgürlük, özerklik ve demokrasi vaat ediyor. Sonda kendi tabanına dönüp “Biz sırtımızı YPG’ye, YPJ’ye, PYD’ye dayıyoruz” diyor.
Bu işin ideolojik/politik yanı. Meraklısını ilgilendirir…
Peki hakikat nerede?
Hakikat, Abdullah Öcalan’ın İmralı’da yaptığı analizde. Şöyle diyor: “Üç blok var: AKP bir blok, MHP-CHP bir blok, emekçiler sosyalistler bir blok. Bunu hedefleyin, biçimlendirin. Heyetle görüştüm (MİT heyetini kastediyor), sol olmadan bu iş olmaz. Onlar da ikna olmuş durumdalar. Yani onların güvenliğini de ben burada düşünüyorum, ben sağlıyorum. Bu ne demek; artık sol’a komplo yapılmayacak demek” (Aydınlık, 2 Eylül 2014, 6. İmralı Tutanakları). Yani diyor ki HDP’yi bir Kürt partisi gibi göstermeyin, solu da kapsayıp biçimlendirerek Batı’ya doğru genişletin. Bu sayede AKP Haziran 2013 Ayaklanması’nın devrimci potansiyelini HDP içinde toplayarak denetim altına alsın, beni de bu adadan kurtarsın.
MİT’le oturmuş, siyaseti dizayn ediyor. MİT’i çok seviyorlar. Sırrı Süreyya Önder, çözüm sürecinde şöyle diyor mesela: “’Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanı olmasını isterim. Belirli bir mesafe yürüdük kendisiyle. Büyük bir barışı kuruyoruz. Görüşmeler yürütüyoruz. Yakın mesaiye girince de bir güven temelinde bu ilişkiyi götürüyoruz” (CNN, “Ne Oluyor?”, 26.08.2014).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) eski yargıcı, 24. dönem CHP milletvekili Rıza Türmen, HDP’nin ülkede bir “demokrasi umudu” yarattığını söylüyor. Öcalan ile MİT’in yarattığı demokrasi umuduna kalmışız, ağlayanımız yok! Sayın yargıç şöyle diyor: “Türklerin, Kürtlerin, Alevilerin, kim varsa, Türkiye’de yaşayan herkesin birlikte yaşayabileceği bir ortak çerçeve bulmak lazım” (Cumhuriyet, 16.06.18). Etnik ve dinî paydaşları olan yeni bir kurucu çerçeve arıyorlar.
Fakat Kandil, HDP sosyetesinin fazla öne çıktığını görünce Çözüm Süreci’ni bozuyor. Bazı HDP belediyelerini “özerklik” ilanına zorlayarak, ardından Hendek Savaşları’nı başlatarak girişimi provoke ediyor. Zira Çözüm Süreci ister istemez PKK’nin varlık sebebini sorguluyor. HDP demokrasi umudu yaratıyorsa, silahlı mücadeleye ne gerek var?
Kandil, PKK’ye yapılan silah bırakma çağrısına karşı çıkıyor. Duran Kalkan, “Genel af çıksa da silah bırakmayız,” diyor. Karşılıklı paslaşıyorlar. Kandil, 2013’te Erdoğan’ın Barzani’yle Diyarbakır’da miting yapmasına da bozulmuş olabilir.
Neyse uzatmayalım… Özetlemek gerekirse, Çözüm Süreci, Kandil-İmralı-HDP zincirinin kopması ve AKP’nin seçmen tabanında görülen hızlı erime nedeniyle sona eriyor.
Her konuda reel politik arayan AKP’nin ansızın vatansever olduğunu söylemek gülünçtür. Sayın Saray, Oslo görüşmeleriyle başlayan sürecin geniş halk kitlelerini yabancılaştırdığını, PKK’nin çözüm sürecini fırsat bilip güçleneceğini, daha fazlasını isteyeceğini görüyor.
Askerî harekât aylarca sürüyor. Diyarbakır’ın Sur ilçesi, Cizre, Silopi, Derik, Nusaybin ve Dargeçit çatışmalarında 1267 PKK militanı öldürülüyor, 117 güvenlik görevlisi şehit oluyor. Bölgede hayat duruyor.
Kasım 2016’da Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğerleri tutuklandıklarında HDP sosyetesi Diyarbakır Parkı’nda toplanıyor. Yanlarına kimse gelmiyor. Halk PKK’nin baskısından, evlatlarını kaybetmekten yılmış. Diyarbakır annelerinin HDP’yi yöneten sosyetenin sadece felakete yol açtığını anladıkları andır.
HDP’yi o zaman kapatmak gerekirdi.
Fakat Saray bu partiyi potansiyel bir çözüm süreci, Batı nezdinde gerektiğinde kullanılacak demokratik bir gösteri unsuru, “Kürt meselesi”nde kullanışlı bir araç olarak elinin altında ve TBMM’de tutmayı tercih ediyor.
Ve 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde HDP’nin anahtar parti olduğu, onunla ittifak kuranın seçim kazandığı görülüyor. Metropol ve büyük şehir belediyelerini kaybeden AKP bu andan itibaren HDP’ye dişini göstermeye başlıyor. HDP elinin altından kaymış ve Millet İttifakı’nın saflarında yer almıştır. Millet İttifakı HDP’yi demokrasinin Aşil topuğu, korunması ve kollanması gereken biricik parti gibi görüyor, açıktan ya da utangaç bir tutumla onu kendi saflarında tutmaya çalışıyor.
AKP “terör örgütüyle ittifak kuran partiler” tezini sonuna kadar kullanarak 12 Eylül dönemini andıran bir Türk-İslam senteziyle muhalefete saldırmaya başlıyor ve nihayet Millet İttifakı’nı bölmek ve Cumhur İttifakı’nı güçlendirmek için, MHP Kongresi’nden bir gün önce Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nı harekete geçirerek HDP’ye kapatma davası açtırıyor.
Peki HDP kapatılabilir mi?
Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu “Hepsi boş” diyor: “Davanın süreci veya sonucu Anayasa Mahkemesi tarafından siyasî partiler yasasının 108. maddesinin iptali nedeniyle, hakkında dava açılan siyasi partinin iradesine bağlıdır” (Oda Tv, 18.03.21).
Bu sözlerden HDP’yi kapatmak için Siyasî Partiler Kanunu’nda değişiklik gerektiğini anlıyoruz. Anayasa Mahkemesi muhtemelen HDP’ye devlet yardımını kesmek gibi bir ceza verecek, parti AKP ile Millet İttifakı arasında çekişme konusu olmaya devam edecek ve yeni hizmetlerle görevlendirilecektir.
Sayın Saray ABD ve AB’ye yaklaştıkça yeni bir Çözüm Süreci’ni gündemine alacak, muhtemelen bu kez Abdullah Öcalan’la çalışmayı tercih edecektir. Vatansever Doktor Doğu Perinçek’in Kasım 2020’de “Abdullah Öcalan yakın zamanda TV’ye çıkarılacak” sözünü ben şahsen ciddiye alıyorum. Belki birlikte çıkarlar, vatandaş gözlerini faltaşı gibi açarak hayret verici manzarayı izler. Devr-i Saadette çare tükenmez. İstibdadın karanlığında en acayip işler bile meşru gösterilir.
HDP türünden sivil PKK unsurlarının yarattığı sorun ancak bir Kurucu Meclis’in yapacağı anayasayla çözümlenebilir. Bu anayasanın giriş bölümüne 5. madde olarak, “Türkiye’de etnik ve dinî nitelikte siyasî parti, dernek ve teşekkül kurulamaz” diye bir madde eklenecek; etnik bölücülüğün ve laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı olan partiler ebediyen kapatılmış olacaktır. Veryansın,21. 03. 2021