Yavuz Alogan
Devletler savaş ve kriz durumlarında gizli diplomasi yaparlar. Siyasî iktidarın taktik hedeflerini anlamak zorlaşır. En fazla bağırıp çağırdıkları güçlerle el altından pazarlık yapabilir, en dost göründüklerini arkadan vurabilirler.
Mevcut iktidar Suriye kuzeyine sınırlı askerî harekât için Pentagon’la anlaşmış olabilir. Pentagon, PKK’nin bir kesimini dolaylı tutumla tasfiye ettikten sonra, Türkiye’yi PYD devletine razı etmeyi umuyor olabilir.
ABD üç PKK savaş ağasının başına ödül koydu. Hemen ardından Apo’nun şu sözü yayıldı: “Şahin Cilo benim veliahtımdır. Bölgede kalıcı olmak istiyorsanız (Amerikalılar), onu korumak görevinizdir.” Bu ne? Tesadüf olabilir mi? Amerikalıların PKK’yi böldüğü, bir kesimini belki Türkiye’nin önüne atarak yeni bir sayfa açmaya hazırlandığı, belki de PKK’yi PJAK’tan kopararak Membiç’e doğru sürmek istediği anlaşılıyor.
ABD, Türkiye’yi bölgedeki savaşın ileriki aşamalarında İran’la karşı karşıya getirmekten vazgeçmiş olabilir mi ya da İdlib kırsalında neler oluyor? Bunları bilemeyiz. Bilmediğimiz şey üzerinde dilediğimiz kadar spekülasyon yapıp senaryo üretebiliriz. İddia ediyorum, ben bile sınırlı bilgilerimle bölgedeki mevcut duruma dair gayet mantıklı, güçlü argümanlarla desteklenmiş, tarihe gönderme yapan beş adet farklı senaryo yazabilirim. Ancak savaşların gidişatını, o savaşları bizzat çıkaranlar bile kesin olarak öngöremezler.
Fakat yaşamakta olduğumuz şu tarihî dönemeçte kesinlikle bildiğimiz bir gerçek var: Türkiye, güneydoğu sınırlarına bitişik, ABD ve İsrail’in stratejik amaçlarla destekleyip silahlandırdığı, petrol alanlarına sahip etnik bir Kürt devletinin kurulmasına asla izin vermez. Kosova benzeri yapay bir devlet oluşumunun Kürt irredantizmine (yayılmacı milliyetçilik) yol açacağını, bunun da iç savaş ve parçalanma anlamına geldiğini bilir. Aynı şekilde Akdeniz’de Antalya Körfezi’ne sıkışmaya ve Ege Denizi’nden dışlanmaya, yüzü Karadeniz’e dönük bölünmüş bir karasal devlet olarak sakatlanmaya hiçbir siyasî iktidar razı olamaz. İktidarda hangi siyasi parti olursa olsun bu gerçeği değiştiremez. “Demokratik” yollardan iktidara Fesli Kadir Bey’i bile getirseniz bu gerçeği alenen inkâr edemez, fakat yan yollara sapabilir, gerçeği sulandırabilir, kendime kaş yapayım derken ülkenin gözünü çıkarabilir.
Türkiye’de rejim tam da emperyal düşünce kuruluşlarının istediği ve öngördüğü şekilde değiştirildi. Devlet tek bir siyasî partiye teslim edildi; siyasî iktidarın icraatını denetleyebilecek bütün devlet kurumları ve parlamento mekanizmaları kaldırıldı; ülkenin bütün maddi varlıkları, en güçlü medya kuruluşları, siyasî iktidarın tasarrufuna terk edilerek siyasî toplum etkisizleştirildi.
Siyasî iktidar tarihî sorumluluğuyla baş başadır. Kendi davasını (kendi davasını!) nihai sonucuna ulaştırmak, iktidarını koruyarak tam bir hegemonya kurmak için bu çatışmalı süreçten en az zarara uğrayacak, en çok tavizi koparacak şekilde büyük güçlerle pazarlık yaparak çıkmaya, bu arada seçmen nüfusunun neredeyse yarısını dışlayarak kendi iç cephesini kurmaya çalışmaktadır.
Siyasî iktidarın peşinden sürüklenmenin, onun kurmaya çalıştığı iç cephede yer almanın, yaptığı her pazarlık ve hamleye olumlu anlamlar yüklemenin yegâne kaçınılmaz alternatifi, HDP’nin peşine takılmak ya da CHP’nin çokyüzlü sinsi politikalarını desteklemek olamaz.
Bütün yurtseverlerin, mutlaka üçüncü bir alternatif oluşturarak “Biz varız ve buradayız, istediğiniz her şeyi yapamazsınız” diyebilmeleri, siyasî iradeye pazarlık yaparken aşamayacağı sınırlar olduğunu ve tek başına iç cepheyi kuramayacağını kitlesel olarak göstermeleri gerekir. Kabadayının omuz atıp geçemeyeceği sağlam, gözle görülebilir, somut bir gövdeye ihtiyaç var. Dış güçlerin AKP, FETÖ ve PKK’yi birbirine yaklaştırmak için her türlü imkânı kullanarak uyguladıkları kuvvet ancak bu şekilde etkisiz hâle getirilebilir. Aydınlık, 17. 12. 2018