BİZ KURBAĞA DEĞİLİZ

Yavuz Alogan

         AKP’nin on yedi yıllık iktidarına ilişkin bir ara-hesap çıkarmak gerekirse, bu partinin kendi suretine uydurmaya çalıştığı Devlet’i kendi çabasıyla düzeltemeyeceği ölçüde çökertmiş olduğu görülür.

“Vesayet” dediği şeyle uğraşırken Devlet’in ordusunu bozdu;  yeni bir zenginler sınıfı yaratıp seçmeni müşteriye dönüştürürken  sanayi ve tarımı tahrip ederek dışarıya mahkûm bir ekonomi yarattı;  büyük güçler arasında  kararsız bir denge kurmaya çalışırken ülkenin güvenliğini tehlikeye soktu; Fikret’in neslini yok ederek ülkenin geleceğini “Asım’ın nesli”ne emanet etmek için  millî eğitim sistemini bozdu ve imam hatipleriyle, Rabia’sıyla, İhvancılığıyla toplumun en küçük hücrelerine kadar her türlü gericiliği yaymaya,  Aydınlanma düşüncesini boğmaya çalıştı; 1877’den beri mücadelesi verilen  parlamenter sistemi yok ederek, milletin kayıtsız şartsız egemenliğini Saray’ın şahsında kendi ümmetinin egemenliğine dönüştürdü; parayla ve baskıyla medyayı hâkimiyet altına alarak yurttaşın  gerçeğe ulaşma imkânını yok etti. Ve şimdi hakikat anı ve hesap günü yaklaşırken, yaratmış olduğu enkaza boş bir çabayla şekil vermeye çalışıyor.

FETÖ’nün tarihi ve esrarı apaçık ortaya çıkmışken, bir utanç, pişmanlık, askeri ve siviliyle özeleştiri, ülkenin tarihinden ve bütün yurttaşlardan özür dileme günü olması gereken 15 Temmuz’dan  Çanakkale, Sakarya, Dumlupınar gibi bir efsane ve  büyük bir zafer çıkarma çabasında bir gariplik, aykırılık ve siyasî istismar olduğunu fark etmeyen ya da  içten içe hissetmeyen tek bir kişi var mı acaba?

Osmanlı’nın çöküş döneminden başlayarak, ne zaman ağır bir kriz olsa siyasî oluşumlar dış güçlerin çekimine kapılarak vaziyet almışlardır. Bunun tek istisnası Mustafa Kemal Hareketi’dir. Çevresindeki entelektüeller mandater ülke ararken, en yakın arkadaşları Saray’dan ve hilafet makamından mucize beklerken tek başına nasıl direnebildiğini bugünden bakarak anlamak çok zordur. Herhalde sabır ve dirayetle, çürüyen bir yapının parçası olmama iradesiyle ilgili bir durumdur.

Siyaset, dostları ve düşmanları ayırma becerisi değildir.  Dost ve düşman kuvvetler ayırımı, eğer ordunuz varsa, sıcak savaşta olur. Topluma nişancı dürbününden bakarsak, sadece zımbalanması gereken düşmanları görürüz. (Ben askerdeyken baktım; sarı yeşilimsi bir zeminde sadece hassas atış için mesafe ölçüm kadranı görülüyor!) Her yerde düşman görmeye alışırsak, bir süre sonra düşmanı kendi içimizde de arayıp buluruz ve siyaset alanını giderek, Thomas Hobbes’un ünlü sözüyle, “Herkesin herkese karşı savaşı” (bellum omnium contra omnes) olarak algılamaya başlarız.

 Siyaset, topluma 360 derece açık gözle bakmayı gerektirir; farklı görüş ve eğilimleri ortak ilkeler zemininde birleştirme sanatıdır.  Burada iki hata yapıldı: Birincisi, temel ilkeler pahasına ya da onları sulandırarak en aykırı görüş ve eğilimlerle birleşmeye kalkışmaktı.  İkincisi, bütün görüş ve eğilimleri tek bir yapı içinde toplayarak eşitlemenin, düzlemenin mümkün olduğunu sanmaktı. 

Birincisi, tabanın yabancılaşarak çözülmesine; ikincisi ise   daralma ve giderek tekkeleşmeye yol açtı. 1986’dan bu yana her iki hata da sosyalist solun istisnasız bütün hareketlerine farklı derecelerde damgasını vurmuştur.   Güçlü olandan kuvvet devşirmek için ilkelerini sulandırmışlar ya da sadece kendi seslerini duymak için kapıları pencereleri sıkıca kapatmışlardır.

Bir de alışmamak çok önemli.  AKP’nin kendisini kurucu irade yerine koyarak getirdiği anayasal rejim siyasî toplum tarafından meşru kabul edildiği için sistem kendi içinde alternatifler, aynı çizginin devamı olan yeni partiler, hareketler vs üretebiliyor; sistem dışı alternatifler ise netice alma imkânı olmayan birer tavsiye ve temenni olmanın ötesine geçemiyor. Demek ki mevcut rejimin meşruiyetini sorgulayarak güç toplamadan sisteme alternatif oluşturma, hatta muhalefet etme imkânı bulunmuyor.  Şimdi burada kaynayan suya atılınca sıçrayıp kurtulan, yavaş yavaş ısıtılan suya bırakılınca gevşeyerek ölen kurbağa hikâyesini anlatacak değilim. Biz kurbağa değiliz; olmamalıyız.

Fakat Dostoyevski bir yerde şöyle demiştir: “İnsan ne korkunç bir yaratık, her duruma alışabiliyor.” Aydınlık, 19. 07. 2019