Yavuz Alogan
Bazı insanların iyimserliğine hayranım. Onları cehennemin dibine koysalar serinlemek için yelpaze ararlar ve mutlaka bulurlar.
Muharrem İnce’nin şahsında CHP’yi fabrika ayarlarına döndürecek bir lider bulanların iyimserliğini bir yana bırakıyorum. Zira bu buluş sosyal psikoloji alanına giriyor, “toplu histeri” ya da “sosyal şizofreni” gibi kavramlarla çalışmak lazım ki beni aşar.
Sıradan insanlarda iyimserlik bünyeseldir. Ben öyleyimdir mesela, anneme çekmişim. Siyasî ve askerî liderlerin durumu ise tamamen farklıdır. Onlar her zaman iyimser görünmek, dağılmaması için kadrolarına umut vermek zorundadırlar.
Mesela Piramitler Muharebesi’nden, Marengo, Hohenlinden, Ulm, Austerlitz, Borodino savaşlarından geçmiş bir askerî deha olan Napoleon Bonaparte’ın, Waterloo Savaşı (1815) sırasında Prusya Prensi Wilhelm’in 4. Süvari Kolordusu General Wellington’ın saflarında savaşa katıldığı anda her şeyin bittiğini anlamamış olması mümkün mü? Fakat zafer vaadini inatla sürdürdü. Gerçi onu mazur görmek gerekir. Geri çekilerek ordusunu kurtaramazdı. Fakat sonunda öyle bir an geldi ki İmparatorluk Muhafız Alayı bile yakın mesafe top atışlarıyla imha edildi. İşte o anda Mareşal Ney kılıcını çekip kahramanca saldırıya geçti fakat İngilizler ona ateş açmaya tenezzül etmediler. “Git de seni Fransız askerleri vursun!” diye bağırdılar. Nitekim öyle oldu. Bourbon Restorasyonu sırasında, yıllar sonra heykelinin dikileceği meydanda kurşuna dizildi. Le Grand Armée (Büyük Ordu) böylece imha oldu ve “silahlı ulus” olarak örgütlenen Fransa’nın kılıçla Avrupa Birliği kurma çabası sona erdi.
Elbette, bu kadar iddialı olmayan, naif umutlarla beslenen bir iyimserlik türü de var. Mesela geçen Pazar sabaha karşı saat 01.53’te (saate dikkat!) TRT ansızın Valery Gergiev yönetiminde Viyana Senfoni Orkestrası’nın Yaz Konseri’ni yayımlamaya başladı. Prima soprano Anna Netrepko’dan aryalar falan… Klasik müzik seven tanıdıklarım heyecanlandılar, sevindiler. N’oluyor? Kültürel bir açılım mı başladı?
Öte yanda Reis’in adamları Adnan Oktar’ın ucube tarikatına “çöktüler”, sırada diğer cemaatler ve tarikatlar varmış… Sakın bu Dinayet İşleri odaklı İslam anlayışının (Vahhabi midir, Selefi midir, İhvani midir, yoksa “Türk tipi” midir?) ideolojik hegemonyasını kurmak için muhalefet potansiyeli taşıyan zıvanadan çıkmış tarikatların etkisini kırmaya yönelik bir operasyon olmasın? Yoksa Kurucu Başkan Kemalist laiklik anlayışını mı benimsedi? Yoksa hakikat ortalarda bir yerde, siyasette oportünizmin kıvrımlarında mı saklı?
Bu arada yeni Millî Eğitim Bakanı da Kemalizm’i ve laikliği çağrıştıran bilimsel demeçler veren bir kişiymiş. Millî eğitimde yuvalanan kaçık tarikatları tasfiyeye mi hazırlanıyorlar? Bilimsel, laik eğitimin zamanı mı geldi? Yoksa başka bir hesap mı var?
Bu türden muhabbetler bana hep 12 Eylül’ün hemen öncesinde Kenan Evren’in Dev-Yol sempatizanı ya da damadından ötürü TKP hayranı, en azından gizli CHP’li, “aslen sosyal demokrat” olduğuna dair söylentileri hatırlatıyor!
Fakat en ilginç olay Genel Kurmay Başkanı’nın görev devir teslim töreninden sonra yaptığı yazılı açıklamaydı. Açıklamanın bir yerinde muazzam haber değeri taşıyan, manşetlerden verilen şu “çok çarpıcı” (flaş, flaş!) cümle yer alıyordu: “Şahsıma tevdi edilen bu kutsal görevi … Atatürk ilke ve inkılâplarının rehberliğinde başarıyla yerine getireceğimize olan inancım tamdır.” Dikkat edelim! Genel Kurmay Başkanı’nın Kemalist Devrim’in rehberliğinden söz etmesi Türkiye’de artık çok çarpıcı bir haber olarak değerlendiriliyor.
Sürekli umutlu ve iyimser olmanın ikili bir karakter taşıdığını söyleyebiliriz. Bir yanda, elbette kişinin yılgınlığa kapılmasını önler, mücadele azmini korumasını sağlar. Fakat öte yanda, insanın gerçeği olduğu gibi görmesini önler ve zor durumlardan çıkış yolu ararken yaratıcı olmasını engeller. Masallarda (ve tarihte de) mucizelerin en karanlık, kasvetli ve çıkışsız durumlarda gerçekleşmesi rastlantı değildir. Aydınlık, 23. 07. 2018