Yavuz Alogan
II. Dünya Savaşı devam ederken İngilizler hava saldırısının sivil halk üzerindeki etkilerine ilişkin bir rapor hazırladılar. Alman uçaklarının ve V2 füzelerinin Londra halkı üzerindeki etkilerini anlamaya çalışıyorlardı. Sonuç olumsuzdu (olumsuz!). Havadan gelen yıkım halkın moralini bozmuyor, tam aksine direnme gücünü ve dayanışma duygusunu artırıyordu. Evleri yıkılan insanlar dayanışma ağları kuruyor, kaybedecek şeyleri kalmadığı için sivil direniş güçlerine, hizmet kuruluşlarına katılıyorlardı (Jeremy Black, Kitap Yayınevi 2003, s.143).
O zamana kadar Avrupa’da askerî hedefleri, ulaşım sistemlerini ve kent altyapısını bombalayarak sonuç almaya çalışan Amerikalılar, İngilizlerin raporundan hareketle, “stratejik hava bombardımanı doktrini”ni geliştirdiler. Halkın moralini bozacak, her türlü direniş umudunu ortadan kaldıracak, dayanışma namına hiçbir şey bırakmayacak bir savaş yöntemi arıyorlardı.
Stratejik hava bombardımanı başladığı sırada Almanlar savaşı kaybetmişlerdi. Arden bölgesini geçen Müttefikler Reich topraklarına girmişler; Ruslar, Vistül nehrini geçmişlerdi. Alman siviller iç bölgelere kaçıyor, büyük kentlerde toplanıyorlardı. O sırada askerî değer taşıyan bütün hedefler bombalanmıştı.
Buna rağmen İngiliz Lancaster’leri ve Amerikan B-17’leri (uçan kaleler) katliam yapmak için havalandılar. Tahrip bombalarıyla şehirleri yıktılar, ardından yangın bombaları attılar. Savaşın son dört ayı içinde Almanya’nın üzerine, 1943’te atılan bombaların iki katı kadar, 471 000 ton bomba atıldı (I. Kershaw, İthaki 2002, s. 761). Sonuç olumluydu (olumlu!). Paniğe kapılarak sürü psikolojisi içinde dağılan kitlelerin direnecek gücü kalmamıştı. Gökten ateş yağıyor, Hitler’in direniş örgütü werewolf hain damgası vurduğu Almanları istasyonlarda, otobüs duraklarında asıyor, Rus askerleri buldukları her kadına tecavüz ediyorlardı.
Hitler’in Savaş Bakanı Albert Speer, savaş sonrasında yazdığı anılarında (Inside the Third Reich, Sphere Books, 1971) esir alınan Alman generallerle tartışan Amerikalı askerî uzmanların “Müttefik hava bombardımanının etkileri” hakkında anket yaptığını yazar (s. 665). Anglo-Amerikanlar zaferleriyle övünecek yerde, ameliyat sonrasında rapor hazırlayan cerrah titizliğiyle savaş araç, yöntem ve taktiklerinin güçlü ve zayıf yanlarını araştırıyorlardı.
Amerikalılar “stratejik hava bombardımanı”nı Japonya’ya, çok sonra da Vietnam’a uyguladılar. Japonların işgalindeki Pasifik adalarını Alman kentlerine yaptıkları gibi önce yıktılar, sonra yaktılar ve deniz piyadeleriyle çıkarma yaptılar. En stratejik iki ada, Ivo Jima ve Okinava Japonlardan temizlendi, Japon kentlerine 300 000 bomba attılar, on binlerce sivili öldürdüler.
O sırada Japonya savaşı fiilen kaybetmişti fakat Yankee ilk denemesini 16 Temmuz 1945’te New Mexico çölünde yaptığı Trinity adlı nükleer silahın etkilerini bir kez de sahada görmek istiyordu.
Manhattan Projesi’nin askeri komutanı mühendis Korgeneral Leslie R. Groves bombayı denemek için “bâkir” bir yerleşim yeri, yani daha önce stratejik hava bombardımanına maruz kalmamış kalabalık bir kent arıyordu. O sırada bu koşula uyan üç Japon kenti vardı: Nigata, Hiroşima ve Nagazaki. Birincisi, hava koşulları sayesinde kurtuldu.
Bütün bunlardan, savaş alanının aynı zamanda yeni silahların denendiği, ölüm teknolojisini geliştirmek için verilerin toplanıp değerlendirildiği bir atış poligonu olduğunu anlıyoruz.
II. Emperyalist paylaşım savaşında uzak mesafelere tank ve zırhlı birlik harekâtlarının, stratejik hava bombardımanın etkisi sınandı. Afganistan ve Irak’ta MOAB (Massive Ordnance Air Blast) bombalarının çok derin sığınakları yıkabildiği ve açık alanlarda mevzilenmiş, hava savunması yetersiz zırhlı birlikleri topyekûn imha edebildiği görüldü.
Hava Kuvvetleri’nin ve MOAB tarzı nükleer olmayan tahrip gücü yüksek silahların henüz etkin bir rol oynamadığı Ukrayna sahnesi, konvansiyonel savaşta tankların lazer güdümlü omuzdan atılan silahlara ya da Rus helikopterlerinden ateşlenen roketlere kolayca av olabildiğini gösterdi. Gelecek savaşlarda tankların meskûn bölge çatışmaları ya da isyan bastırma harekâtları gibi daha mütevazı alanlarda görev yapacağı, bombardıman uçaklarının ise insansız uçacağı anlaşıldı.
Rus Amiral gemisi Moskova kruvazörünün Ukrayna yapımı iki Neptün füzesiyle batırılması da savaş gemilerinin, Rusya’nın 2015’te Hazar Denizi’ndeki dört savaş gemisinden fırlatılan 26 füzeyle Suriye’deki IŞİD hedeflerini vurmasının kanıtladığı gibi, bundan böyle ancak füze rampası olarak kullanılabileceği, en azından düşmandan arındırılarak emniyete alınmamış kara sularında fazla kıymeti harbiye taşımayacağı düşünüldü.
Ukrayna savaşı daha şimdiden Javelin gibi lazer güdümlü silahların, HIMARS gibi çoklu roket sistemlerinin, Bayraktar TB2 gibi dronların konvansiyonel savaşta klasik savaş araçlarına karşı etkili olduğunu gösterdi. Önümüzdeki aylarda daha yıkıcı silahların, nükleer savaşın eşiğine gelinceye kadar peş peşe sahaya sürüleceğini söylemek yanlış olmaz.
Bu arada tarafların stratejik nükleer saldırı üzerinde çalıştıkları anlaşılıyor.
Rusya Savunma Bakanlığı’nın aylık yayın organı Voennoya Mısl’ın Mart sayısında Tümgeneral İgor Fazletdinov ile emekli albay V. Lumpov’un “Stratejik Amaçlı Füze Kuvvetlerinin NATO’nun Çokkatmanlı Stratejik Operasyonlarına Karşı Koyma Rolü” başlıklı yazıları, bu konuda tuhaf bir açılım yapıyor. Yazıyla ilgili Aydınlık gazetesi (03. 03. 2023) kısa bir habere yer verdi, yazının özeti ve çevirisi Harici internet sitesinde (https://harici.com.tr/rusyanin-askeri-doktrininde-yeni-bir-konsept ) yayımlandı.
21. yüzyılda nükleer caydırıcılığın askerî-stratejik şartlarının kökten değiştiğini öne süren, alıntı yapılamayacak kadar karışık ve anlaşılmaz olan, çevirmenin ifadesiyle “Rusçası da epey zor anlaşılan” yazıda, özetle, ABD-NATO’nun dünyanın çeşitli bölgelerinde konuşlandırılmış güçleriyle (yekpare kuvvetler) Rusya’ya karşı “kombine” (eşgüdümlü, eşzamanlı?) bir “çok katmanlı küresel harekât” başlatmak için hazırlık yaptığı; “Rusya Federasyonu’nu fiziki olarak tasfiye edecek, onu başsız bırakacak ve zayıf düşürecek asgarî düzeyde yeterli bir kütlesellikte nükleer saldırıda” bulunmayı planladığı öne sürülüyor.
Buna karşı Rusya, ABD-NATO’nun ani küresel saldırısını, stratejik Rus kuvvetlerinin asgari zarar göreceği şekilde PÜSKÜRTECEK; ABD’nin küresel füze savunma sistemini EZECEK; ve nihayet, korunan -saldırıdan sağ çıkan- nükleer potansiyel kullanılarak, saldırgana “tahammül edemeyeceği” ölçüde ZARAR VERECEK. Müthiş bir plan!
Metin bana saçma ya da malûmun ilanı gibi göründü. Profesyonel asker olan arkadaşıma sordum. “Ciddiye alınması gerekir,” dedi. “Bu yazıyla, düşmanın yeteneklerinin farkındayız diyorlar ve kendi seçeneklerini zamanı geldiğinde sahada göstermek üzere dolaylı kararlılık mesajı veriyorlar.”
Yine de ben, “onlar bize saldıracak, biz de onları ezeceğiz”, düzeyinde yazılmış böyle şeyleri ciddiye alamıyorum. Rus askerî uzman Aleksey Leonkov, bir keresinde, on adet Rus yapımı RS-28 Sarmat balistik füzesinin ABD’nin bütün nüfusunu yok edebileceğini övünerek söylemişti. Bunlar komik şeyler. Aşağı kalmamak için kendi halkının boğazından kesip füze üretmeye çalışan, bununla övünen ya da nükleer silah imal etmek için yırtınan yoksul ülkelerin durumu ise hazindir.
Pentagon ve Kremlin’de yuvalanmış, askerî-sanayi kompleksle iç içe geçmiş çapsızlar insanlığın geleceğini tehdit ediyorlar. Roosevelt, Churchill, Stalin gibi adamlar, II. Dünya Savaşı’nın sonunda, her şeye rağmen savaşın gerçekliğini bilen, sorumluluk duygusu taşıyan sahici liderler olarak tarih sahnesinde belirmişlerdi. Onların kurduğu BM düzeni 75 yıl dayandı. Nükleer yıkımın eşiğinde süren şimdiki konvansiyonel savaş, ancak ABD, Çin ve Rusya devletlerinden en az ikisinde iktidarın değişmesiyle önlenebilir. Her üç ülkede savaşa karşı kitlesel mücadelelerin örgütlenerek yükselmesi, yıkıcı konvansiyonel savaşın nükleer savaşın eşiğinde durmasına katkı sağlayabilir. Kendi âlemlerinde dünyayı yok edecek oyuncaklarıyla oynayan çapsızlar iyice havaya girmeden dünya kamuoyunun sürece müdahale etmesi gerekir. Silah endüstrilerinin gariban ülkeleri atış poligonuna çevirmesine izin verilemez. Veryansın, 10. 03. 2023