Yavuz Alogan
1957 yılının Ekim ayında Ruslar Sputnik 1’i yörüngeye oturtup 96 dakikada tam bir dünya turu attırdılar. O sırada teknolojik bir başarı gibi algılanan bu olay, ABD’nin geliştirdiği askeri nükleer stratejileri bir gece içinde çökertti. O sırada Los Alamos grubunun ilk atom bombası denemesinin üzerinden 12 yıl, SSCB’nin ilk denemesinin üzerinden ise tam 8 yıl geçmiş ve bombanın mucidi Robert Oppenheimer, “iki akrep bir şişede” diyerek durumu özetlemişti.
O zamana kadar Amerikalılar iki konu üzerinde yoğunlaşmışlardı: bomba patlatılacağı yere nasıl taşınacaktı ve ilk vuruşu Sovyetler’in yapması halinde misilleme imkânı olacak mıydı? Amerikalılar birinci sorunu çözmek için düşmana yakın üsler kurmuşlar, B serisi uzun mesafe uçakların menzilini geliştirmeye başlamışlardı. Fakat Sputnik bütün stratejileri bozdu. Pilota ve yakın üslere gerek yoktu artık. Bomba dünyanın bir yerinden havalanabilir, yörüngede bir tur attıktan sonra istenen yerde patlatılabilirdi.
Sputnik yere indiği sıralarda, ABD yönetimi Gaither Komitesi’nin raporunu çoktan incelemeye başlamıştı. Komite üyeleri karamsardı. Sputnik olayı Sovyetler Birliği’nin balistik füze konusunda öne geçtiğini gösteriyordu. ABD aradaki açığı ancak üç ya da dört yıl içinde kapatabilirdi. Bu süre içinde ABD’nin muhtemel bir Sovyet nükleer saldırısına dayanma yeteneğini artırması ve nükleer misilleme kapasitesini geliştirmesi gerekiyordu.
George W. Bush’un 11 Eylül’den sonra dilinden düşürmediği, preemptive strike/blow (önleyici/ilk vuruş) ya da preemptive preeminence (ön alarak üstünlük kurma) gibi kavramlar ilk kez o sırada telaffuz edildi. Fakat açıkça değil. ABD’nin güvenliğinin küresel bir mesele olduğu, bazı devletlerin “rouge/serseri” oldukları, bunların elinde konvansiyonel ya da nükleer silah bırakılmaması gerektiği, ancak 1997 ve 2000 yıllarında açıkça dile getirilecek ve 11 Eylül’den sonra ABD, bütün dünyaya, “ya benimlesiniz ya da karşımdasınız” diyecekti.
Ancak o sırada, yani 1950’lerin sonunda, ABD’nin güvenlik açığını acilen kapatması gerekiyordu. Amerikan ordusunun Alabama’daki Redstone Arsenal’de üslenmiş roket uzmanları faaliyete geçtiler. Ekibin başındaki kişi, Nazilerin yenilgisinden sonra Almanya’dan ithal edilen ünlü Alman mühendis Wernher von Braun’dan başkası değildi. Kendisi, Naziler için V-2 (Vergeltungswaffe 2) roketlerini geliştirmişti. Bu kez Amerikalılar için, Redstone, Jupiter, Juno, Pershing gibi füzeler geliştirecekti.
Tabii bu dramatik sıçrama ya da askeri/teknolojik atılım noktasından bu yana köprülerin altından çok sular geçti. En önemlisi Openheimer’ın akreplerinden biri iki misli semirmiş olarak şişeden çıktı. Öteki akrep ise iyice zayıf düşerek ve küçülerek ağzı sıkıca kapatılan şişenin içinde kaldı.
Kore Savaşı (1950-53) sırasında ABD’nin en büyük endişesi Avrupa’daki askeri güç dengesizliğiydi. Savaşın uzaması halinde Sovyet zırhlı birliklerinin ani bir harekâtla Avrupa’nın içlerine dalmasından korkuyorlardı. Ancak Vietnam Savaşı sırasında, SSCB’nin “barış içinde bir arada yaşama” siyaseti, bu endişeleri biraz azalttı. Ancak ABD özellikle Kore savaşı sırasında bu ülkeye ve Çin’e karşı nükleer silah kullanmayı düşündü. Bunu özellikle General MacArthur istiyordu. Fakat danışmanlarının uyarılarına kulak veren Truman bunu kabul etmedi. Gerekçe gayet basitti. Bu iki ülke (Çin ve Kore) atom bombasının yeterince etkin olabilmesini sağlayacak ölçüde kentlileşmiş ve sanayileşmiş değillerdi. Yeterince zarar veremeyecekler, üstelik Avrupa’yı da tehlikeye atmış olacaklardı.
1979’da Sovyet tankları Kabil’e girdiğinde, Amerikalılar yine büyük bir telaşa kapıldılar. Kızıllar, Körfez’e, petrole doğru hareketlenmişlerdi. Üstelik Körfez’in bekçisi İran Şahı da devrilip gitmişti. Emperyalist âlem “Allah’ın ipi”ne sarıldı. Sovyetler’i yeşil bir kuşakla durdurma planı, Bosna’dan Çeçenistan’a, oradan Afganistan’a ve bütün körfez ülkelerine kadar uzanan geniş bir coğrafyada savaşan ve herkese cihad ilân eden sakallı ve kalaşnikovlu bir “yeni insan” tipi yarattı. Bu belki de tarihin en büyük ironilerinden biriydi. Kimse yakasını kurtaramadı. Kenan Evren, “kardeşi” Ziya’ül Hak’la kucaklaşıyor, Anadolu kentlerinin meydanlarında Kuran’dan hadisler okuyor; gerici ulemâ, harıl harıl Amerikancı Türk-İslam sentezi kotarmaya çalışıyordu.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi Avrupa’yı rahatlattı. NATO genişledi, ABD üsleri çoğaldı, Karadeniz kıyılarına kadar yayıldı. Sinemalarında Amerikan filmleri oynayan, herkesin İngilizce bildiği, gençlerin Coca-Cola içip Rock müziği dinledikleri yaşlı Avrupa, artık ne kuzeyden ne de güneyden bir saldırı bekliyor, “göçmen sorunları” ve “evrensel değerler”le ilgileniyor, marjinal ülkeleri kriterleriyle uygarlaştırarak tatlı parlamento tartışmaları yapıyordu.
Ama o da ne? Tam tarihin sonu gelmiş ve herkes huzura kavuşmuşken, ABD bütün enerji koridorlarını ele geçirmek, Ortadoğu petrollerine hükmederek, kendi imperiumunu arayan Rusya’nın ve Komünist Partisi yönetiminde inanılmaz bir kapitalist “büyük ileri atılım” gerçekleştiren Çin’in karşısında mevzilenmek istemesin mi? Üstelik bunu yaparken, yıllarca muhtemel bir Sovyet yayılmasına karşı koruduğu Avrupa’yı ve merhum bir Cumhurbaşkanı’nın “donumuzu bile Amerika veriyor” dediği TSK’yı bedel ödetircesine peşinden sürüklemeye çalışıyor.
Bu arada silahlanma hız kesmeden devam ediyor. Los Angeles Times‘ta dört yıl önce (10 Mart 2002) yayımlanan bir habere göre, ABD “küçük nükleer (taktik) bombalar”ın üretimine odaklanmış bulunuyor. Başkan Bush’un emriyle Pentagon’un hazırladığı yeni planın menzilinde, Çin, Rusya, Irak, İran, Libya (o zamandan beri listeden düştü), Kuzey Kore ve Suriye var.
Tabii bu küçük bombaların nasıl bir etki yaratacağını henüz bilmiyoruz. Nitekim Enola Gay adlı uçaktan Hiroşima’nın üzerine bırakılan “Little Boy” adlı atom bombasının da atılmadan önce nasıl bir etki yaratacağı bilinmiyordu. İnsanlık bunu yaşayarak öğrendi. Tıpkı Kosova ve Irak’ta kullanılan uranyumlu mermilerin insanlar üzerinde yarattığı kanserojen etkilerin yakın zamanda yaşanarak öğrenilmesi gibi. Burada, Hiroşima Belediye Başkanı Tadatoşi Akiba’nın bombanın 59. yıldönümünde yaptığı uyarıya kulak vermek gerekir. Akiba, ABD’nin küçük nükleer silahlar geliştirme arzusundan korktuğunu söyledi ve “Amerikan hükümetinin bencil dünya görüşü, uç noktaya gidiyor,” diyerek ABD’nin daha “kullanışlı”, daha küçük nükleer silahlar üretme faaliyetini kınadı.
Tabii ki silahlar, çok kârlı bir sektörün ürünleri olarak kullanılmak içindir. Silahlar kullanıldıkça insanlar ölür. Söz gelimi, Fransa 38 000 tonluk, nükleer silah da kullanabilen Charles De Gaulle uçak gemisini ya da İtalya muhteşem Garibaldi uçak-helikopter gemisini ne yapacak? Elbette İsrail-ABD’nin BOP projesine katacak. Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’a yapılan yığınak, Irak’taki cephe hattının genişleyeceğini ve bütün bölgeyi kapsayacağını gösteriyor. Ne demişti Condoleezza Rice: “Yeni bir Ortadoğu istemeyenlere bunun üstesinden geleceğimizi söylemenin zamanı gelmiştir.”
ABD’nin Sovyet komünizmini kuşatmak için bizzat yarattığı sakallı ve kalaşnikovlu Müslüman Ortadoğu insanının karşısına çıkardığı şu Armada’ya bakınız: en modern uçak gemileri, slayer ve misket bombaları, yüzlerce savaş uçağı, küçük nükleer silahlar, tanklar, toplar, uranyumlu mermiler, binlerce asker. Ray-ban gözlüklü İtalyan askerleri, kamuflaj kıyafetli havalı Fransızlar, Lübnan limanlarında çalımlı çalımlı dolaşıyorlar. Sanki bir film seti. Türk askerinin yerleşeceği daha az riskli yerleri İtalyanlar kapmış. Bak şu işe! Sanki opera seyredecekler. Yerler numaralı değil miydi?
Damla damla uranyum biriktirerek Kuzey Kore’nin dokunulmazlığına ulaşmaya çalışan, bunun için saatle yarışan gariban İran’ın elinden petrolünü alacaklar, hep birlikte bütün dünyayı kurtaracaklar.
İnsanlığın bu kadar seviye kaybettiği başka bir çağ yaşanmamıştır.
Üstelik Amerikalıların stratejilerini çökertecek yeni bir Sputnik ihtimali de yok. Gerçi Putin 2005 yılının 17 Kasım’ında, herkesin feleğini şaşırtacak bir “süper silah”ın birkaç yıl içinde hazır olacağını ilân etmişti ama, sonra pek ses çıkmadı. Yoksa 10 bin km. menzilli, çoklu nükleer başlık taşıyabilen ‘Topol- M’ balistik füzeleri ile sesten üç misli hızlı hareket eden, radarla tespit edilemeyen ve nükleer başlık taşıyabilen 280 km. menzilli (taktik) ‘İskender- M’ füzeleri mi geliyor? Bakalım. Birkaç yıl sonra bunu da göreceğiz.
Soğuk Savaş döneminde insanlık nükleer bir felakete asla bu kadar yaklaşmamıştı. En azından Kremlin ile Washington arasında kırmızı telefon hattı vardı. Oysa şimdi bütün hatlar kesik. RED, 19. 09. 2006