Yavuz Alogan
12 Mart döneminden çıkılırken Ecevit “geçmişe sünger çekeceğiz” diyordu. Sanırım askerlerden çekiniyor, onlara güvence vermek istiyordu.
Ecevit ortanın solundaydı. Aslında o sırada “orta”yı askerler tutuyordu. Ortanın sol tarafında Ecevit, solcu sendikalar, sosyalist parti ve gruplar; sağ tarafında ise Demirel, Erbakan, Türkeş vardı. Orta’ya göre hizalanıyorlardı.
Ecevit-Erbakan koalisyonu (1974) iki ucu birleştirerek kısa ömürlü bir “merkez” kurmaya çalıştı. “Ortanın solu Moskova’nın yolu” ile cemaat tarikat ağırlıklı millî görüş birleşmiş; “hak ile batıl” (!) aynı hükümette buluşmuştu.
Geçmişe sünger çekildi. Aslında süngerle uğraşmaya vakit de kalmadı. Kıbrıs Harekâtı ülkenin gündemini belirledi.
1974’te Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin (TSİP) Ankara’da, yanlış hatırlamıyorsam Menekşe sokaktaki sinema salonunda yaptığı toplantıda Can Yücel kürsüden bir sünger konuşması yaptı. Ecevit’i eleştiriyordu. Uzun uzun süngerin özelliklerini ve hangi işlerde kullanıldığını anlattıktan sonra, “Süngerle insan kanını temizleyemezsiniz, o kan elinize bulaşır,” dedi. Kırk sekiz yıldır unutmadığıma göre etkilenmiş olmalıyım. O sırada 23 yaşındaydım.
Geçmişe sünger çekme ifadesi aslında yeniydi. Daha önce, şimdi de arada bir kullanılan, “devri sabık” kavramı vardı. İktidara gelecek olanlar devri sabık yaratmayacaklarını söylüyorlar, böylece iktidar değişimi sırasında muhtemel direnişin ve sürtüşmenin etkisini azaltmayı umuyorlardı.
Kavramı ilk kez Demokrat Parti kullandı. 1950 genel seçimlerini kazanacağını anlayan parti yetkilileri “devri sabık yaratmayacağız” demeye başladılar. Onlar da herhalde İnönü’den ve yerleşik düzenden korkuyorlardı. Rejimin ana hatlarına dokunmayacakları konusunda güvence verdiler.
27 Mayıs Devrimi devri sabık yarattı. Demokrat Parti’yi ocak bucak teşkilatına kadar kazıyarak yeni bir sayfa açtı. Geri dönüşü mümkün olmayan bir durum yarattı. Devri sabık yaratmadan Kurucu Meclis toplanamaz, yeni bir anayasa yapılamazdı. Açılan sayfa gerçekten yeni ve parlaktı. Bir ara anayasaya şal örtülmesine rağmen yeni devlet yapısı ana hatlarıyla yirmi yıl kadar ayakta durabildi.
12 Eylül darbecileri de devri sabık yaratmaya çalıştılar fakat başaramadılar. Durumu anlamamışlardı. Daha doğrusu kendi durumlarını idrak edememişlerdi. Cuntayı kurduklarında önlerine iktisadi ve sosyal programı koyanlar, bu programın ancak eski siyasî kadrolarla uygulanabileceğini biraz gecikerek de olsa onlara hatırlattılar. Bunun üzerine cunta 1983’te genel seçimlerin yolunu açtı. 1987’de eski siyasilere af çıkarıldı, politik aktörler değişti, yeni gelenler 12 Eylül’ün getirdiği sistemi bu kez “demokrasi”yi andıran bir rejimle yerleştirmeye koyuldular.
Siyasî sistem vidaları biraz sıkıştırılmış olarak önceki politik şahsiyetlerle hiçbir şey olmamış gibi sürüp gitti. 1980’lerin o kısa aralığında (üç yıl) sendikaların ve üniversitenin yok edildiği, her türlü halk muhalefetinin ezildiği, yurttaşın siyasî özgüvenini ve örgütlenme kapasitesini kaybettiği ancak zamanla, özellikle 1990’larda anlaşıldı.
Yeniden sahne alan siyasîler devri sabık yaratmamaya özen gösterdiler. Büyük bir dönüşüm gerçekleşmişti. Tatsız olayları unutturmaya, yeni umutlar yaratmaya çalıştılar. Yeni bir sayfa açtıklarını hep söylediler fakat aslında 12 Eylül’ün açtığı sayfayı sürekli temize çekiyorlardı.
Çok sonra, Nisan 2017’de, 12 Eylül cuntacılarına “devlet kuvvetleri aleyhine cürüm işlemek”ten dava açıldı. Bu trajikomik davada hayatta kalan iki cuntacı, Evren ve Şahinkaya müebbet hapse mahkûm edildi. O sırada her ikisi de hayat yolculuğunu tamamlamak üzereydi.
AKP yeni bir sayfa açtı. Sayfa gerçekten de çok yeni ve değişikti. AKP’nin devri sabık yaratmaya ihtiyacı yoktu. İktidarının ileriki aşamalarında taraftarlarına moral vermek ve kendi konumunu güçlendirmek için 28 Şubat Davası gibi intikamcı gösteriler sergiledi.
İktidara geldiğinde Saray korku içindeydi. Korkusu azaldıkça doğrudan devlet kurumlarına saldırmaya başladı. FETÖ casus örgütüne inisiyatif vererek başta TSK olmak üzere bütün kurumları içeriden çökertti. Mevcut devleti zaman içinde yıkarak partiyi devlet biçiminde yeniden örgütledi. Bu faaliyeti tek başına sürdüremezdi, hatta bu kadarını düşünemezdi bile. Dışarıdan dayatılan reçeteyi uyguladı. 24 Ocak kararlarını Türkiye’ye kimler dayattıysa, Başkanlık Rejimi’ni de onlar kurdurdu.
Şimdi restorasyon zamanı geldi. Küresel jeopolitik nedeniyle Saray’ın oynamakta olduğu uzatmalar ek dakikalar verilerek biraz daha uzatılsa da bir dönemin sona yaklaştığı anlaşıldı.
Havalara giren ve yorgun düşen aktörler gidecek, sıkı bir makyajla façası düzeltilen sistem olduğu gibi kalacak. Saray’ın düzlediği zemin üzerinde yeni bir siyasî yapı kurulacak. Altılı masa ve arkasında şimdilik siluet olarak beliren Şövalye Gül, hep birlikte yeni bir sayfa açmaya hazırlanıyorlar.
Elbette devri sabık yaratmayacaklar. Zira adaletli bir bakış onların da sabıka kaydını ortaya çıkarır. Bu yüzden arkalarını kollayarak, havayı koklayarak, el yordamıyla yumuşak geçiş yapmaya çalışacaklar. Devri sabık yaratmayacaklarını, yargıyı bağımsızlaştıracaklarını kendileri söylüyorlar. Bağımsız yargıçlar gerek görürlerse dava açacaklarmış.
Aslına bakılırsa yeni gelenler yeni bir sayfa da açmayacaklar. AKP’nin açtığı sayfayı temize çekip yeni bir sayfa diye yutturmaya çalışacaklar.
Acaba tarih bizimle dalga mı geçiyor?
Bence bundan sonra ancak Fransız İhtilâl-i Kebir’ine benzer bir devrim hareketi yeni bir sayfa açabilir. Sorun şu ki ortalıkta Robespierre, Danton, Marat, Desmoulins gibi adamlar değil, sadece Bourbon restoratörleri ve Saray’dan ya da loş parti kulislerinden dedikodu taşıyan jurnalistler dolaşıyor. Tiers État’dan eser yok. Cordelier Kulüpleri çoktan kapanmış… Kimse Konvansiyon talep etmiyor. Şairin dediği gibi, “Silah atılmıyor / Güvercin şakırtısıdır şafakta yaldızlanan /… /Kim kaldı müdafaa-i hukuk cemiyetinden…”
Çağın ruhu (zeitgeist) böyle herhalde. Bu ruh değişene kadar canı tende tutmaya çalışmak lazım. Nitekim Namık Kemal bile “Ölürsem görmeden millette ümit ettiğim feyzi / Yazılsın seng-i kabrime vatan mahzun ben mahzun,” demiştir.
Şu kasvetli ve yağışlı pazar gününde herkese biraz devrimci ruh ve hayal gücü diliyorum. En azından zihne küşâyiş (parlaklık) verir. Hem ne kaybedersiniz? Veryansın, 25. 12. 2022