Yavuz Alogan
Kurucu Başkan’ın yeni rejiminde siyasî iktidarın söyledikleri ile yaptıkları arasındaki çelişki halkın gözünden kolayca kaçırılır. Söylediğinin tam tersini yapar ve sonuçları gizler. Ne yaptığını nereden bileceksiniz? Ne bir denetim mekanizması, ne de özgür/sorgulayan bir basın var. İktidarın söylediklerinden, yandaş medyanın yorumlarından çıkarsama yapmak durumundasınız. Marjinal kalan bağımsız medya içeriden haber alma imkânına sahip değil. Tahminlerle yetinmek zorunda.
Öte yanda siyasî iktidarın dışarıdan gelen baskılar karşısında direnme, topu başka yere atma şansı yok. “Ben bu durumu Meclis’teki partilere izah edemem” ya da “Bunu yaparsam sendikalar beni topa tutar, muhalif basın saldırıya geçer” diyemez. Hiçbir kurumun baskısını hissetmeyen, bütün yetki ve karar mekanizmalarını kendinde toplayan iktidar her türlü dış baskı ve şantaja açıktır. Devlet sorumluluğunu dağıtabileceği, paylaşabileceği bütün mekanizmaları yok etti. Ne tür angajmanlara girdiğini, nasıl tavizler verdiğini saklarken milleti uyuttuğunu, siyasî toplumu parmağında oynattığını sanır; halkı çocuk yerine koyarak siyaset yapmaya alışır. Bu da tehlikeli bir özgüvene ve telafisi olmayan hatalara yol açar. Ortadoğu diktatörlüklerine özgü böyle durumların sonu, Saddam örneğindeki gibi felaketli olur. Rejim değişti derken bunları kastediyoruz.
Optimizasyon programı?
İran ambargosuna karşı kameraların önünde ABD’ye mükemmel biçimde posta koydular. Eyvallah! Ama öte yanda Tüpraş, İran’dan petrol alımını azaltıyor. “Neden azaltıyorsun?” diye soruyorlar. Tüpraş cevap veriyor: “Yaptırımlara ilişkin ‘Wind Down’ (türkçesi: giderek yavaşlamak, yatışmak, kapamak-Y.A.) olarak adlandırılan geçiş süreci devam etmekte olup, şirketimizin operasyonları da optimizasyon programları çerçevesinde planlandığı şekilde yürütülmektedir.” Tüpraş bunu iktidardan bağımsız olarak, kendi kafasına göre mi yapıyor? Öte yanda Amerikalı casus rahip iyi niyet jesti olarak evine gönderildi. ABD, iktidarın bir adım geri çekildiğini görünce iki adım ilerleyerek rahibin serbest bırakılmaması hâlinde “geniş çaplı yaptırımlar” uygulayacağını ilan etti. Türkiye’nin gösteri ve jest yapmayı bırakıp ilkeli bir tutumla dünyadaki yerini yeniden belirlemesi gerekir. Kurucu Başkanlık rejimi bunu yapabilir mi?
Gizli Diplomasi
Seçimlerden hemen önce ayyuka çıkan Kandil Operasyonu ne oldu? Fırat’ın doğusunda iktidarın ne yapmak istediğini bilen var mı? Yok! “Vaşington Yakındoğu Politikaları Enstitüsü”nün raporlarından sonuç çıkarmaya çalışıyoruz. Çünkü Kurucu Başkan’ın söylemi “Biz ancak rükû’da eğiliriz… bir gece ansızın…” muhabbetinin ötesine geçmiyor.
Gizli diplomasi yürütüyorlar. Dış politikaları, meclis vs şöyle dursun, dışişleri bakanlığından bile bağımsız. Mustafa Kemal’in temellerini attığı, emperyal hülyaları olmayan, Balkan Antantı (1934) ve Sadabat Paktı (1937) gibi ittifaklarda ifadesini bulan açık ve gerçekçi dış politika çoktan terk edildi. Sultan Abdülhamit’in, kendi sözleriyle, “Ali’nin külâhını Veli’ye, Veli’nin külâhını Ali’ye giydirme” siyasetini benimsediler. Külâh kapmaca için şartlar da müsait: ABD Türkiye’yi ASTANA’dan, Rusya ise NATO’dan koparmaya, AB ise bir tampon bölge olarak kapıda bekletmeye çalışıyor.
Rejim Sorunu
Elbette denge siyaseti izlenebilir. Nitekim İnönü hükümetleri de II. Savaş sırasında ülkenin jeopolitiğini kullanarak denge siyaseti izlemişti. Fakat o zaman savaşın ağırlık merkezi Ortadoğu değildi ve tarımıyla, az gelişmiş olsa da sanayisiyle kendine yeterli bir iktisadi yapıya sahiptik. Küresel mali sermayenin yerli işbirlikçilerimizle birlikte IMF’nin kapısına doğru itmeye çalıştığı, borçlarını ödeyemez hâle gelmiş, üretimden kopmuş, her şeyini satılığa çıkarmış bir ülke dış politikada denge siyaseti izleyemez, bağımsız olamaz. Dış baskı ve şantaj arttıkça iktidar mafyalaşacak ve ülke içinde “istibdat” artacaktır. Bu yüzden temel sorun rejim sorunudur. Sorunun çözümü zordur fakat hakikat budur. Bu iktidar aygıtı beş yıl çalışmaz. Aydınlık, 27. 07. 2018