Yavuz Alogan
Yakın dönemin tarihsel tecrübesi siyasî İslam’ın Devlet yönetme, İslamî bir demokrasi ya da diktatörlük kurma kapasitesinden yoksun olduğunu kanıtladı.
İran’ı ayrı tutmak gerekir. Oradaki iktidarın sınıfsal bir temeli (Bazarîler) ve İmamlar’ın vârisi olma iddiasındaki din adamlarının diktatörlüğüne meşruiyet sağlayan bir tür devlet teorisi (Velayet-i Fakih) vardı.
Türkiye’de İslamcılar yirmi yıl iktidarda kaldılar, Devlet’in bütün kurumlarını yıktılar fakat yenisini kuramadılar. Çıkarlarını temsil ettikleri sınıf bizzat yarattıkları cemaatçi lümpen burjuvaziden ibaret.
AKP’nin bunca zaman iktidarda kalmasının iki sebebi var.
Birincisi, ekonomi alanında neoliberal kapitalizmi abartılı, sınırsız ve ölçüsüz biçimde uygulayarak küresel merkezlerin desteğine süreklilik kazandırması; ikincisi ise, cemaat ve tarikat şebekelerine aktarılan devlet kaynaklarıyla nüfusun en alt kesimlerini kapsayan geniş bir yardımlaşma ağı örgütlemesi.
Özal ve Derviş’in açtığı neoliberalizm yolunda ilerlediler, Müslüman Kardeşler’in bütün Ortadoğu’da uyguladığı örgütlenme yöntemiyle güçlendiler.
Böylece Saray, dış politik desteğin ve sıcak para akışının sürekliliğini ve kendisine oy veren seçmen kitlesinin konsolidasyonunu (pekişmesini) sağladı.
Ulaşılması gereken ayrı bir İslâm medeniyetinin varlığına ilişkin iddialar ve dinî söylem, Saray’ın ülke kaynaklarını yağmalatmasını gözlerden saklamak ve kendi iç cephesini sağlam tutmak için halka dayattığı ideolojik bir propagandadan ibaret.
AKP’nin bunca zaman iktidarda kalmasının bu iki sebebi ters etki yaratarak ortadan kalkıyor.
Birincisi, Reagan-Thatcher döneminde hızlanan ve yayılan, kamusal olan her şeyin özelleştirilerek piyasaya aktarıldığı neoliberal kapitalist dönem, devletin ekonomide giderek ağırlık kazanacağı bir sürece evriliyor. Bu süreç pandeminin gerektirdiği önlemlerle başladı, Batı-Çin rekabetinin, silahlanmanın ve bölgesel savaşların yarattığı ortamda hızlanıyor. Dönüşümün yönü serbest piyasa vahşetinden planlı devlet müdahalesine doğrudur.
Saray Devleti’nin bu dönüşüme ayak uyduracak zihniyeti, kadroları, kurumları ve kaynakları yok. Gizli IMF programını uygulayarak ülkeyi borçlandırmaya, yağmalatmaya, halkı yoksullaştırmaya, toplumsal buhranı/yozlaşmayı artırmaya devam edecek. İktisatçılar Türkiye’de klasik tanıma uygun bir iktisadi kriz olmadığını, sorunun devlet eliyle aşırı servet transferinden, gelir dağılımının aşırı derecede bozulmasından, kötü yönetimden kaynaklandığını defalarca söylediler. İktisadi kriz değil, toplumsal bir bir buhran, bunalım var dediler.
Saray rejimi şimdilik içe doğru gerçekleşen sosyal patlamanın (intihar, cinayet, çeteleşme, sokak şiddeti) zamanla kendisine yönelmesini önleyecek, tam olarak biat etmiş, adanmış, sonuna kadar güvenebileceği baskı mekanizmalarına da sahip değil.
İkincisi, AKP seçmeni dâhil halk kitleleri gerçeği gördü. Siyasî iktidarın eylemi ile söyleminin farklı olduğunu, ülkeyi yönetemediğini, politikacıların ikiyüzlü ve paragöz, tarikat ve cemaatlerin zengin ve bencil olduğunu, dayanışma ağlarıyla oy ticareti yapıldığını, toplumun dinle aldatıldığını kuşkuya yer bırakmayacak şekilde anladılar.
Günlük hayatın içinde insanlar rejimin yarattığı anominin (geleneksel değerlerin ve toplumsal bağların çözülmesi) ve derin yozlaşmanın hedefi olduklarını, topluca tepki göstermedikleri sürece yaşanan rezilliğin ortağı olacaklarını da gördüler. Saray rejimi sürdükçe her gün yeni bir rezalete, korkunç bir olaya uyanacaklarını anladılar, yarının bugünden daha kötü olacağını hissettiler, tepkilerini yerel seçimlerde kısmen gösterdiler. Gördükleri, anladıkları hakikati ya kabullenecekler ya da isyan edecekler.
En genelde dinî söylemin siyasî (siyasî!) etkisini kaybetmekte olduğunu, tarikat ve cemaatlerin hoşnutsuz halk kitlelerinden soyutlanarak tecrit olduklarını, AKP’nin dayanışma ağlarının parçalandığını anlıyoruz.
Altılı Masa deneyimi toplam muhalefetin örgütsüzlüğünü ve çapsızlığını, ana muhalefet partisinin -terimi mazur görünüz lütfen!- politik enayiliğini, öngörüsüzlüğünü kanıtladı. Hiçbir şey yapmasa, hatta muhalefet bile etmese kendiliğinden ilk seçimlerde iktidar olacağına dair bir yanılgıya kapılan CHP, seçimleri kazandıktan sonra Saray rejimini normalleştirmeye çalıştı. Temel sorunlarda açık tavır almaktan kaçınarak, sığ polemiklere girerek zaman kazanmaya çalışıyor. Üç başlı parti kendi içinde iktidar mücadelesi veriyor.
Şunu unutmamak gerekir: Saray Rejimi ülkeyi buhrandan çıkaramayacak kadar zayıf fakat siyasî toplumu manipüle edecek kadar güçlü. Kaybedeceğini anladığı seçimi erteleyecek mekanizmalara sahip. İç siyasette geniş bir manevra alanı var. Sayın Reis’in “Biz bitti demeden hiçbir şey bitmez” sözü açık bir niyet beyanıdır. Saray iktidarda kalmaya mahkûm ve mecbur, çekildiği anda sınıfsal ve politik ortaklarıyla birlikte büyük bir felakete uğrayacağını biliyor. İktidarda kalmak için her şeyi yapabilir. Bir hanedanlık kurabilecek mi? Kendisinden sonra ailesine, muazzam servetine ne olacak? Temel kaygıları bunlar…
Bu yüzden “iç cephe” söylemiyle kendisine bir tür geniş cephe kurarak iktidarını sağlama almaya çalışıyor. Acayip derecede özgürlükçü anayasa, “çözüm süreci” olacak mı olmayacak mı, muazzam dış tehditler (İsrail saldıracak, savaş kapımızda vs) gibi konularla gündemi değiştirmeye, kafaları karıştırmaya, siyasî toplumun enerjisini gereksiz tartışmalarla tüketmeye çalışıyor. MHP’yi öne sürerek CHP-DEM’i kendi liderliği altına hizaya sokmak, tavizler ve tehditlerle Meclis’teki siyasî partileri kendisine ortak etmek ve bir Saray Anayasası’yla iktidarını sürdürmek gibi umutsuz bir çaba içinde.
Bu şartlarda Anayasa’nın ilk dört maddesi ne olur, çözüm süreci olur mu olmaz mı, İsrail bize saldırır mı diye tartışmanın, dikkat dağıtmanın ya da aynı görüşte olanları ikna etmeye (!!!) çalışmanın anlamı olsa da faydası yok. Bunlar sahte ve yönlendirici gündemler. Fazla anlam yüklemek, arkasında derin planlar aramak yersiz. AKP’nin anayasa diye bir derdi hiç olmadı. Dünyaya kafa tutuyormuş gibi yaparken, Atlantik cephesinin jeopolitik dayatmalarına harfiyen uydu.
Sınırların dışında düzenli ordu kurarak ABD ve İsrail’in vekil gücü olmuş, dışsallaşmış PKK’yle neyi çözeceksin? İmralı emir verecek, ABD’nin kara ordusu silah bırakıp terhis ve teslim olacak. Öyle mi?
Gerçekten korktukları tek bir şey var: sosyal patlama, Haziran Ayaklanması benzeri bir isyan dalgası. Hesap günü!
Saray’ın bunca yıl iktidarda kalmasının iki sebebi bu yazının girişinde öne sürüldüğü gibi ortadan kalktı. Saray Rejimi zamanını doldurdu, altı boş. İktidar çevrelerinde, hatta Saray’ın içinde bile söylem birliği yok. Şaşkınlık ve çaresizlik var. Muhalefetin korkaklığı, acizliği, yanılsamaları ve elbette dış destek sayesinde ayakta duruyor, ömrünü uzatmaya çalışıyor. Tartışılması ve düşünülmesi gereken soru şudur: siyasî iktidar makamı nasıl boşalacak, orayı kimler, hangi programla dolduracaklar? Toplum Sözleşmesi nasıl yapılacak? yalogan@gmail.com