DEMOKRASİ SORUNU

Yavuz Alogan

         Demokrasi kadar eğilip bükülmüş, üzerinde tepinilmiş, istismar edilmiş bir kavram yoktur. Ailede, okulda, iş yerinde, devlet yönetiminde, her yerde insanlar tanımsız bir demokrasi özlemi duyarlar. Bir yanda toplanma, örgütlenme,   ifade özgürlüğü, toplu pazarlık hakkı,   karar alma süreçlerine katılım  imkânları, fakat  öte yanda  “hür teşebbüs,”  serbest piyasa vahşeti, lokavt hakkı,   referandum  yoluyla rejimi değiştirme ya da parayı döküp seçim kazanma imkânları; bütün bunlar, “demokrasi” başlığı altında toplanır.

         Eric Hobsbawm, Kısa Yirminci Yüzyıl adlı kitabında yurttaşların etnik-ulusal ve dinsel çizgiler boyunca bölünmelerini demokrasinin öldürücü virüsü olarak tanımlamıştı (1996, s. 165). Reel sosyalizmin çöküşünden sonra, kapitalist dünya sisteminin çevresinde yer alan ülkelere bu virüs, bilinçli biçimde, gerçek “demokrasi” diye aşılandı. Bazı ülkeler virüsü öldürücü dozda aldılar (Yugoslavya); bazı ülkelere virüs savaş ve yıkımla birlikte aşılandı (Irak, Suriye, Libya).

         Aynı virüs bize de içeriden bulaştırıldı. Fakat Cumhuriyet’in etnik ve dinî bölünmelere karşı sağladığı laiklik ve ulus-devlet bağışıklığı sayesinde virüs, bizi yıprattıysa da henüz öldürmedi. Bununla birlikte virüsün tarikatlar ve cemaatler eliyle ve her hareketinin başına sahtekârca “demokratik” ifadesini koyan PKK/HDP biçiminde sürekli kendini yenilemesini önleyecek sağlam bir anayasal yapı kurmayı henüz başaramadık.   

         Baskıcı rejimlerde, yeni bir siyasî oluşum tanımı belirsiz demokrasi halkasını sıkıca kavradığında, bölüşümde adalet, refah ve değişiklik isteyen kitleleri peşinden sürükleyebilir. Şimdi tam da bu halkanın AKP’yi bölmeye çalışan taşeron hareketler ve CHP yönetiminin içindeki liberaller tarafından sıkıca kavrandığı ve kitleselleşme yoluna girdiği bir uğrakta bulunuyoruz. Bu hareketler kavradıkları halkayı çekerek AKP’den hoşnutsuz bütün kitleleri tek bir cephede toplayabilecek gibi görünüyorlar.

         Sürüklenen kitlelerin bütün unsurları; bazıları “gerçek İslam”  ya da soyut anlamda hak-hukuk-adalet, hatta İmamoğlu ve Kaftancıoğlu’nun dillerinden düşürmedikleri “Atatürkçülük” adına  Cumhur ittifakının karşısında mevzilenmeye başladılar.

         Saray’ın bu durumu fark ettiği görülüyor. Vidaları biraz gevşetmeye, yargı reformu yapmaya, Anayasa Mahkemesi’ne  alan açmaya, stratejik mülteci (ensar) politikasından kurtulmaya çalışıyor; parlamento ile siyasî iktidar arasında köprü kurmak için sistemde düzenleme yapmaya, böylece karşısına dikilen sözde “demokrasi” cephesini açığa düşürmeye hazırlanıyor. Bu gelişmenin Cumhur ittifakının MHP kanadını ne kadar öfkelendirdiğini Sayın Bahçeli’nin son günlerde yaptığı asabi konuşmalardan anlıyoruz. “Beka sorunu” bayrağını sıkıca kavrayan MHP, “Türkiye  ittifakı” ihtimalini dağıtmaya çalışıyor.

         Seçimler yoluyla tek parti rejimi kurmaya çalışan siyasi iktidarın, seçmen tabanında görülen çözülmeyi, vidaları gevşeterek, “demokratik” önlemlerle durdurma şansı yoktur.  Bu yönde atacağı her adım çözülmeyi hızlandıracak, Cumhur ittifakını dağıtacaktır.  Bir yükseliş imkânı yakaladığını düşünen Millet İttifakı partilerinin, AKP’nin zemin yoklama niyetiyle dile getirdiği “Türkiye İttifakı”na razı olarak Saray’ın iktidar ömrünü uzatmaları için de bir sebep  yok.

         Öte yanda siyasî iktidarın, vidaları iyice sıkarak MHP’yle birlikte bu kez sahici bir diktatörlük kurmaya çalışması da ömrünü uzatmaya yetmez; bunun için gerekli ideolojik aygıtlara, tepkiyle başa çıkabileceği baskı araçlarına ve dış desteğe sahip değil.

         Siyasî partileri tabanda fikir geçişimi olmayan sızdırmaz bloklar olarak görmek hatalı olur.  Yönetimlerinden ve sözcülerinden bağımsız olarak parti tabanları kriz koşullarında her türlü görüşe açıktır. AKP’nin içinde laiklik ve üniter devlet ilkesine bağlı ilerici mütedeyyin insanlar olabileceği gibi, CHP’nin içinde tarikatlara ve cemaatlere kur yaparak imamla dolaşan açılımcı Atatürkçüler de olabilir. Önemli olan, kitlelerin tanımsız demokrasi özlemini işbirlikçi, ayrılıkçı ve gerici siyasî partilerin inisiyatifine terk etmemektir.  

En genelde, bütün siyasî partileri dikine kesen iki temel program var. Bir yanda, istiklâli tam ve laiklik programı; öte yanda, Atlantik’e tam bağımlılık ve etnik/dini bölünme programı. Aydınlık, 29. 07. 2019