SIFIR NOKTASI

Yavuz Alogan

         Ben korkmaya başladım. Özellikle Rusya’nın geliştirdiği RS-28 Sarmat balistik füzesinin özelliklerini okurken üzerime bir korku musallat oldu. Askerî uzman Aleksey Leonkov, bunlardan on tanesinin  ABD’nin bütün nüfusunu yok edebileceğini söyledi. Yani bir sabah metro durağında işe gitmek için bekleyen, çocuklarını okula bırakmak için otoyolda araba kullanan, bahçesini sulayan, yatağında uyuyan ya da televizyon seyreden bütün normal Amerikalılar, çoluk çocuk yaşlı hep birlikte   yanarak yok olabilirler.

         Amerikalılar muhtemelen “kamuoyu” denilen şey yüzünden fazla ayrıntıya girmiyorlar, ancak onlar da denizden, havadan ve karadan fırlatılan nükleer başlıklı seyir füzelerinin ve balistik füzelerin imha kabiliyetini  geliştiriyorlar.

Ve elbette insanlığın ilk kez Irak’ta tanık olduğu, zırhlı birlikleri sahrada parçalayıp yok eden MOAB bombaları… Bunların bir de “yoğunlaştırılmış radyasyon-azaltılmış çarpma” (ERE) etkisi yaratan nükleer versiyonu varmış. Çok temiz bir bomba, sadece insanları ve hayvanları öldürüp mala mülke zarar vermiyor. Mesela bir akşam Bolşoy Tiyatrosu’nda Çaykovskiy’in “Kuğu Gölü Balesi”ni izleyen ya da bir sabah parkta Dostoyevski okuyan ya da çocuğunu gezdiren ya da müzik eşliğinde buzda kayan, bisiklet süren, genç yaşlı çoluk çocuk Ruslar önce bir sıcaklık hissediyorlar, sonra akciğerleri patlıyor; daha uzakta olanlar uzun süre can çekişerek, kanayarak ölüyorlar. Fakat binalar, anıtlar, caddeler olduğu gibi kalıyor.

         Kapitalizmin insanlığı getirdiği sıfır noktasındayız.  Aslında her şey, II. Dünya Savaşı’na son veren üçüncü konferansın yapıldığı Potsdam Sarayı’nın merdivenlerinde başladı.  2 Ağustos 1945 günü Yosif Stalin arabasına binmek üzere sarayın merdivenlerinden inerken, onu yalnız yakalamak için fırsat kollayan ABD Başkanı Harry Truman peşinden koştu ve şöyle dedi: “Bombayı başarıyla test ettik, Sayın Genel Sekreter.” Stalin bozuntuya vermedi. Başkan’ı kutladı.  O gece Lavrentiy Beria’yı arayarak Profesör Kurçatov’un başlattığı nükleer silah çalışmalarının hızlandırılmasını emretti.

Ruslar bombayı yapmak zorundaydılar. Potsdam Konferansı’ndan sadece 4 gün sonra Hiroşima’da, ardından Nagazaki’de yükselen mantar biçiminde bulutlar insanlığın geleceğini kararttı.  Amerikalılar Pasifik Adaları’nda Japonlarla savaşan Coniler daha fazla yorulmasınlar diye; daha önemlisi, Avrupa’nın ortalarına kadar yayılan Sovyetler’e gözdağı vermek için bombayı patlattılar.

Ruslar deneme yanılma yöntemiyle, aralarında mühendislerin ve bilim adamlarının da bulunduğu binlerce kişinin radyasyon kazaları yüzünden ölümü pahasına bombayı imal ettiler. Soğuk Savaş böyle başladı.

Regan ve Kohl’ün, saf ve dirayetsiz Gorbaçev’i kandırdıkları bir dizi nükleer silahsızlanma müzakeresinin ardından, küreselleşmeyle birlikte silahlanma yarışı muazzam bir hız kazanarak kaldığı yerden devam etti, geniş bir silah pazarı kuruldu, açgözlü kapitalistler  hızla geliştirdikleri öldürücü silahlarına politika marifetiyle talep yaratarak silah arzını  sürekli artırmaya, çeşitlendirmeye başladılar. Almanya bile sadece 2018 yılında Macaristan, Mısır ve Güney Kore’yle milyarlarca Euro değerinde silah anlaşması yaptı.

 Kaotik kapitalist dünya düzeni Türkiye’yi silah pazarının müşterisi, üreticisi ve ihracatçısı olmaya, hatta nükleer reaktörler kurarak atom bombası yapmaya mecbur etmektedir. Elbette sınırlarımızı daha ileri mevzilerden korumak için ne gerekiyorsa onu yapacağız. Emperyalizmin hedefi olan hiçbir mazlum ülke askerî harcamalarda kısıntı yapamaz, en modern ve öldürücü silahları edinme çabasından vazgeçemez. Fakat emperyalizmin düşmanlarımızı da aynı şekilde silahlandıracağını unutmamalıyız. S-400’leri aldığımız anda ABD Güney Kıbrıs’a silah ambargosunu kaldırdı. Kapitalizm devam ettiği sürece hiçbir ülke bu ölüm sarmalından kurtulamaz.

Bugün vekâleten süren III. Dünya Savaşı ticaret yolları ve doğal kaynakları paylaşmak için yapılan emperyalist bir savaştır. Herkesin bu savaşa farklı anlamlar vermesi doğaldır. Lenin daha 1915’te şöyle diyordu: “Hemen herkes, bugünkü savaşın emperyalist bir savaş olduğunu kabul ediyor, ama çoğu durumda bu terime farklı anlamlar verilmekte ya da bu terim sadece bir tarafa uygulanmakta ya da bu savaşın sonuçta burjuva-ilerici, ulusal-kurtarıcı bir özelliği olabileceği iddiasına açık kapı bırakılmaktadır” (Sosyalizm ve Savaş, Eriş 2003, s.13).  Bugün de herkes savaş ve silahlanma gerçeğini kendine göre yorumluyor.

Stalin ve Churchill II. Dünya Savaşı’nda on milyonlarca insan öldükten sonra, Şubat 1945’te  Yalta Konferansı’nda, Güney Avrupa ve Balkanlar’daki “nüfuz alanları”nı masa başında on dakika içinde  paylaştılar. Şimdiki nükleer devlerin, iyice azıtmaları hâlinde, böyle bir şansları olmayacak. Nükleer bir savaşı ancak o savaşın potansiyel kurbanları olan kitlelerin devrimci hareketi önleyebilir.  Aksi hâlde dünya insan türünü üzerinden atar, hayatta kalan bitkiler ve hayvanlarla birlikte doğa hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam eder. Aydınlık, 15. 07. 2019

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *