Yavuz Alogan
Günümüzde tarih bilgisini güncel verilerle harmanlayarak mantıklı komplo teorileri yazan kimse kalmadı. Rahmetli Aytunç Altındal bu konuda yok yetenekliydi, doğrulanmış kehanetleri de vardı. Mahir Kaynak da fena değildi fakat kurgudan çok istihbaratçı mantığıyla analiz yapardı.
Bu alanda kalem oynatan amatörlerin iyi niyetli çabalarını hoşgörüyle karşılamak gerekir. Bunların yorulmadan usanmadan yarattıkları muazzam palavra edebiyatı eğlenceli ve zararsız görülebilir. Tapınak Şövalyeleri, Illuminati ya da 300’ler Örgütü gibi esrarengiz yapıların yeryüzünde olup biten her şeyi belirlediğini anlatan, içinde mutlaka Vatikan’ın, Rothschild ve Rockefeller ailelerinin olduğu cilâlı ve heyecanlı hikâyeler, okuduğunu düşünme külfetinden kaçınan sıradan insana daima zihinsel bir konfor sağlamıştır.
Fakat çok yüksek irtifada uçuş yapan, tarihsel verileri zihin kargaşası yaratacak şekilde kullanan tahsil terbiye görmüş tiplerin ürettiği komplo teorilerinin ardında kasıt aramak gerekir.
Bu tarz komplo teorileri, Saray saltanatı döneminde ilk öğretimden üniversitelere kadar bütün eğitim sistemi çökertilip işgal edilirken cemaatler, tarikatlar, onlara bağlı meczup mürteciler, profesör unvanlı gerici unsurlar tarafından Cumhuriyetin ideolojik ve kültürel izlerini yok etmek için ses kasetleri, videolar, makaleler ve gerici tv programlarıyla geniş bir kitleye aktarıldı.
Tutarlı bir mantığa dayanmadığı için bunların tuhaf tezlerini eleştiremezsiniz. Kategorik olarak reddetmeniz, hatta görmezden gelmeniz gerekir. Fakat reddetmekle yetinmek, bu teorilerin eğitimli nüfusun önemli bir kesimini de kapsayacak şekilde yayılmasına göz yummak anlamına gelir.
İnsan kimsenin göremeyeceği bir hakikat icat ederek başkalarını şaşırtıp dikkatleri kendi üzerinde toplamaya bir kez girişmişse, onu kimse durduramaz. Günümüzde başta sosyal medya saçmalıkları olmak üzere yazın dünyamızın büyük bir bölümü gerçek bir çöplüğü andırmaktadır. Göz ucuyla baksanız bile neyi neresinden tutacağınızı, hangi yanlışı nasıl düzelteceğinizi bilemezsiniz. Bu nedenle yazılandan çok yazanın kimliği, kişiliği ve beslendiği ideolojik kaynaklar üzerinde durmak ve esas olarak şahsı teşhir etmek gerekir.
Mesela İttihat ve Terakki Fırkası’nın aslında bir Mason-Yahudi örgütü, 1908 Hürriyet Devrimi’nin ise devrim olmayıp II. Abdülhamid’e yapılan emperyalist bir komplo olduğunu; Kurtuluş Savaşı’nın kripto Yahudilerin örgütlendiği Özbekler Tekkesi’nden yönetildiğini; Bolşevik Partisi’nin bazı liderleri Yahudi olduğu için Ekim Devrimi’nin bir Yahudi komplosu, Marksizmin ise dünya sermayesini yöneten esrarengiz örgütlerin kaos yönetim politikalarından kaynaklanan bir provokasyondan ibaret olduğunu ciddiyetle iddia eden birine ne diyebilirsiniz? Adama kalem oynattığı alanda bilgilerini sınasın diye kitap listesi veriyorsunuz, şişkin egosuna tecavüz edilmiş gibi hissedip kinleniyor. Çünkü o her şeyi biliyor; videolardan, internetten, palavra yeraltı edebiyatından bütün gerçekleri öğrenmiş.
Bir komplo teorisinin doğruluğu, kavramın tanımı gereği kanıtlanamaz. Fakat sorun şudur ki yanlışlığı da kanıtlanamaz. Bu açmaz sayesinde komplo teorisi dokunulmazlık kazanır, sosyal medyada hızla yayılır, bilgi açığı fazla ya da düşünme tembeli olan insanlar tarafından gerçek gibi algılanır.
Bütün bunlardan, Devlet’in Millî Eğitim Bakanlığı tarafından belirlenmesi ve Talim Terbiye Kurulu’nun eliyle yürütülmesi gereken eğitim politikalarının ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Meclis çoğunluğunu ele geçiren ve Devlet’i kendi suretinde yeniden kurmaya teşebbüs eden bir siyasî partinin kendi ideolojisine uygun bir kültür politikasını dayatmasına, eğitim alanını kendi kafasına göre biçimlendirmesine izin verilemez. Böyle bir yerde Devlet yoktur.
2018 rakamlarına göre nüfusumuzun binde 1’i kitap okuyor. Kitap okumaya ayrılan süre günde ortalama bir dakika. Buna karşılık 6 saat televizyon izliyor, 3 saat internette dolaşıyoruz. Okuma alışkanlığında dünyada 86. sırada yer alıyoruz. Benim gözlemime göre, kitap okuma politikası olan, yani bir kitabı okurken daha sonra hangi kitapları okuyacağına karar veren ve bunları sıralayanların sayısı 1500-3000 arasında gidip geliyor.
İçinden geçmekte olduğumuz ekonomik kriz nedeniyle bu rakamların ve oranların daha da düştüğünü söyleyebiliriz. Halkın arasına karışan milyonlarca sığınmacının kültürel etkisi de dikkate alındığında, ülkemizin kültürel çöküşün eşiğinde ya da uçurumun dibinde olduğunu söyleyebiliriz.
Saray rejiminin çöküş sürecinde ve sonrasında yaşanacak büyük fırtınaların ardından kurulacak Kurucu Meclis’in, yeni bir Cumhuriyet Anayasası yaparken Kuruluş ilkeleri temelinde bir Kültür Devrimi başlatmasını ve sonuç alana kadar sürdürmesini şimdiden talep etmemiz gerekir. Veryansın, 15. 07. 2022