SİYASET TİYATROSU VE EGEMENLİK SORUNU

Yavuz Alogan

Siyasî parti olarak yapılanmış her hareket belirli bir süre içinde netice alamazsa dağılma eğilimi gösterir.  

Buradaki “netice almak” ifadesi çeşitli durumları anlatır. Mesela  solcu bir parti onlarca seçime girmesine ve manevra yapmasına rağmen parlamentoya tek bir temsilci gönderememiş, meydanlara topladığı taraftar kitlesini yüz binlerden birkaç yüze indirmiş, başlattığı  siyasî kampanyalardan güçlenerek değil zayıflayarak çıkmış, sloganlarında ve fikirlerinde tutarsızlığa düşmüş, verdiği karışık mesajları kendi tabanına bile açıklayamamış, örgütünü “demokratik merkeziyetçilik” denilen o eski ilkeye göre ayakta ve canlı tutmayı başaramamışsa, kaçınılmaz biçimde bölünmeye, bölünecek kadar sıkı ve gevrek  değilse  dağılmaya doğru gider.

Aynı kural her nasılsa iktidara yerleşmiş diktatörlük heveslisi dava partileri için de geçerlidir. Belirli bir süre içinde, mesela 2023’e kadar,  topluma kendi davasını kabul ettirememesi, kaynakların daralması yüzünden   nepotizm (akrabaları zengin etme) ve klientalizm (para dağıtarak oy toplama) imkânlarının azalması, iktidarın iç organlarının nasıl çalıştığını bizim gibi sıradan yurttaşlardan çok daha iyi bilen çeşitli emperyal güçlerin tehdit ve şantajı altında bunalarak  dış politikada ağır ve gizlenmesi mümkün olmayan tavizlere zorlanması durumunda, iktidar partisi de  bölünmeye ve dağılmaya doğru gider.

Bu gibi durumlarda söz konusu siyasî partilerin karizmatik önderliği partinin önüne çıkıp özeleştiri yapacak, insanları yeniden  kazanmaya çalışacak yerde zart zurt etmeye, partisini gerçek ya da hayalî düşmanlarla korkutarak safları sıklaştırmaya, giderek uçuk kaçık kehanetlerde bulunmaya,  parti çok önemli işler yapıyormuş ya da yapacakmış gibi rol kesmeye başlar. En önemlisi bunlar, kendi içlerinde ajanlar, hainler aramaya başlarlar ve   İtalyan komünisti Antonio Gramsci’nin deyişiyle, giderek “teknik anlamda bir polis örgütü”ne dönüşürler. Kendi içinde düşünce polisliğine başlayan bir parti canlılığını ve başarı şansını kaybetmiş demektir.  

Elbette iktidar partisi daha avantajlıdır, oyun kurma kabiliyeti yüksektir. Dağılmaya yüz tutan parti saflarını toplamak için ağı geniş bir alana atabilir, kendi içindeki farklı eğilimleri birleştirmeye, hasım gördüğü siyasî oluşumlarla ittifak kurmaya çalışabilir. Oyuncu kadrosu zengin ve tecrübeli, sahne imkânları ise çok geniştir.

AKP’nin FETÖ örgütüne yönelik tavrını yumuşatması ve bu örgütün medya ayağına neredeyse iade-i itibar etmesi, geniş bir alana ağ atmanın ilk adımları olarak yorumlanmalıdır. Senaryo gereği Sayın Bülent Arınç’ın “iyi polis”i, Sayın Reis’in ise rol icabı “kötü polis”i oynaması kimseyi aldatmamalıdır.  ABD’nin zorlamasıyla FETÖ’ye ve giderek ayrılıkçı harekete doğru ihtiyatlı ve dikkatli bir açılım, buna paralel olarak anti-Amerikancılara ve sağcı ya da solcu sert ulusalcılara yönelik baskılar başlayacaktır. Dışarıdan gelecek tehdidin şiddeti ile dışarıya verilecek tavizlerin ve içeriye uygulanacak baskının ağırlığı doğru orantılı olacaktır.  

Türkiye’nin temel sorunu Saray ve Reis’in anayasası, her türlü siyasî muhalefetin temel sorunu ise rehavet, yani gevşekliktir.

Neredeyse son elli yıldır memleket siyasetini takip eden biri olarak beni en çok şaşırtan olay, Sayın Reis’in bir anayasa yaparak rejimi değiştirebilmesidir. Bunu nasıl yapabildi? Buna nasıl izin verildi?  

Sayın Reis müstevlinin boy aynasında endamına bakıp yakası şöyle olsun, eteği böyle olsun diyerek, üzerine takım elbise diktirir gibi kendisine bir anayasa yaptırdı. 1876’dan beri anayasa tartışan bir ülkede siyasî toplumun bu rezaleti “oldu da bitti maşallah!” tavrıyla kabul etmesini ben hiç anlayamadım. Bu ülkede burjuva demokrasisi adına ne varsa (kuvvetler ayrılığı, sendika kurma hakkı, örgütlenme-toplanma-ifade özgürlüğü, özerk üniversite) borçlu olduğumuz 1961 Anayasası’nı “karışıklığa yol açtı” gibisinden eleştiren hukukçular oldu.

Siyasî toplumun önemli bir kesimi Reis’in anayasa tasarısına karşı alternatif bir millî anayasa için mücadele etmeye hazırdı. Fakat bu mücadeleyi örgütlemek ve ülke sathına yaymak için yapılan girişim önce içeriden bölündü, sonra içeriden yok edildi. “Güneş yarın yeniden doğacak” denilerek üzerine bir bardak su içildi. Memleketin siyasî partileri, sendikaları, üniversiteleri ve hukukçuları Devlet’in bu deli gömleğini giymesine rıza gösterdiler.

Deli gömleği, bilindiği gibi, hastanın elini kolunu bağlar ve onu her türlü müdahale karşısında savunmasız bırakır. Memleketin yasamasını yürütmesini yargısını Saray’a bağlayan ve Reis’i her konuda son karar makamı hâline getiren bu anayasanın ülke idaresini halktan kopardığını ve siyasî iktidarın zirvesini emperyalist güçlerin her türlü şantaj ve baskısına açık hâle getirdiğini AKP’liler bile görmeye başladı. Önemli kararlarda parlamentoyu, siyasî toplumu, toplumsal örgütleri arkasına alamayan hükümdar, ailesine, bakanlarına ve şahsına yönelik baskı ve şantaj karşısında kendi paçasını kurtarmaktan başka bir şey düşünemez.

Kimse kalkıp da “Olur mu, biz herkesten çok başkayız!” demesin. Yugoslavya’dan, Irak’tan, Suriye’den, hatta Panama’dan ne kadar başkasınız! Cumhuriyet’in getirdiği bütün kazanımlar ve değerler mevcut siyasî iktidar tarafından yok edilmek üzere parantez içine alınmıştır.   Mevcut siyaset tiyatrosu halktan kopmuştur; danışmanları ve bakanlarıyla birlikte Saray iktisat politikalarıyla, yanlış kararlarıyla bir millî güvenlik ve beka sorunu hâline gelmiştir. Toplumu etnik ve mezhebî olarak bölen de mevcut siyasî iktidardan başkası değildir.

Egemenliğin yeniden tanımlanması gerekir.  Egemenlik kayıtsız  şartsız Allah’a mı, hükümdara mı, ümmete mi, yoksa millete mi aittir? Bu temel konuda bir karar vermek gerekir.

Siyasî toplum kendi içinden seçimle göreve gelecek bir kurucu meclis çıkarmak ve yeni bir anayasa yaparak egemenliği gerçek sahibine iade etmek zorundadır. Bunu yapamazsa, orta sınıf insanları  yoksulluktan intihar eden, ıspanaktan bile korkmaya başlayan halk kitlesi, sonsuza kadar korku çekmektense korkulu bir sona razı olarak bu siyaset tiyatrosunu yerle bir eder ve yine yeni bir anayasa yapar. Tarihin bize öğrettiği budur. Fakat ikincisi, fazla tehlikeli ve zahmetli olur. Veryansıntv, 07. 11. 2019