Yavuz Alogan
En sevdiğim özdeyişlerden biri Amerikalı ünlü gangster Al Capone’a aittir. İçki yasağı döneminde (1920-1933) ülkeyi kasıp kavuran Şikagolu haydut şöyle diyor: “Sadece güzel bir sözle alabileceğinizden çok daha fazlasını, güzel bir söz ve bir tabancayla alabilirsiniz.” Neredeyse yüz yıl önce söylenen bu söz günümüzün en esaslı dış politika ilkesi olarak okunabilir.
Fakat G-20 zirvesinde çekilen “aile fotoğrafı”na bakarken, Al Capone’un başka bir sözünü hatırladım: “Büyük aile toplantılarında daima en azılı düşmanınızın yanında durun.”
Fotoğrafta Trump, sağına bizim Reis’i soluna Muhammed bin Selman’ı alarak bir tarafta, Putin ve Jimping öteki tarafta duruyor. Jeopolitik bir içler dışlar çarpımı tablosu. İki uçtaki kümeyi çaprazlamasına birbiriyle çarparak dünyanın kıt kaynaklarına bölüyorsunuz ve X’i buluyorsunuz.
Burada X, savaş anlamına geliyor.
Trump, Amerikan heyetinin karşısına dizilmiş oturan devlet yöneticilerimizi işaret ederek, “Şu insanlara bakın,” diyor. “Ne kadar güzel insanlar, bu insanlarla ilişki kurmak ne kadar kolay. Hiçbir Hollywood setinde bu kadar güzel insanı bir arada bulamazsınız.”
Bizim Reis’in şöyle demesini beklerdim: “Siz de Sayın Başkan, Batman filmlerindeki Gotham Kenti’ni haraca kesen Joker’i andırıyorsunuz.”
Trump, basına yaptığı konuşmada, Ruslara nazire yapar gibi Sayın Reis’in kendisine ne kadar bağlı olduğunu anlattı. Sayın Reis’in “çok çetin” bir insan olduğunu fakat çok iyi anlaştıklarını, Rahip Brunson’ı serbest bırakma isteğini ikiletmediğini söyledikten sonra şöyle dedi: “Kürtleri, yani IŞİD’i ve hilafetini ortadan kaldırmamızda bize yardımcı olan o insanları yok etmek istiyordu ve bunun için yaklaşık 65 bin askeri sınıra yığmıştı. Ben de bunu yapmamasını istedim. Kürtler Türkiye’nin doğal düşmanı, ancak Erdoğan bunu yapmadı. Onlar (Türkiye), o halkı ortadan kaldırmaya hazırdı. Ben ona (Erdoğan’a) bunu yapmamasını söyledim ve o da yapmadı.” Bazı tv sunucularımız bu laubaliliği, sırıtarak, Türkiye’ye yapılmış bir iltifat gibi sunduklarında içim sızladı, utancımdan yerin dibine geçtim.
Putin, Amerikan Başkanı’nın sözlerini Financial Times’a verdiği demeçle yanıtladı; “Suriye meselesi bize Türkiye’yi kazandırdı” diye başladı; Rusya’nın Suriye’ye müdahalesinin bölgeye istikrar getirdiğini, “Türkiye ve İran gibi önemli bölgesel aktörleri” (Dugin’in, Ortodoks Rus İmparatorluğu’nun yörüngesinde görmek istediği “bölgesel devletler”) Rusya’ya yaklaştırdığını ve bu durumdan memnun olduklarını söyledi.
İsmet İnönü, “Büyük devletlerle ilişki kurmak ayıyla yatağa girmeye benzer” demişti. Şimdi biz birbiriyle hırlaşan iki ayıyla yatağa girmiş durumdayız ve birbiriyle vekâleten savaşan her iki ayıya karşı dolaylı savaş vermek gibi tuhaf bir faaliyet içindeyiz.
Ordunun neredeyse yarısını terhis edip “askerleri ailelerine kavuşturmuş (!)” bir ülke olarak Irak’ın kuzeyinde, Suriye’nin içlerinde ve kendi ülkemizde güneydoğudan Karadeniz kıyılarına kadar açıktan, İdlib’de ve Libya’da ise örtülü olarak savaşıyoruz. Doğu Akdeniz’de İngiltere, ABD, Fransa, İsrail, Mısır, Güney Kıbrıs ve Yunanistan’la; Ege’de ise ABD ve AB’yi arkasına almış Yunanistan’la her an çatışabiliriz. NATO, Karadeniz’i zorluyor. Bir cephede müttefik olan ülke, başka bir cephede düşman olabiliyor. “Win-win” politikasını bir yana bırakarak, devlet aklını uyandırmak ve sahici diplomasiyle geleneksel askeriyeyi birleştirmek gerekir.
Amerikalı emekli Oramiral James Stavridis Yunanistan’ın Türkiye’yle savaşması hâlinde, Amerikan Deniz Kuvvetleri’nin bizim donanmamızı İnebahtı (1571) misali nasıl imha edeceğine dair senaryo yazdı. Bizim amiralimiz Cihat Yaycı ise bir Münhasır Ekonomik Bölge Kanunu çıkararak bunu derhal Birleşmiş Milletler’e ilan etmemiz gerektiğini siyasî topluma, belki de Devlet’e anlatma çabasıyla kitap yazdı.
Okumak elbette iyi bir şey, ancak beka sorunuyla karşılaşan bir Devlet’in farklı biçimde çalışması lazım. Buradan yine devlet teori ve pratiğine geliyoruz. Millî Güvenlik politikalarını hangi başkanlık ofisi çalışıyor? Elbette bu isabetsiz bir soru. Muhtemelen Saray danışmanları oturup hangi fırsattan nasıl bir “win-win” çıkarabiliriz diye düşünüyorlar. Bir yerde ABD’yle, başka yerde Rusya’yla “win-win”… Bunun dışında, “Katil Esed,” “Cani Sisi,” Rabia; büyük fakat boş umutlar! Üstelik ufukta erken seçim, rejim ve Anayasa tartışmaları beliriyor. Tarihimiz en umutsuz durumlardan muhteşem çıkışlarla doludur. Bu seferki çıkış umarım ağır yaralar almadan gerçekleşir. Aydınlık, 01. 07. 2019