Yavuz Alogan
Ne yapacak diye merakla bekliyorum. Ne yapacak? Moskova ve Pekin ile Washington ve Brüksel arasına gerilmiş bir ipin tam orta yerinde dengesini bulmaya çalışıyor. Üstelik savaş rüzgârları giderek sertleşiyor. Basra Körfezi’nde işler her an kontrolden çıkabilir. İsrail her an bir emri vaki (fait accompli/oldubitti) yaparak, ABD’yi de peşinden sürükleyerek İran’a doğru havadan hareketlenebilir. Ya da belki İran “Savaş olacaksa en uygun zaman şimdiki zamandır,” diye düşünüyor olabilir.
Devlet adamlarının kapılar kapandıktan sonra ne konuştuklarını hep merak etmişimdir. Sayın Reis, Putin’i arabasının önünde karşılayıp “Nice to meet you” (tanıştığımıza memnun oldum!) dedikten sonra içeriye giriyorlar, kapılar kapanıyor ve tercüman eşliğinde çok zor bir konuşma başlıyor.
Mesela Putin şöyle mi diyor?
“Yahu kardeşim, sen ne yapıyorsun? Bak Amerikan hegemonyası sona erdi. Uzatmaları oynuyorlar. Sana bölgede rol verdim. Daha geçen gün ‘Çin ve Hindistan’ın yanı sıra Türkiye’nin de uluslararası ve bölgedeki rolü çerçevesinde böyle bir formatta (G7) bulunması uygun olacaktır,’ demedim mi? S-400’leri verdik. Su-35’imiz İstanbul semalarında atraksiyon yaptı, herkes hayran kaldı. Birlikte Karadeniz’i kontrol edebiliriz, Doğu Akdeniz’e ağırlığımızı koyabiliriz. İki de bir ‘Kırım’ın yasa dışı ilhakı’ demezsen, Kıbrıs davanızı bile desteklerim. İstediğin her türlü silahı veririm, hatta para almam, üstüne para veririm. Akdeniz meyve sineği bulaşmış domateslerini alıp halkıma yediririm, milyonlarca turist gönderirim. Niye Amerikalılarla Harekât Merkezi kuruyorsun, ortak devriyeye çıkıyorsun, güzel kardeşim!”
Bizimki mesela şöyle mi cevap veriyor?
“Amerikalılar çok ısrar ettiler, kıramadım. Sen devriye attığımıza bakma, ben blöf yapıyorum. İki üç hafta sonra YPG’ye taarruz edeceğimi söyledim. Amerikalılar çok korktular. Otuz beş kilometre derinliğinde, 400 km. uzunluğunda barış koridoruna onları razı edeceğim. Biz orada bahçe içinde küçük şirin evler inşa edeceğiz. ÖSO aileleri ve İdlib’ten kaçan HTŞ militanlarıyla hemen oracıkta bize bağlı yeni bir Sünni İslam devletçiği kuracağız, bizdeki beş milyon Suriyeliyi de oraya boca edeceğiz. Böylece hem sınır güvenliğini sağlamış olacağız, hem de çöküş hâlindeki inşaat sektörümüz canlanacak. Petrol ticareti bile yapabiliriz. Win-win olur.”
Putin: “İdlib’deki görevlerinizi de yerine getirmediniz. 17 Eylül 2018 günü Soçi’de mutabakata varmadık mı? 15 Ekim gününden itibaren HTŞ’yi silahsızlandıracaktınız. Silah bırakmak şöyle dursun, adamlar İdlib’in % 85’ini işgal ettiler. Sizin ÖSO bile boş vakitlerinde Lazkiye taraflarına füze fırlatarak eğleniyor. Oradaki Selefî terör odakları benim ülkemi tehdit ediyor, kardeşim! Suriye ordusu harekât yapacak, ben de havadan karadan destekleyeceğim.”
Reis: “İstediğini yap. Benim İdlib politikam çöktü maalesef. Sen gir aşağıdan, ben de askerî gözlem noktalarımı kuzeye çekeyim. Aslında bizim ordu HTŞ’yi pırasa gibi doğrar, fakat senin uçağı düşürdüğümüzde BM Güvenlik Konseyi’ne verdiğin belgeler yüzünden bütün dünyanın bildiği gibi, oradaki Selefî örgülerle iş yaptık biz uzun süre. Onları eğitip donattık, otellerimizde misafir, hastanelerimizde tedavi ettik. Şimdi ayıp olur, biliyor musun… Ayrıca biz sert yaparsak, adamlar uyuyan hücrelerini uyandırıp, “Türkiye vilayetidir,” dar-ül harptir, cihat etmek sevaptır, diyerek üstümüze gelirler, büyük şehirlerde terör yapmaya başlarlar. Sınırda benim resimlerimi nasıl yakıp küfrettiler, görmedin mi? Ben tam demokrasi açılımı, “çözüm süreci,” yargı reformu yapacakken, canıma okurlar benim! Senden tek ricam, oradaki sivil halkın göç istikametini kuzeye değil, doğuya doğru, barış koridoruna doğru çevirmen. Ben orada onlara 250-300 metre karelik bahçe içinde şirin evler yaptıracağım TOKİ’ye, çocuk parkları, çift minareli camiler falan… Orada oturup hem ziraat yapacaklar, hem ibadet edecekler, hem de silahlarını yağlayacaklar…”
Ruhâni’yle görüşmeleri de dramatik geçmiş olmalı.
Önce besmele çekip, Kuran’dan durumun vahametine uygun ayetlerle “mukabele” yapmış olmalılar. Ortodoks Putin bile, Suriye-Türkiye stratejik anlaşmasının Allah’a kaldığını belirtmek istercesine, “Müslümanlar kardeştir” şeklinde, yani “Esat ve sen kardeşsiniz, yapmayın böyle!” manasında Kuran’dan alıntı yaptığına göre, bu ikisi kim bilir nasıl uhrevî bir havada konuşmuşlardır.
Bu havaya ilişkin bilgim kısıtlı olduğu için tahmin yapamıyorum. Fakat Ruhâni’nin kaşlarını çatarak şöyle dediğinden eminim: “Hem Suriye’nin toprak bütünlüğünden söz ediyorsun hem de Amerikalılarla birlikte Suriye’yi bölmeye çalışıyorsun. Şunu unutma ki ‘Suriye’nin davet ettiği güçler yasaldır.’ Suriye hükümeti bizi davet ettiği için oradayız. Seni oraya davet eden olmadığına göre, oradaki varlığın yasal değildir.”
Bence üzücü bir toplantıydı. Bir yurttaş olarak biraz utandığımı itiraf etmeliyim. Yüzlerce odanın bulunduğu dışişleri bakanlığında insan, böylesine zor günler için Onur Öymen ve Uluç Özülker gibi Cumhuriyet değerlerine bağlı, tarihten coğrafyadan jeopolitikten anlayan birkaç zeki ve öngörülü diplomatı, “Monşer” statüsünde de olsa muhafaza etmez mi?
Ayrıca toplantının Çankaya Köşkü’nde yapılması da üzücü. Külliye’de yapılması daha uygun olurdu. Ruhlar âlemine inanan Sayın Reis’in, böyle bir toplantı yüzünden Mustafa Kemal Paşa’nın ruhen muazzep olacağını, yani acı çekeceğini, Rumeli şivesiyle “Şaşarım aklı perişanına, çucuk” diye mırıldanarak, yanında Tevfik Rüştü Aras olduğu halde köşkün koridorlarında çaresiz dolaşacağını düşünmüş olması gerekirdi. Veryansıntv, 17. 09. 2019