MEDYA ETKİLERİ

Yavuz Alogan

        Son yıllarda iki tv dizisini, Hatırla Sevgili ile Muhteşem Yüzyıl’ı baştan sona izledim. Üçüncüsünü, Kurtlar Vadisi’ni ise dayanabildiğim kadar izleyebildim.

        Birincisi nostaljikti. 1950’lerden 1970’lerin neredeyse sonuna kadar bizim hayatımızı, içinde yetiştiğimiz siyasî ve kültürel ortamı, hatta başımızdan geçenleri neredeyse bire bir anlatıyordu.

İkincisi, eğlenceli ve öğretici bir tarih dersi gibiydi; dekor kostüm, ortam, dil ve oyunculuk inandırıcı ve incelikliydi.

        Üçüncüsü ise kalıcı bir sosyokültürel etki yarattı. Mafya-devlet-tarikat üçgeninde geçen olaylar boyunca, haraç nasıl toplanır, racon nasıl kesilir, mano nasıl dağıtılır, silah zulada nasıl taşınır, hasım topuğundan nasıl vurulur, edeple nasıl oturulup kalkılır, bir hamlede dalak ve karaciğer nasıl şişlenir gibi uzmanlık gerektiren konularda   seyirciyi, fon müziği olarak dinî ilahiler eşliğinde, hay-huy diyerek bir güzel eğitiyordu.

Kurtlar Vadisi gençlerin duruşunu, kılık kıyafetini, saç tıraşını etkiledi.  Polat Alemdar gibi yürüyen, konuşan, sert bakan, koyu renk takım elbise, beyaz kravatsız gömlek giyen solcu gençler bile gördüm. Kolektif mağduriyet psikolojisinden güç alan bir grup sadakatiyle dayanışma, sorunların şiddet yoluyla çözülmesi, kadının aciz erkeğin  ise mütecaviz olduğu bir karakterler âlemi… Dizinin son yıllarda artan benzerleri, bu lumpen kültürü, özellikle tahsil terbiye ve yol görmemiş sağcı solcu, İslamcı gençler arasında iyice yerleştirmiş olmalı.

        Geçenlerde rastlantı sonucu, daha doğrusu mecburiyetten,  bir tv dizisinin son üç bölümünü izledim. Hayretler içinde kaldım. İnsanın (yani  bu örnekte  benim) asabını bozacak, konuya kaptıranları ise göz yaşlarına boğacak, yüzeysel duygulanımlara sürükleyerek perişan edecek uzun acıklı sekanslar birbirini izliyordu. Hayali dertlerle uyuşup kendi derdinizi unutuyorsunuz. Yönetmen sürekli içlenmenizi, hatta göz yaşı dökmenizi, falanca karakterin akıbetiyle kaygılanmanızı özellikle    arzu ediyor, kasten  en ilkel duygularınıza hitap ediyor.

        Diziyi izlerken aklıma   Avrupa Uyuşturucu Bağımlılığını İzleme Merkezi’nin (EMCDDA) 2022 Raporu geldi.  Büyük kentlerin atık sularını inceliyorlar ve İstanbul’un esrar kullanımında Barselona’dan, eroin kullanımından ise Nevyork’tan sonra ikinci sırada yer aldığını saptıyorlar.  Ankara sularında en çok eroin ve ekstazi, Adana sularında ise metamfetamin bulunuyormuş. Sedat Peker kardeşimiz, “Kıymetli kardeşleriiğm, uyuşturucunun geldiği adres belli, sehemin (payın) sahibi belli!” diye haykırıyordu. Unuttunuz mu?

        Kentlerin altındaki karanlık ve üstündeki ışıklı kanalizasyondan aynı anda muazzam miktarda kimyasal ve görsel uyuşturucunun yurttaşları gerçekler dünyasından uzaklaştırarak akıp gittiğini anlıyoruz. Uyuşturucu âlemine yabancı kalan yurttaşların önemli bir bölümü zikir törenleriyle kendinden geçiyor ya da acıklı tv dizileriyle kafayı buluyor.  

        Bu arada TRT, bizi özümüze döndürmek, daha doğrusu bizim ödediğimiz vergilerle Saray’ın ideolojisini ve kültürünü bize aşılamak için “Tabiî” gibi tuhaf bir ismi olan, 5 dilde yayın yapan bir dijital platform kurmuş.  Bu platform sayesinde bizi milletçe eşcinsel yapmak için uğraşan Netflix’in zararlı etkilerinden kurtulacağımızı anlıyoruz.

        Bu platform “Metamorfoz” adıyla bir de Osman Kavala dizisine başlamış. Dizinin fragmanını izleyince gülme krizine yakalandım. Zavallı Osman Kavala, şeytan suretine bürünmüş bir benzeriyle canlandırılıyor. Haziran Ayaklanması ortamında esrarengiz sinsi bakışlar ve sadistik bir tebessümle dolaşıyor, elde pankart bağırıp çağıran, çevreyi ateşe veren vahşi göstericilerin arasından ağır adımlarla, yaptıklarından hoşnut, siyahlara bürünmüş bir mefisto (şeytan) figürü olarak yürüyüp gidiyor.

        Hitler döneminin propaganda filmlerindeki hain casus, yabancı şeytan Yahudi tiplemesinden bire bir kopyalanmamışsa ne olayım!

Adamcağızı hiçbir suçu olmadığı hâlde, sırf Reis bilinmeyen bir nedenle  gıcık kaptığı için müebbet hapse mahkûm ettiler, şimdi de bir nefret nesnesine, bir numaralı halk düşmanına dönüştürmeye çalışıyorlar.

        Osman Kavala olayı bana, Frankenheimer’in yönettiği, başrolünü Alan Bates’in oynadığı 1968 tarihli “Kiev’deki Adam” filmini hatırlatıyor. Bernard Malamud’un 1967 Pulitzer ödüllü aynı adlı romanından uyarlanan film, işlemediği bir cinayetten ötürü hapiste işkence gören Yakov’un hikâyesini anlatır.  Çar’ın polis teşkilatı ülkede işlenen bütün günahları masum Yakov’un sırtına yüklemiştir.

        Gezi Davası’nın ya da 28 Şubat Davası’nın Dreyfüs Davası’ndan (1894) ne farkı var? 

Bizde eksik olan L’Aurora gazetesinde manşetten verilen  J’Accuse (Suçluyorum!) başlıklı bir açık mektupla Hakikat’i ortaya koyan  Emile Zola’dır! Bir bavul dolusu dolarla ya da ölüm tehdidiyle yolundan çevrilemeyecek, Hakikat’in peşinde bir Emile Zolası olmayan milletin vay hâline!

        Bu arada   Nigel Osborne, “Osman Bey ve Salyangozlar” isimli bir opera bestelemiş. YouTube’da gösteriliyor.  Kavala’nın yemek tabağından çıkan iki salyangozla kurduğu dostluğu anlatıyor. Adamcağız bir ara beraat etmiş, salyangozlarını kime emanet edeceğini bilememişti. Tekrar tutuklanınca, mahkûmun bu trajik sorunu kendiliğinden çözüldü.

        Neyse uzatmayalım…

        Bu “Tabiî” platformunun daha önce Kanal A’da yayımlanan 28 Şubat Belgeseli’ni de göstereceğine bahse girerim.  18 Maddelik   millî demokratik bir programla laikliğin teminat altına alınmasını; Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun uygulanmasını; sekiz yıllık  kesintisiz eğitimi; tarikatların mevcudiyetini men eden  677 sayılı yasanın ve kıyafet kanunun uygulanmasını talep eden, bugün yaşadıklarımız hakkında yıllar öncesinden uyarıda bulunan generaller, biat etmedikleri için cezaevinde ölümü beklerken, haklarında “Son Darbeciler” diye dizi yaptılar.

18 Maddelik program tarihin derin uykusuna yatmış, uyanacağı günü bekliyor. O gün geldiğinde, Kemalist Aydınlanmacı generaller bu ulusun en şerefli Pantheon’unda, belki Anıtkabir’de tazimle ağırlanacaklar.

Neyse, konudan sapmayalım…

        Şahsen ben yetenekli birilerinin çıkıp “Laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı olan siyasî partinin yirmi yıllık karşıdevrimi: Türkiye’nin metamorfozu” başlıklı bir tv dizisi yapmasını isterdim. Ardından bir Gaffar Okkan ve Hizbullah dizisi;   müebbete  ve onlarca yıl ağır hapse mahkûm edilen domuz bağcı katillerin nasıl affedildiklerini ya da beraat ettirildiklerini, siyasî uzantılarının Meclis’e nasıl girdiklerini,  “Atatürk İlke ve İnkılaplarına bağlı kalacağıma” diye nasıl utanmadan yemin ettiklerini anlatan  belgesel bir dizi…

        Şu fırtınalı pazar gününde herkese etrafına, televizyona, çarşı pazara dikkatle bakmasını ve nerede nasıl yaşadığını ve bundan sonra neler olabileceğini dikkatle düşünmesini tavsiye ediyorum. Veryansın, 18. 06. 2023