DÜNYAYA BAKIŞ

Yavuz Alogan

         Kameraların önünde boncuk gibi gözyaşı döken Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun görüntüsü yeni bir diplomasi çağının başladığına işaret ediyor. Adamcağız ağlıyor.  ABD Başkanı ona telefonda defalarca küfretmiş. Amerikan maçosunun, hafiften “woke” takılan, LGBT yürüyüşlerine katılan Justin’e hangi sıfatlarla hakaret ettiğini tahmin etmek zor değil.

         Ya da Ürdün Kralı’nın Oval Ofis’te yüzündeki tiklere hâkim olamayarak koltuğun ucuna ilişmiş elleriyle oynarken verdiği görüntüye bakalım. Trump ona özetle, “Bırak bu kral ayaklarını, bari Filistinlilerin kralı ol da işe yara, sınırlarını aç, yoksa seni ayağımın altına aldığım gibi…” şeklinde sözler söylemiş olmalı.

         Yeni Yankee militanları zavallı Zelenski’yi ortalarına alıp nasıl patakladılar, borcunu öde diye sıkıştırıp değerli madenlerini alacağız, seni Rusya’nın karşısında cascavlak bırakacağız diye nasıl tehdit ettiler, “Nerede lan senin takım elbisen?” gibisine nasıl taciz ettiler!

         Can havliyle kendisini Avrupa’ya atan Zelenski muhtaç olduğu şefkat ve ilgiyi orada buldu. İngiltere Başbakanı Keir Starmer, “Sonuna kadar Kiev’in yanındayız,” dedi fakat hemen sonra The Guardian’a bir demeç vererek, Ukrayna’ya yardımın “ABD’yle ortak yapılması gerektiği”ni kaydetti. Ağlıyorlar, feryat ediyorlar ama reelpolitik’in kılavuz ipini asla bırakmıyorlar.

         Zelenski yeni diplomasi çağına hemen uyum sağladı. “Oval Ofis’teki tartışmadan pişmanım, Trump’ın güçlü liderliği altında çalışmaya hazırım,” diyerek boynunu büktü. Değerli madenleri nasıl verelim ağbime, siz mi gelip alırsınız, yoksa biz mi getirelim mealinde konuştu. 

         1938 Çekoslovakya krizi sırasında Edvard Benes’in ya da 1941’de Macaristan Naibi Amiral Miklos Horthy’nin Berghof’ta Führer’den fırça yediği korkunç sahneler insanlığın derin belleğinde canlanmış olmalı.

         Bu arada ABD, Ukrayna’ya askeri yardımı kestiğini, artık istihbarat da paylaşmayacağını ilân etti. Avrupa’da telaş başladı! 

         Tam o esnada   Wall Street Journal (WSJ), ABD’li finansör ve yatırımcı Stephen Lynch’in Kuzey Akım 2 doğal gaz boru hattını satın almak için ABD Hazine Bakanlığı’ndan izin istediğini bildirdi. Yoksa Yankee, Avrupa’nın enerji boğazını sıkarak AB ülkelerini kontrol altına almayı mı planlıyor?  

         Şimdi bütün gözler müstakbel Şansölye Friedrich Merz’e çevrildi. Ne yapacak?  Geniş bir manevrayla Angela Merkel’in Ostpolitik (doğu politikası) stratejisine dönerek Rusya’ya mı yaklaşacak, yoksa Trump’ın kuyruğuna yapışıp silahlanma yarışına mı girecek? Yeni AB, Almanya-Fransa çekirdeğinin etrafında nasıl oluşacak? Birleşecek mi,  dağılacak mı?

         “Bize âdil davranmazlarsa NATO’dan çıkarım,” dedi Trump. Emperyalizmin artık çok masraflı olduğunu, tasarruf etmek gerektiğini düşünüyor. Peki Avrupa’nın üzerindeki nükleer şemsiye ne olacak? “Korkmayın,” dedi Emmanuel Macron, “gelin, Fransa’nın nükleer şemsiyesi altında toplanın!”  Bunun üzerine Dimitriy Medvedev, “Senin şemsiyen bizim Oreşnik füzelerimize yetmez küçük Mikron,” mealinde dalga geçti, “2027 seçimlerinden sonra yoksun sen,” dedi. Lavrov ise ona küçük Napoleon diye hitap etti, Borodino Savaşı’nı (1812) hatırladık.

         Bu arada Budha sessizliği ve Konfüçyüs bilgeliğiyle gelişmeleri izleyen Çin ile telaşlı bir sevinç içinde kabına sığamayan Rusya kendi aralarında yeni vaatler ve taleplerden oluşan zorlu bir pazarlık sürecine hazırlanıyor olmalılar. Rusya ve Hindistan’ın doğu ya da batı istikametinde birkaç milim hareket etmesi ABD-Çin rekabetini etkileyecektir. 

         Son zamanlarda Putin, I. Dünya Savaşı ve onu izleyen Rus İç Savaşı (1918-1922) dönemindeki Lenin gibi konuşmaya başladı: “Rusya sizin düşmanınız değil, sizin gerçek düşmanınız başınızdaki liderler!”      Avrupa halkları dünya savaşını iç savaşa çeviriniz, diyecek neredeyse. Fakat Trump’ın hedefi olmaktan bir türlü çıkamıyor.   Başkan’ı Pentagon’dan uyardılar herhalde, Rusya’ya fazla yaklaştın, biraz uzaklaş, diye. Bunun üzerine Trump, Rusya’nın da hedefte olduğunu açıkladı; “Ateşkes ve barış için nihai çözüm anlaşmasına varılıncaya kadar Rusya’ya geniş çaplı bankacılık yaptırımları ve vergiler uygulamayı ciddi şekilde düşünüyorum,” dedi.

         Sırada elbette İran var. Trump’ın İran’a “Nükleerden vazgeçin ve bize teslim olun” mektubuyla, Akdeniz’de ortak ABD-İsrail tatbikatı neredeyse eşzamanlı oldu. Tatbikatın adı da çok manidar: “Birleşik Müşterek Tüm Alan Tatbikatı.” BOP’un ikinci perdesine yakışan, bütün bölgeyi kapsayan bir isim.  İran’a hazırlanıyorlar.

         Yakında Trump bize de, aptal olmayın, General Mazlum Abdi sizi seviyor, İsrail’le birlikte Suriye’ye sahip çıkın, Kürt Devleti’ni himaye edin, Rum tarafıyla görüşüp şu Kıbrıs işini de hallediverin, orası bana lazım, aksi hâlde senin ekonomini mahvederim diye bir mektup yazabilir.

         Neyse uzatmayalım… Fakat ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun alnına siyah bir haç çizerek ekranlara çıkıp Müslüman âlemini tehdit etmesi çok manidar. Bu durumda bizim Reis, başına sarık dolayıp sırtına kaftan alarak ekranlara çıkıp Sokollu Mehmed Paşa gibi, “Bu devlet öyle bir devlettir ki murad edinirse, cümle donanmanın direklerini altından, lengerlerini gümüşten, halatlarını ibrişimden ve yelkenlerini atlastan…” diye söze başlasa, kim ne diyebilir?

         Bütün bunlar merhum Samuel Huntigton’ın 1996’da yazdığı Medeniyetler Çatışması’nı doğruluyor maalesef. Mealen şöyle diyordu: “Merak etmeyin arkadaşlar, Fukuyama’nın iddia ettiği gibi tarih sona ermedi, sadece sınıf mücadelesi ve komünizm sona erdi. Önümüzde medeniyetler ve kültürler çatışması var, daha nice savaşlar bizi bekliyor.”

         Neyse, uzatmayalım ve esasa gelelim…

         ABD’nin II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan dünya düzenini parçaladığını; BM ilkelerine, NATO tüzüğüne, uluslararası ticaret anlaşmalarına uyduğu ve ulus-devletlerin egemenliğine saygı gösteriyormuş gibi yaptığı sürece küresel hegemonya mücadelesinde geri kalacağı düşüncesiyle Trump boğasını arenaya saldığını;  bu arada meşhur “Establishment”ın içinde tekno-sermaye ile silah endüstrisinin birleşerek diğer sektörleri Trump aracılığıyla karar merkezinden uzaklaştırmaya ve  devlet bürokrasisini dağıtmaya/yenilemeye çalıştığını anlıyoruz.

         Elbette ABD içinde sert bir ideolojik mücadele var. Dört yılın sonunda dünyanın kan revan içinde dönüşmüş olacağını ya da ipin ucunu kaçırması hâlinde Trump’ın  (adam belki de klinik anlamda deli!) Nixon’ın Watergate’ini, Clinton’ın Lewinsky’sini ya da Harvey Oswald’ın Kennedy’i hedef alan kurşunlarını hatırlatan bir akıbete duçar olarak sahneyi terk edeceğini öngörüyoruz. Makul adamlar deliye açtırdıkları yoldan ilerleyecekler.

         Türkiye ne yapacak? Bizi ilgilendiren budur.

         Saray erkânının büyük bir dikkatle dünyaya baktığını ve her krizden bir fırsat çıkarmaya çalıştığını anlıyoruz. Ben Reis’e kefilim. Yeni diplomasi çağına uygun bir şahsiyet kendisi. Trump ağzını bozduğu anda Kasımpaşa tarzında bir Osmanlı şamarını müteakiben kuvvetli bir el enseyle kefereyi alaşağı edecektir.

         Şaka bir yana, Saray’ın AB üyeliği karşılığında Avrupa güvenlik mimarisine talip olması, risklerine rağmen şu anda yapılabilecek yegâne makul harekettir. Bu yolda ilerlemenin (mümkün olursa) Türkiye’deki rejim üzerinde de etkileri olur.   AB üyeliği söz konusu olamaz elbette fakat Avrupa Siyasî Topluluğu bağlamında Türkiye böyle bir işlev edinebilir. Bu hamle Ukrayna barışından sonra Rusya’yla ilişkilerimizi dengede tutmayı da sağlayabilir.   Fakat bunun için Türkiye’nin BOP’un ikinci perdesinden, özellikle İran savaşından bütünlüğünü ve ordusunu koruyarak sağ çıkması ve Suriye’de başlayan, Irak’a da yayılacağı anlaşılan kanlı mezhep savaşından uzak tutulması gerekir. Saray, bunu yapabilecek mi?

         Milletin kimliğiyle oynamaktan, Türk milletini Arap-Türk-Kürt ümmeti olarak tanımlamaktan vazgeçmeleri, mezhepçi söylemi dış politikadan ve medyadan silip çıkarmaları, gerekirse buna mecbur bırakılmaları şarttır. 

         Lazkiye çevresinden gelen Ortaçağ katliam ve işkence   görüntüleri Colani’nin tabanını tutamayarak aslına (IŞİD) dönmekte olduğunu gösterdi. Türkiye’nin mezhep çatışmasında taraf gibi görünmesi, algılanması bile çok tehlikelidir.  İki gün önce dış basın, katliam haberlerinin ardından SMO birliklerinin İdlib’e girdiğini duyurdu, zırhlı birlik görüntülerine yer verdi. Orada ne yaptıklarını bilmiyoruz. Bu haberler yayılırken merkez ve muhalif medya CHP’nin sorunlarını, İmamoğlu’nun diplomasını tartışıyordu.     Burnumuzun dibinde yaşananlar hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Bundan sonra da bilmeyeceğiz.

         Dünya çapında en büyük olası felaket nükleer silah kullanımıdır. Türkiye’nin   belirleyici sorunu ise güvenliktir. İç güvenlik, sınır güvenliği ve demografik denetim…  Veryansın, 09. 03. 2025