Yavuz Alogan
Genel seçimler iki gerçeği açığa çıkardı.
Birincisi, Saray rejiminin yerleştiği gerçeğidir. Türkiye’de yerleşik düzen (establishment) artık Saray Rejimi’dir.
Muhalif siyasî partilerin tekil ya da birleşik olarak rejime meydan okuma yeteneğini tamamen kaybettikleri kanıtlanmıştır. Bu partiler Saray rejiminin içinde yer almaktadırlar. Rejim’in partileri olmuşlardır. İktisadî, sosyal, kültürel ve diğer alanlarda rejime alternatif üretme kabiliyetinden tamamen yoksun oldukları görülmüştür.
CHP’nin bu bakımdan bir istisna olduğu söylenebilir. Bu istisna olma durumu, CHP’nin özelliklerinden, kadrolarının niteliğinden, programından değil, Saray’ın bu partiye bakışından kaynaklanmaktadır.
Saray, Sayın Reis’in son konuşmalarının da gösterdiği gibi, CHP’nin peşini bırakmayacak, onu siyaset alanının dışına sürmeye ya da sakatlanmış küçük bir parti olarak marjinalleştirmeye çalışacaktır. Bu tutumun sebebi, CHP’nin tarihsel olarak kurucu parti olmasıdır. Günümüzde bu partinin başta kurucu ideoloji olmak üzere kendi geçmişiyle bütün bağlarını koparmış olması gerçeği, Saray’ı tatmin etmemiştir. Sayın Saray, adında “Cumhuriyet” ve “Halk” sözcükleri bulunan, ismen de olsa Kurucu İrade’yi hatırlatan bir partinin siyaset alanında ana muhalefet olarak yer almasını istememekte, onu rejimine kabul etmemektedir.
Bu parti, bundan sonraki seyriyle ya Mustafa Sarıgül benzeri yırtıcı/ilkesiz siyaset esnafının elinde AKP’yi andıran bir lider partisine dönüşecektir ya da Piro’nun önderliğinde, geçmişte Mustafa Timisi’nin Türkiye Birlik Partisi (1966-1981) ya da diğer başarısız benzerleri gibi bir Alevi partisi olarak siyasî hayatını sürdürecektir. Bu partinin amblemi ve ismi dışında kendi tarihiyle alakası kalmamıştır. Amblemini (bir ara altı ok yerine çınar ağacı figürü tartışılmıştı) ve ismini değiştirmesi, siyasî dürüstlüğün ve tarihe saygının bir gereği olarak övgüyü hak edecektir.
Saray’ın siyasî partilerle ilgili tek ölçütü, bu partilerin rejimi tehdit etmemesi, ona bir alternatif geliştirmeye yeltenmemesidir. Bu şartı yerine getiren, ona riayet eden partiler, ister sağcı ya da solcu, batıcı ya da doğucu olsunlar, ister proletaryanın devrimci demokratik diktatörlüğünü savunsunlar ya da bütün dünya Türklerini birleştirmek istesinler, Saray açısından fark etmeyecektir. Önemli olan, rejimi meşru kabul etmeleri ve Saray’ın getirdiği kurallara ve yasalara itaat etmeleridir. Nitekim itaat etmişler, seçim oyununu Saray’ın kurallarına riayet ederek oynamışlardır.
Seçimlerin ortaya koyduğu ikinci gerçek, en geri taşra ve kasabanın, nüfusun en bağımlı ve cahil kesiminin, büyük kentlerin eğitimli, kültürlü ve gelişmiş kesimine ağır basmış olmasıdır. Hakikat budur!
Sayın Reis’in son konuşmalarının birinde Mustafa Kemal’in “köylü milletin efendisidir” sözünü tekrarlayarak bu acı ve tuhaf gerçeği saptırma girişimi ibret vericidir. Tarikatlar ve cemaatler, çevrelerine topladıkları ahaliyle, partinin dağıttığı ulufeden yararlanan geniş kesimlerle, ümmeti genişleten kaçak göçmenlerden de güç alarak çoğunluğu ele geçirmişler, ülkenin Kemalist Aydınlanma’ya bağlı ilerici halk kesimlerini ikinci sınıf vatandaş durumuna indirgemişler, böylece Saray Rejimi’ni güçlendirmişlerdir. Saray’ın icazetiyle her yaştan yurttaşı hedef alan çok katmanlı dinî eğitim ve propaganda faaliyeti ile halkı yoksullaştırarak kendine bağlamayı amaçlayan bilinçli ekonomi politikaları, Saray’ın kazandığı zaferin esas nedenidir.
Saray, Bakan Şimşek’in izleyeceği felaketli iktisat politikasının vahim sonuçları yurttaşlarca hissedilmeden yerel seçimleri erkene alarak zaferini perçinlemek isteyecek, büyük olasılıkla birkaç büyük kenti Devlet’in bütün imkânlarını seferber ederek geri alacaktır.
Başörtüsüne anayasa güvencesi verildiği andan itibaren Devlet’i paylaşmış olan tarikat ve cemaatler görünür olacaklardır. Terfi etmek isteyen asker ya da sivil memur, işe girmek isteyen yeni mezun, İslamî şekle bürünmek zorunda kalacaktır. Temsilî Meclis’in anayasa yapma girişimi muhtemelen yerel seçimlerden sonraya bırakılacak, Saray Partisi o zamana kadar kendi anayasası için meclisteki partilerle mutabık kalmaya, kamuoyunu hazırlamaya çalışacak, ideolojik saldırısını bu yönde yoğunlaştıracaktır.
Rejime boyun eğmeyenlerin kriz etkenlerini dikkatle takip etmeleri gerekir.
Bu etkenlerin en tehlikeli olanı, NATO’nun Rusya’ya yönelik seferberliği ile Saray Rejimi’nin kararsız denge politikası arasındaki uyuşmazlıktır. Bu uyuşmazlığı Batı, örtülü şantajla, mali baskı ya da kısa süreli ve tahrip edici bir Ege savaşıyla, muhtemelen eşzamanlı olarak ABD’nin beslediği PKK/YPG Ordusu’nu içeride ve dışarıda hareketlendirerek çözmeye çalışacaktır. Ukrayna savaşının Karadeniz üzerinden Türkiye’ye yayılma tehlikesi vardır. Bu alanda Saray’ın elinde, yıpranmış jeopolitik pazarlık aletini sonuna kadar kullanmak dışında bir imkân görülmemektedir.
İkinci kriz etkeni nass’a dayanan heterodoks iktisat politikalarından ortodoks politikalara geçen Saray’ın, adım adım IMF’nin yeniden yapılandırma programına mecbur kalmasıdır. Dış borç ödemeleri programa bağlanacak, tasarruf önlemleri getirilecek, maliyet halkın sırtına yüklenecek, yolsuzluk ve her türlü rezalet biraz daha göze batar hâle gelecektir. Sayın Reis’in, 1986’da bir halk ayaklanmasıyla devrilmeden iki yıl önce IMF’nin yapılandırma programını kabul eden Filipinler Devlet Başkanı Ferdinand Marcos gibi halkı fedakârlığa ve çok sıkı çalışmaya teşvik etmesi ise mevcut koşullarda çok farklı ve sarsıcı sonuçlar doğuracaktır. Ekonominin hiçbir alanında planlama anlayışına yatkın olmayan, üretimi planlayacak tek bir kurum bırakmayan, Devlet’in planlama hafızasını tahrip ederek kamusal olan her şeyi özelleştiren iktidarın en zayıf olduğu alan ekonomi olmaya devam edecektir. Ülke ekonomisi dışarıdan yönetilecek, manipüle edilecektir.
Üçüncü kriz etkeni, nüfusun iktidara aç ve paraya doymayan ortaçağ bölümü ile öfke ve umutsuzluk içinde yoksullaşan modern bölümü arasındaki ve her iki bölümle milyonlarca kaçak göçmen arasındaki patlayıcı ve uzlaşmaz çelişkidir.
Kaçak göçmen sorununu bir emek sorunu olarak gören, hatta “göçmenler Türkiye işçi sınıfının bir parçasıdır” diyecek kadar idraksiz solcular ya da olur olmaz yerlerde “Irkçılığın karşısında ezilen, hedef gösterilen tüm göçmenlerin yanındayız” gibi pankartlar açan bazı ahmak sivil toplum kuruluşları, Avrupa’daki benzerlerini taklit etmektedirler; ne emperyalizmi ne de “göç mühendisliği”ni anlamışlardır; çatışmanın ileriki evrelerinde bir kez daha ithal malı “antifaşist” fikirleriyle baş başa kalacaklardır.
“NATO’ya evet derseniz eşcinselliğe boyun eğersiniz” diyecek kadar ucuz politika yapan, hâlâ solcu gibi görünmeye çalışan vatansever partinin politikaları ise trajikomiktir. Aşırı homofobi genellikle gizli (latent) eşcinselliğin tezahürüdür. (Ülkenin solunda muazzam bir mizah potansiyeli var ama değerlendiren yok maalesef.)
Yukarıda sayılan kriz etkenleri Saray Rejimi’ni ve rejimin siyasî partilerini her aşamada çaresiz bırakacak ve nihayet büyük bir çöküşe yol açacaktır. Saray, kurduğu sistemle ülkeyi yönetemeyecek, sistemden beslenen siyasî partilerle birlikte çökecektir.
Rejimin siyasî partilerine ya da içeriden dışarıdan parlatılmış kerameti kendinden menkul ısmarlama “lider” bozuntularına değil, kendi kafasıyla düşünmeye cesaret eden insanların sendikalarda, derneklerde, meslek birliklerinde örgütlenmesine, sokaklarda meydanlarda her yeni duruma göre ayrıca birleşerek yeniden örgütlenmesine, ayaklarıyla yürüyerek oy vermesine inanıyoruz. Halkın öz örgütlenmesine; halk hareketine inanıyoruz. Bundan başka siyaseten inandığımız bir şey yoktur.
Günümüzde en gerici anayasa bile halkın ifade, gösteri ve yürüyüş özgürlüğünü bir hak olarak kabul etmek zorundadır. El-Kaide gibi bir şey iktidara gelmedikçe, bu hakkı kullanmak ve genişletmek mümkün olacaktır.
Süreç, kesinlikle, Türk halkının kimliğini tespit edecek, tarihin sürekliliğine uygun Anayasa’yı yapacak, şeriat tehlikesini ortadan kaldıracak, hukukta iki başlılığa son verecek bir Kurucu Meclis’in seçilmesiyle; laik, demokratik sosyal hukuk devletinin kurulmasıyla ve Devrim Kanunları’nın eksiksiz ve tavizsiz uygulanmasıyla tamamlanacaktır. Bundan aşağısına razı olmayız, bu çizgiden geri gitmeyiz. Sonrasına bakarız. Veryansın, 23. 06. 2023