OYNAK KANUNLAR ZAMANI

Yavuz Alogan

        Kendi kadrolarıyla Devlet’i ele geçiren, kendisini devlet olarak yapılandıran iktidar partisinin, bütün kanun kararname, tüzük ve yönetmelikleri kendi parti programına uydurması gayet doğaldır. Devlet’i tek bir partiye teslim etmişsiniz, bu saatten sonra, “Fakat Türkiye bir hukuk devletidir,” diye ağlaşmanın ne faydası var?

Elbette Saray yönetimi “maarif müfredatı”nı hazırlarken kendi parti programını, partisinin azami hedeflerini dikkate alacaktır; Silahlı Kuvvetler’e atama yaparken kuvvet komutanlıklarını devre dışı bırakıp karar yetkisini bakanlıklara verecek, subayların terfi bekleme sürelerini Reis’in iki dudağının arasına yerleştirecektir; kendi partisinin programına sadık rektörleri, yüksek yargıçları seçip atayacak, Merkez Bankası Başkanı’nı programdan saptığı anda değiştirecek, TRT Genel Müdürü’ne en yüksek maaşı verecek, hayvanat bahçesi müdürünü TÜBİTAK biriminin başına getirecektir.

Devlet olan siyasî parti kendi parti programını uygular, bütün yasal düzenlemeleri kendi asgari ve azami hedeflerine uydurur. Parti  artık devlettir, devlet ise partidir.

Buna rağmen ancien (eski) rejimden arta kalan bazı kurumlar sorun çıkarabilmektedir.  Yargıçları Saray tarafından özenle seçilmiş olmasına rağmen Anayasa Mahkemesi (AYM) bu kurumlardan biridir. Bu mahkeme tarihe havale edilmedikçe iktidar bloku huzura kavuşamayacaktır.  Siyasî iktidar ortaklarının ve yalakalarının mahkemeyi hedef alması, onun mahkeme olmaktan çıktığını, dış güçlerin hizmetine girdiğini, hatta PKK’yi kolladığını, “Geziciler”den yana olduğunu söyleyip durması tesadüf değildir.  Çünkü AYM  farklı bir konjonktürde ansızın şekil değiştirerek Cumhurbaşkanı’ndan meclis başkanına, yüksek yargı mensuplarından genel kurmay başkanına kadar bütün devlet ricalini Anayasa’nın terazisinde tartarak yargılama yetkisine sahip bir Yüce Divan’a dönüşebilecektir.  

Gelecekte yargılanma olasılığına açılan bütün kapıları bir daha aralanmayacak şekilde kapatmak yolsuzluğa batmış her rejimin en önemli hedefidir.

1961 Anayasası’nın getirdiği Anayasa Mahkemesi yargı bağımsızlığının en yüksek teminatıydı. Devlet’in tepesinde, siyasetin üzerinde kartal gibi durur, keskin gözleriyle kanunların Anayasa’ya uygunluğunu, yürütmenin icraatını, siyasî parti faaliyetlerini denetler, gerektiğinde Yüce Divan’a dönüşerek herkesi yargılardı. Mahkemenin bütün yargıçlarını kovup, yerlerine AKP Merkez İdare Kurulu’nun üyelerini bile oturtsanız, kitapta yazılı olarak duran yetkiler kısmen de olsa hükmünü icra edecektir.

İktidar kanadından gelen saldırılar karşısında AYM doğal olarak kendi varlığını korumaya, rüştünü ispat etmeye çalışıyor.  Son olarak  CHP’nin 6 yıl önce yaptığı bir başvuruyu karara bağlayarak 703 sayılı KHK’nin bazı hükümlerini iptal etti. Sayın Saray’ın rektör atama ve görev süresi dolmadan Merkez Bankası Başkanı’nı değiştirme vs kararları iptal edildi. Meğerse Saray’ın çıkardığı KHK’ler Anayasa’ya aykırıymış!

Mevcut Saray Rejimi’nde kanunların oynak olduğunu, birbiriyle ve Anayasa’yla çelişebildiğini, kararnamelerin kanunlara uymadığını, yasaların torbaya doldurulup tombala gibi çekildiğini, icabında iptal edilip farklı bir kılıkta yeniden torbaya sokulabildiğini ve deneme yanılma yoluyla iktidar partisinin siyasî programına hizmet ettiğini ve bütün bunları eşzamanlı denetleyecek bir kurumun olmadığını anlıyoruz.

Ne var ki AYM’nin iptal kararı birkaç gün içinde yetki, usûl/esas  tartışmaları içinde kaynayıp gitti. Anladığımız kadarıyla, Anayasa’ya aykırı atamalar ve uygulamalar olduğu gibi kalacak fakat rezaleti kitaba uydurmak için KHK’ler 12 aylık bir süre içinde  tek tek ya da torbaya konularak TBMM’ye havale edilip “kabul edenler etmeyenler kabul edilmiştir” şeklinde yasalaşacak. Böylece Sayın Saray’ın KHK yetkisi tartışma konusu olmayacak.

Adalet Bakanı bir soru üzerine AYM’nin iptal kararının bir “karışıklık” yarattığını kabul etti ve bu tip karışıklıkların yeni anayasayla önleneceğini söyledi.  Bunun üzerine AYM kararının “normalleşme” bağlamında sahnelenen bir “demokrasi gösterisi” olduğuna dair kuşkular uyandı. Öyle de olsa, yeni anayasayla  AYM’nin yetkilerini budayacakları anlaşılıyor.  Belki de kapatırlar.

Adolf Hitler için Nazilerin Hukuk Şefi Avukat Hans Frank neyse, Sayın Reis için de o olan Avukat Mehmet Uçum hemen olaya müdahil oldu, Anayasa’nın 130. Maddesine işaret ederek yetki tartışmasına son noktayı koydu.

Nazilerle kıyaslama yaptığım sanılmasın. Onlar çok açık sözlüydüler, dış baskı altında diktatörlüğü demokrasi gibi göstermek için kılıktan kılığa girmek, oynak kanunlarla dans etmek zorunda kalmadılar. Savaştan sonra Nuremberg Mahkemesi’nde yargılanıp idam edilen (1946), yakılan cesedinin külleri Isar Nehri’ne serpilen Hans Frank “Nasyonal Sosyalist ideolojinin karşısında hukukun bağımsızlığı yoktur,” diyebilmişti mesela. Alman yargıçlara şu talimatı vermişti: “Vereceğiniz her kararda önce kendinize şunu sorunuz: ‘Benim yerimde Führer olsaydı nasıl karar verirdi?’ ” (W. Shirer, Nazi İmparatorluğu, c. 1, Ağaoğlu 1970, s. 426). Mehmet Uçum böyle diyebilir mi?

Neyse, konuyu dağıtmayalım.

AYM’nin iptal kararlarından biri fazla dikkati çekmedi. Kararda şöyle deniyor: “125. Maddesiyle 25/6/1958 tarihli ve 7163 sayılı Türkiye ve Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Teşkilat Kanunu’nun yürülükten kaldırılmasının Anayasa’nın mülga 91. Maddesi yönünden Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE…”

Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Türkiye’nin en önemli kurumlarından biriydi.  1958’de Amme Enstitüsü adıyla kurulan, yüksek lisans ve doktora seviyesinde kamu personeli yetiştiren bu akademik  kurum   9 Temmuz 2018’de tek bir kararnameyle kapatılmış, teşkilatı ve bütçesi YÖK’e devredilmiş, arşivine el konulmuş, öğretim üyeleri dağıtılmış,  öğrencileri  Hacı Bayram Veli Üniversitesi’ne aktarılmıştı. 

Kendi bürokratlarını liyakat temelinde akademiden değil, sadakat temelinde tarikat ve cemaatten temin eden parti devleti, kamu personeli yetiştiren bir devlet kurumuna gerek görmemişti. Üniversite yöneticilerini, yüksek kamu görevlilerini tarikat-cemaat dengesini gözeterek işaretleme ve teklif etme görevinin    Cihannüma Derneği’ne verildiğini anlıyoruz.

Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı TODAİE’nin son Genel Müdür’ünün göreve iadesini, kurumun mallarının, arşivinin geri alınmasını ve faaliyetine kaldığı yerden devam etmesini gerektirir. Fakat kurumun içinden yetişen ve önemini bilen akademik personel TODAİE’nin yeniden faaliyete geçmesi için kararlı bir mücadele vermedikçe parti devletinin kılını kıpırdatmayacağı, kurumu kapatma kararını bir kanun torbası içinde Meclis’e indireceği açıktır.

AYM,  yine 1961 Anayasası’nın  iktisadi, toplumsal ve kültürel kalkınmayı gerçekleştirmek için kuruluşuna hükmettiği Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) Saray tarafından kapatılma (2011) kararını  da anayasaya aykırı bularak iptal edebilir mi?   Edebilir.  Bu iptal kararı elbette kamucu, karma bir ekonomik sisteme geçişi sağlamaz ama yeni bir mücadele kapısı açar.

Akademisyenlerin ve hukukçuların Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarını savunmaları, cepheyi genişleterek mücadele etmeleri, iktidar beklentisi, menfaat ve parayla kafayı bulmuş siyasî partileri ve bütün siyasî toplumu anayasa konusunda uyarmaları ve eğitmeleri gerekir.  Planlı ekonomiyi bin Yalçın Küçük azmi ve kuvvetiyle savunmak gerekirdi.

Devlet’in esas teşkilatının akıbeti, Anayasa’nın geleceği gibi sorunlar, emekli maaşlarından, çay ve hububat alım fiyatlarından çok daha önemli ve belirleyicidir. Veryansın, 09. 06. 2024