Yavuz Alogan
Önümüzdeki dönemde parlamentoya sıfırdan anayasa yaptırma niyet ve girişiminin ekonomik sıkıntılardan, dış politikanın ise iç politikadan çok daha önemli ve belirleyici olacağını anlıyoruz.
Liberal iktisat politikalarını dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş ölçüde abartarak, kusursuz bir plansızlık ve yağmacılıkla kamusal olan her varlığı kökünden söküp yerli ve yabancı menfaat gruplarına peşkeş çekerek uygulamanın yol açtığı, ifadesini et süt yumurta, kavun karpuz yeşil erik, domates patlıcan biber fiyatlarında bulan ekonomik sıkıntı nasıl olsa geçer.
Dünya Bankası’na başvururlar, IMF’ye program yaptırırlar, böylece yurttaşın belini sıkan kemeri bu kez boğazına dolayıp sıkarlar fakat kimse açlıktan ölmez. Geçmişte de bunu yaptılar, kimse ölmedi. Belki Londra bankerlerinden “temiz para” bulurlar, başta uyuşturucu parası olmak üzere her türlü kara paranın bir kısmını yeni helal burjuvazilerine ve ayak takımına yedirmeyip gıda maddesi ithalatına harcarlar. Ya da halk başının çaresine bakar, şehirli evinin balkonunda sebze yetiştirir, apartman avlusunda, parklarda bahçelerde inek ve tavuk besler, köylü köyüne, toprağına döner. Kimse açlıktan ölmez. Ev sahipleri ve kiracılar sonsuza kadar birbirlerini boğazlamazlar, günün birinde mutlaka uzlaşır ve makul bir bedel üzerinde anlaşırlar.
Özetle, ekonomik sıkıntı geçicidir, yapısal değil konjonktüreldir; hırsızlık, yağmacılık ve aşırı israftan, kibarca ifade etmek gerekirse plansızlık ve bölüşümde adaletsizlikten kaynaklanmaktadır. Geçim sıkıntısı kapitalizmin ya da onun dönemsel krizlerinin vs değil, Devlet’i ele geçiren partinin halkı insafsızca soymasının sonucudur.
Fakat anayasa söz konusu olduğunda durum farklıdır. Ekonomik sıkıntılar geçicidir, oysa her yeni anayasa tarihsel olarak kalıcı sonuçlar doğurmuştur. Yeni Meclis’in bütün partileri birkaç ay içinde çekmecelerindeki anayasa taslaklarını çıkaracaklar, metinlerdeki benzer maddeler üzerinde mutabakat arayarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kimliğini değiştirmeye çalışacaklar.
Türk müyüz, Türkiyeli miyiz? Yurttaş mıyız, ümmet miyiz? Resmî dilimiz Türkçe mi, yoksa aynı zamanda Kürtçe mi (Arapça’nın ne kusuru var, üstelik dinimizin ve muhacirunun dili!). Yüce Meclis “Atatürk milliyetçiliği”ne bağlı kalmayı gerekli bulacak mı? Yerel Yönetimler Özerklik Şartı yeni anayasaya nasıl yansıyacak? Laiklik ilkesi ne olacak? Tarikat ve cemaatlerin varlığı (“önlerinin açılması”) nasıl formüle edilecek? 1921 Anayasası’nın 2. Maddesi’ndeki gibi, “Devletin dini Din-i İslâmdır” denilecek mi? Laikliği ve Devrim Kanunları’nı savunmak suç sayılacak mı?
Meclis’e girecek partilerin Türk bayrağını, Cumhuriyet’in başkenti olarak Ankara’yı, İstiklâl marşının makamını bile sorgulayacaklarına dair belirtiler gördük. Meclis’te AKP ve müttefikleri, CHP’nin Meclis sıralarına boşaltacağı bir diğer AKP grubu, PKK ve Hizbullah yer alacak. Bunların kendi kafalarına göre anayasa yapmalarına izin verecek miyiz? Esas soru budur.
Sorunun esası ise şudur: Meclis çoğunluğunu oluşturan parti ya da partiler kendi ideolojik programlarını anayasaya dönüştürebilirler mi? Her genel seçimden sonra oluşacak Meclis çoğunluğunun kendi anayasasını yapmasının yolu böylece açılmış olmaz mı? “Meclis’te çoğunluğumuz var, o zaman sıfırdan anayasa yapalım” demek meşru mudur, yoksa mevcut anayasanın tamamını cebren ve hileyle ilgaya teşebbüs suçu mudur?
Bu sorulara verilecek cevap ekmeğin, etin ve sütün fiyatından çok daha önemlidir. Ekmek bulamazsak dağa çıkar ot toplayıp yeriz fakat tarihimizi inkâr eder, ulusal birliğimizi ve kimliğimizi kaybedersek yurttaş olmaktan çıkar, vatanımızı kaybederiz; yabancı sermayenin ucuz işgücüne, emperyalizmin jeopolitik oyuncağına döneriz ve Cumhuriyet Devrimi’nin bütün kazanımlarını, 1961 Anayasası’ndan zayıflayarak bugüne kadar gelebilen her türlü hak ve özgürlüğü kaybederiz.
O vakit temsilî meclisin anayasa yapamayacağını, ancak bir Kurucu Meclis’in anayasa yapabileceğini, güncel politik çıkarlarla ve siyasî parti ideolojilerine göre hazırlanan bir metne anayasa denilemeyeceğini şimdiden herkese duyurmak ve Anayasa Savaşı’na hazırlanmak gerekir.
Yazının başında dediğimiz gibi, seçimlerden sonra izlenecek iç politika önemsizdir. Hafif bir makyaj dışında bir şey değişmeyecektir. Kim gelirse gelsin baskıyı sürdürecek, tarikatlar, cemaatler ve ayrılıkçılar hariç genelde halkın ve sosyal sınıfların örgütlenmesini önlemek için elinden geleni yapacaktır. Muhalefetin kazanması hâlinde planlı ekonomiye geçileceğini, kuvvetler ayrımının geri getirileceğini, yargının bağımsız olacağını, sahici bir parlamenter sisteme geçileceğini düşünenler varsa, hayal kırıklığına uğrayacaklar. Yeni iktidar göstermelik bir iki yargı hamlesini “demokrasi,” servetin el değiştirmesini ise “kalkınma” diye yutturmaya çalışacaktır.
Fakat dış politika ülkenin kaderini belirleyecektir.
20 Nisan 2023 günü Almanya’daki Ramstein Hava üssünde bir araya gelen ABD ve NATO yetkilileri, Ukrayna’nın silahlandırılmasını ve bu ülkenin planlı bahar saldırısını görüştüler. Ertesi gün NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, Kiev’e giderek, Ukrayna’nın NATO’ya katılması gerektiğini söyledi.
Tam olarak şöyle dedi: “Ukrayna’nın geleceği NATO’dadır. Bütün müttefikler bunda hemfikir.” Stoltenberg, NATO’nun Vilnius’ta yapacağı Temmuz zirvesinde Ukrayna’nın NATO üyeliğinin gündemin öncelikli maddesi (“high on the agenda”) olacağını söyledi (https://www.wsws.org/en/articles/2023/04/22/qfsq-a22.html, ayrıca bkz. https://www.i24news.tv/en/news/ukraine-conflict/1682005624-stoltenberg-in-kyiv-says-ukraine-s-future-is-in-nato)
NATO’nun Rusya’ya doğrudan saldırı planladığını, İttifak Antlaşması’nın 5. Maddesi gereğince NATO üyesi bütün ülkeleri Rusya’ya savaş ilan etmeye mecbur bırakacak bir dizi provokasyon hazırladığını anlıyoruz.
Türkiye’de merkez ve muhalif medya seçim tantanası içinde bu önemli haberi manşetten görmedi. Sosyal medyada ise bu haber, siyasî toplumun zirvesinde kimin kiminle eşcinsel ilişkiye girdiği, beşli çetenin yalıda ne konuştuğu, sosyete boşanmasının sebepleri, Muhammet Yakut’un sayıklamaları arasında kaynayıp gitti.
Temmuz ayında NATO bağlayıcı bir karar alarak Ukrayna’yı aday üye ilan ederse, Türkiye ne yapacak? Ukrayna’nın üye olması hâlinde Türkiye, Rusya’ya karşı savaşa girmiş sayılacak ve Montrö’nün “savaşan ülke” maddesi gereğince Türk Boğazları’nı Rusya’ya kapatmamız, NATO kuvvetlerine açmamız istenecek. ABD ve İngiltere’nin Karadeniz’deki Gordion düğümünü bu şekilde çözmeyi planladığı varsayımı göz ardı edilemez. NATO, uygun siyasî ortamı bulduğu anda Türkiye’yi Yunanistan’a benzetecek, muhtemelen Türk Boğazları’nda kuvvet bulundurmak, Karadeniz kıyısında yeni üsler kurmak isteyecek.
Türkiye’nin giderek tırmanan III. Dünya Savaşı’nın dışında kalabilmesi için siyaset üstü sahici bir Devlet aklına ihtiyaç var. Bu aklın yakın geleceğin Cumhurbaşkanlığı ofislerinden ya da yeni TBMM’yi oluşturacak siyasî partilerden çıkması mümkün görünmüyor.
Bütün bunlar, yaklaşan seçimleri maalesef yaklaşan felaket ya da felaketten bir önceki aşama olarak görmemize yol açıyor. Türkiye’nin kaderi anayasa tartışmaları ve yeni dış politika arayışlarıyla belirlenecek. Veryansın, 28. 04. 2023