Yavuz Alogan
“Establishment” denilen kurulu düzen / müesses nizam uzun seçim sürecinde paranın yönünü Demokratlar’dan Cumhuriyetçiler’e çevirerek Donald Trump’a zafer kazandırdı, ona “güçlü başkan” imajı bahşetti. İsteselerdi Kamala Harris’i de seçtirebilirlerdi. Kampanyanın çarklarını parayla yağlarlar, onu Meryem Ana, Jan Dark, “Dürüst Abe” Lincoln’ün kadın versiyonu gibi ambalajlayıp seçmenin gözüne sokarlardı. Fakat onu istemediler, profili düşük kaldı.
Enformasyon teknolojisinin devleri, silah endüstrisi ve petro-kimya tröstleri ile Pentagon’dan oluşan karar verici Amerikan gücü, derinleşen Üçüncü Dünya Savaşı koşullarında, biraz kafadan çatlak olmakla birlikte risk alma yeteneğine sahip, saldırganlık derecesinde küstah ve ahlaki değerlerden yoksun birini, cahil bir kibir abidesini ikinci kez başkan yaptı. Sistem, Ocak ayına kadar onu tezgâha yatırıp yontacak, ABD’nin yeni küresel stratejisi bağlamında raporlarla, telkinlerle, tehditlerle eğitecek, boşluklarını dolduracak.
Eğitim şart!
Zira yeni başkan Harward ya da Yale doktoralı biri değil. Baba-oğul Bush’lar gibi CIA’yla halvet olmuşluğu, hatta uzun senatörlük deneyimi bile yok. İnşaatçı, otel işletmecisi, kumarhaneci, playboy! Birinci başkanlık döneminde sistemin raconuna zaman zaman ters düştüğü, “emperyal yankee” mantığıyla değil, basit tüccarın fayda-maliyet analiziyle (win-win) düşünüp davrandığı görüldü.
Eğitim sürecinde Trump’a ABD’nin küresel güç mücadelesinde başa güreşen emperyalist bir ülke, hatta bir ülke değil bir dünya sistemi olduğu, “izolasyonist” bir politika izleyemeyeceği de anlatılacaktır. Hep birlikte “Önce Amerika” sloganının içini dolduracaklar.
Trump, neoconların önünde duraksadıkları statükoyu aşarak onların bıraktığı yerden yola devam edecek. Elbette Roosevelt’in New Deal’ı gibi bir tür Keynesçi (kamu ağırlıklı) iktisat politikası izleyemeyecek. Ulusal sınırları aşarak Tayland ve Güney Kore’den Çin ve Hindistan’a kadar emek maliyeti düşük alanlara saçılmış Amerikan sermayesini toplayıp ülkeye getiremeyecek. Amerikan şirketlerini Pittsburgh’tan Detroit’e uzanan, bir zamanlar ağır sanayinin gelişip serpildiği fakat günümüzde metruk hâle geldiği için “Pas Kuşağı” (Rust Belt) diye anılan bölgeye yerleştiremeyecek.
ABD, 1929-1941 dönemindeki gibi içe kapanarak güçlenme dönemine girmeyecek. Trump, bir suikasta kurban gidecek ölçüde kurulu düzene ve neoconlara ters düşmeyecek. Amerikalılar ikiye bölünüp 1861-1865 İç Savaşı’na benzer bir çatışmaya girmeyecekler. Hispanikler, siyahlar ve göçmenler üzerindeki polis baskısı artacak fakat her şeyi tüketmeye koşullanmış obez orta sınıf Amerikalı, evinde fetiş olarak bulundurduğu silahını politik mücadele aracı olarak kullanmaya cesaret edemeyecek.
Trump döneminde finans ve enformasyon devleri, silah üreticileri, sanal para baronları desteklenecek, Devlet gözetiminde farklı sermaye kesimleri arasında eşgüdüm sağlanacak, gümrük duvarlarıyla iç piyasa canlandırılacak, denetim dışı (rogue) devletlere yönelik yaptırımlar ambargolar ağırlaştırılacak. Muhafazakâr (buna gerici, ırkçı, hatta faşizan da diyebilirsiniz) Amerikan değerleri ve Hıristiyan Siyonizmi, Evanjelik Armageddon saçmalıklarıyla birlikte ağırlık kazanacak.
“Önce Amerika” sloganı emperyalist politikaların maliyetini düşürmek anlamına geliyor. Trump birinci başkanlık döneminde (2017-2021) NATO üyesi ülkelerin ortak savunma harcamalarına yeterince katılmadıklarından yakındı. Son seçim kampanyası sırasında Trump’ın ideologları “uyuyan NATO” kavramını icat ettiler. Buna göre birincil savunma yükü Avrupa’daki müttefiklerin sırtına bindirilecek, ABD ise “son çare olarak denizaşırı dengeleyici” rolü oynayacak. Trump, ABD’nin NATO’daki rolünün azaltılmasını, savunma maliyetlerinin eşit olarak dağıtılmasını, bu arada Avrupa ülkelerinin GSYİH’lerinin yüzde 4’ünü savunmaya ayırmalarını, İttifak Antlaşması’nın 5. Maddesinin (hepimiz birimiz için!) kaldırılmasını istedi.
Bunları istemeye devam edecek mi, ne kadarını isteyecek, göreceğiz. Şimdilik sadece emperyalizmin maliyetini azaltmak istediklerini anlıyoruz.
ABD’nin bu yönde atacağı adımlar gerek Avrupa, gerekse bütün insanlık için çok uzun vadede olumlu sonuçlar doğurabilir. Mesela Türkiye ve Rusya’nın da katılımıyla bir Avrupa savunma konsepti oluşabilir, küresel merkez-çevre ilişkileri değişebilir. Fakat en kısa vadede büyük bir kargaşanın doğacağını, Avrupa merkezli çatışmaların başlayacağını anlıyoruz. NATO şemsiyesinin Avrupa üzerinden çekilmesi durumunda Rusya’nın eski ileriden savunma hatlarına ulaşmak için Baltık ve Doğu Avrupa istikametlerinde hareketlenmeyeceğini kimse garanti edemez.
Neyse uzatmayalım… Şimdilik kaydıyla bu alanda söylenecek her şey spekülatif olur. İki aylık eğitim sürecinin sonunda Trump’ın hangi kılığa bürünerek ortaya çıkacağını bilemeyiz.
Fakat şunu kesinlikle söyleyebiliriz: “Önce Amerika” sloganı Amerikan yurdunda barış ve refah, dünyada savaş ve kriz anlamına geliyor.
ABD’nin stratejik hedefleri Başkan’la birlikte değişmez. Şimdiki hedefler, Rusya’nın süper güç olma imkânından yoksun bırakılarak küçültülmesi; Çin’in alternatif bir küresel güç olarak büyüme ve yayılma çabasının önlenmesi; İsrail saldırganlığıyla açılan BOP’un ikinci perdesinde Suriye, İran ve Türkiye’nin bölünmesi, İsrail’in birleşik Kürdistan projesiyle genişlemesidir. ABD, sorunlu gördüğü her bölgede bizzat çıkardığı kaosu yöneterek hâkimiyet kurmaya çalışacak.
ABD’nin stratejik hedefleri değişmez, yöntemleri çeşitlenir. Dolaylı tutum, vekâlet savaşı, askerî teknolojiyle desteklenmiş hibrit savaş teknikleri, 5. kol faaliyetleri, hatta diplomasi ve “insan hakları” kullanılacak. Bütün taraflar, nükleer savaşa dönüşebilecek doğrudan askerî hesaplaşmadan, kesin sonuçlu çatışmadan, topyekûn savaştan özenle kaçınacaklar.
Trump’ın küstahlığında ve pervasızlığında ifadesini bulan yeni ABD politikaları Türkiye’yi zorlayacak. PKK bölücülüğü, Karadeniz jeopolitiği, Ege ve Kıbrıs sorunlarında Türkiye ağır baskı, şantaj ve tehdit altında her türlü tavizi vermeye hazır hâlde tutulacak.
Trump, Türkiye’yi her buyruğunu yerine getirmeye yatkın çaresiz bir ülke olarak gördüğünü defalarca ortaya koydu. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’nı “Senin ekonomini mahvederim /General Mazlum Kobani sana mektup yazdı /Sert adamı oynama / Aptallık etme” gibi ifadelerle aşağılamış ve tepki görmemiş biri ABD’nin “güçlü başkan”ı oldu.
Partiler üstü profesyonel bürokrasisi olan sahici devletler iç ve dış savaş kargaşası ufukta göründüğü vakit koşullara uygun yöneticileri göreve getirirler.
1930’larda İngiltere’de savaşın yakın olduğunu, Almanya’nın savaşı başlatacağını söyleyen Winston Churchill’in Avam Kamarası’nda yaptığı her konuşma, barış budalalığını sürdüren, daha sonra Münih Antlaşması’yla (1938) Avrupa’ya sonsuz barışın geldiğini iddia eden liberallerin ıslıklı protestolarıyla kesilmişti. Fakat 1939’da Churchill, siyasî rakibi Chamberlain tarafından Amirallik Birinci Lordu olarak savaş kabinesine alındı, ardından Başbakan olarak atandı ve II. Dünya Savaşı’nda İngiltere’yi fiilen yönetti.
Amerikalılar da kovulmuş, yıpranmış, en aşağılık davalara konu olmuş Trump’ı, sermaye fraksiyonlarını birleştireceği, Üçüncü Dünya Savaşı koşullarında ülkeyi yönetebileceği düşüncesiyle, Güçlü Başkan olarak iktidara getirdiler. Daha uygun birini bulamadılar.
Churchill’le kıyaslanamayacak kadar geri ve yüzeysel Trump karakteri, Amerikan sisteminin sahici ve liyakatli lider çıkarma kapasitesinin zayıflığını gösteriyor.
Aynı zayıflık Türkiye için de geçerli. Bizim Establishment’ımız bile yok maalesef. Anayasal sistem sorunuyla yüz yüzeyiz.
Türkiye’nin mevcut koşullara uygun, zorlukların üstesinden gelebilecek bir siyasî iktidar yapısı oluşturması, bürokrasiyi yeniden örgütleyerek Devlet’i dar politik çıkarların üstünde tutacak bir restorasyon sürecini başlatması gerekir. Cumhuriyet’in Devrim Kanunları eli titremeyen Jakoben bir adalet anlayışıyla uygulanmalıdır.
ABD jeopolitiğine uymak için debelenen, “çözüm süreci” gibi tehlikeli oyuncaklarla çaresizce oynayan, kendi altını tutamayan yorgun ve kararsız Saray yönetimi ya da onun alternatifi gibi duran CHP’nin taşra politikacılığıyla Türkiye önündeki badireleri atlatamaz. Veryansın, 10. 11. 2024