DEVLETİN SİGORTA SİSTEMİ

Yavuz Alogan

        Büyük İstanbul depremine hazırlanan fay hatları boyunca deli gibi pedal basarken, tıpkı atıyla konuşan bir binici gibi bisikletime Devlet’i anlatıyorum.

Biz karlarla kaplı steplerde elde kılıç beyaz ordularla savaşırken, seçim sathı mâlinde görünmek için ne yapacağımızı şaşırmışken, adam bisiklet sürüyor, bak şimdi biraz ileride durup piposunu yakacak filan diye öfkelendiğinizi, gıcık olduğunuzu biliyorum.

Fakat konu çok önemli: Devlet’in sigorta sistemini tartışıyoruz.

Sistem tıpkı elektrik sigortası gibi çalışıyor. Nasıl ki elektrik sigortası evdeki bütün elektrikli âletleri aşırı akımlardan koruyorsa, Devlet’in sigorta sistemi de anayasal düzeni ve kamu kurumlarını krizden ve kaostan korur, devletin çökmesini önler. Sigortası çıkarılmış evde aşırı elektrik cereyanı nasıl yangın çıkarırsa, sigorta sistemi olmayan devlet de ağır toplumsal buhran koşullarında alev alır, iç savaşa sürüklenir.

Devlet’in en önemli sigortası halk sınıflarını ve zümrelerini, yani gerçek işçileri ve çiftçileri, burjuvaziyi ve tüccarları, asker ve sivil bürokratları, eğitimcileri ve sanatçıları temsil eden, icra organlarını denetleme kabiliyetini haiz sahici bir parlamentodur. Toplum Sözleşmesi, ifadesini parlamentoda bulur. Devlet’i yönetenler şöyle derler, “Hayır, ben bu kanun tasarısını meclise indiremem, milletvekilleri bunu kabul etmezler.”

Bu, demokrasidir.

Fakat parlamento sadece zenginlerden, şahsi menfaatlerini müstevlinin siyasî emelleriyle tevhid etmeye hazır işbirlikçilerden, kanun kaçakları ve bölücü iç savaş faillerinden oluşuyorsa ve Devlet’i yöneten, sistemin her türlü ideolojik akımı kaldırabileceği zannıyla, “Ben bu siyasî partileri parayla, şantajla kendime bağlıyorum, baskıyla hizada tutuyorum, şeriat kanunlarını bile meclisten geçiririm” diyorsa, orada artık sigorta yoktur, demokrasi de yoktur.

Paranın kölesi olmayan özgür ve tam bağımsız medya da Devlet’in önemli bir sigortasıdır. Denetlemekle görevlidir. Devlet yolsuzluğa, rezilliğe battığında, anayasayı, yasaları ihlâl ettiğinde önce bu sigorta atar. Bu sigorta çalışmıyorsa, Devlet her ne isterse yapabilecekmiş gibi ölümcül bir yanılsamaya kapılır, bütün devrelerini ve aygıtlarını yakar. Medya’nın gücünden korkmayan yönetim rehavet içinde gaflet, dalâlet ve hıyanet yönünde dört nala kendi felaketine doğru koşar. Aynası olmayan çirkin bir ucube gibi kendi güzelliğine hayran kalır.  

Bir diğer önemli sigorta örgütlü toplumdur. Siyasî partilere bağlı sarı sendika ağalarının değil bizzat işçilerin örgütlediği güçlü sendikalar, yabancı proje fonlarından ve terör örgütlerinden beslenmeyen, bizatihi üyelerinin çıkarlarını savunan kitlesel katılımlı meslek örgütleri, aracıların hırsızların yönetmediği üretici kooperatifleri aynı zamanda Devlet’in sigortasıdır. Devlet onlara bakarak, taleplerini dikkate alarak yönetir. Devreler ısınınca kendine çeki düzen verir.

Bunun yerine, nüfusun dörtte biri kendi eğitim sistemi, kendi yasaları ve âdetleri olan tarikat ve cemaatlerde örgütlenmişse ve dörtte üçü kendi modern özörgütlerinden yoksunsa, Devlet’in sigortası yoktur. Toplumsal buhran zamanında, toplum bütün normlarını kaybederek içe ve dışa doğru anomik patlamalarla sarsılmaya başladığında Devlet, belirsiz ve şekilsiz, ne yapacağı belli olmayan kara ve karanlık insan bulamaçlarıyla yüz yüze gelir. Sigorta sistemini kendi eliyle söktüğü için yüksek akıma maruz kalır ve bozulur.

Bakınız Avrupa’da çiftçi kitleleri traktörleriyle, iş araçlarıyla büyük kent meydanlarını işgal etti, hükümet binalarını kuşattı, icabında polisle çatıştı. İktidar katından konuşan lider bozuntusu bir tane hödük politikacı çıkıp, “tek bir cam kırar, bir damla kan dökerseniz ananızı belleriz” diyebildi mi? Diyemedi. Neden? Çünkü on binlerce örgütlü çiftçiyi tutuklayamaz, “Cüce” Ping’in 1989’da Tien An-men Meydanı’nda yaptığı gibi ateş açıp binlerce kişiyi yere sermeyi aklının ucundan bile geçiremez.

Fransa’da Devlet, sigortanın atmak üzere olduğunu anladı ve çiftçi sendikası FNSA’nın taleplerini (mazotta vergi artışlarının iptali, zirai ilaç maliyetinin düşürülmesi, ithal gıdaya kısıtlama getirilmesi) kabul etti. Böylece neoliberal kapitalizme karşı nice örgütlü isyan dalgasından biri başarılı oldu, ardından yeni dalgalar gelecek…

Bazı her dâim neşeli insanlar “Oh ne güzel, Avrupa karışacak, ABD’de iç savaş çıkacak!” diye zil takıp oynuyorlar. Peki kapitalist dünyanın diğer ülkelerine, Rusya, Çin ve mesela 2019’da 200 milyon işçinin aynı anda greve çıktığı Hindistan’a bu karışıklıklar ve iç savaşlar yansımayacak mı? Rus oligarkları ve Çinli milyarderler sosyal refah devleti ve toplumsal kalkınma için ter döküyorlar da biz mi göremiyoruz?

Rusya füzesini kaldırdı, yakında ateşleyecek ya da NATO tarihinin en büyük askerî tatbikatını başlattı, Rusya’yı kuşatıyor diye sevinen tuhaf tipler var. İnsan hayret ediyor!

Ya halkların neoliberal küresel kapitalizme karşı mücadelesi üçüncü emperyalist paylaşım savaşını durdurur ve yeni bir dünya düzenine kapı açar ya da bu gezegen nükleer savaş sonrasında insan denilen yaratığı evreler hâlinde sırtından atarak yenilenme imkânına kavuşur.

Sosyalist iseniz, dünya savaşı karşısında “Zimmerwald Konferansı Manifestosu”nun (1915) ruhuna sadık kalacaksanız. Yurtseverseniz, ülkenizin savaşta aktif tarafsızlığı için mücadele edeceksiniz. Hiçbir şey iseniz ancak futbol maçında takım tutar gibi tezahürat yapabilirsiniz.

Amerika’da iç savaş çıkacak. Peki o sırada Türkiye’de ne olacak?

AKP, Devlet’in bütün sigortalarını söktü. Devlet’i  kendi partisine, tarikat ve cemaatlere işgal ettiren Saray, bütün toplumu fakir-fukara-garip gurabadan oluşan bir çoğunluk ile  zengin-açgözlü-küstah ve cahil bir azınlık olarak ikiye böldü. Yarattığı ucubenin sonuçlarıyla yüzleşmeye hazır değil, çünkü hâlâ yönetebildiğini sanıyor. Yönetemediğini fark ettiğinde çok geç olacak.

Gelir eşitsizliği ve toplumsal buhran siyasî iktidarın popülizm maskesini düşürdü ve Hakikat olanca müstehcenliğiyle, iktidarı işgal edenlerin her türlü yolsuzluğu ve rezaletiyle birlikte ortaya çıktı. Şimdilik seçim ortamında şeriat ilan etmekle oyalanıyorlar, zararsız küçük silahlı provokasyonlarla seçmeni korkutmaya, dikkatini ekonomiden başka yerlere çekmeye çalışıyorlar. Aslında demokrasi tramvayından inmek istiyorlar ama ineyim derken tepe taklak düşmekten korkuyorlar. Bu yüzden bir süre sahanlıkta tutunarak gidecekler, inmek için fırsat kollayacaklar.

Bütün sigortalarını kendi eliyle söken Devlet, maruz kalacağı darbeleri önleyecek tampon mekanizmaları yok etmiş, erken uyarı sistemlerini devre dışı bırakmıştır. İyice merkezileşmiş çıplak devlet, aşırı politikleşmiş kesimlerde ihtilâlci arzular uyandırır. Bu arzular devrimlere ve karşıdevrimlere yol açar, bir kesim için devrim olan kalkışma öteki kesim için karşıdevrim olur. 

Sigortası olsun olmasın Devlet dediğimiz şey son tahlilde ele geçirilebilen, yıkılabilen, yeniden kurulabilen bir şeydir. Toplum sözleşmesine dayanmayan bir devlet ne kadar ayakta kalabilir? Yurttaşlarına tedrisatı tevhit edilmiş parasız bilimsel laik eğitim, kalitesi yüksek parasız sağlık hizmeti, istikrarlı bir sosyal güvenlik sistemi, âdil bir vergi  usûlü  ve en önemlisi can güvenliği sağlamayan, üstelik merkezinden en uç birimlerine kadar her türlü yolsuzluğa batmış bir Devlet’e,  sırf o bir devlettir, yegâne devletimizdir diye itaat etme mecburiyeti var mıdır? Yenisini kurarsınız. Siz kuramazsanız başkaları kurar. Veryansın, 04. 02. 2024

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *