VEDA ZAMANIDIR

Yavuz Alogan

         Aydınlık’ta çıkan ilk yazımda (19  Eylül 2014) benim için önemli olanı şöyle tanımlamışım: “Önemli olan yazdığımız şeyin bizi esir almaması, uçuşmaması ve bir işe yaramasıdır…. Gerekli olan, efsanevi anlamlar yükledikleri kendi geleneklerinin içine tıkılıp kalmış, insanî ve siyasî olan her şeyi giderek daralan bir çerçeve içinde yaşayan grupları, insanları ve fikirleri mücadelede birleştirecek bir güç oluşturmaktır.”

         Şimdi dört sene öncesine baktığım zaman, böyle bir güç oluşturmanın tek bir şartı olduğunu anlıyorum: teorik yorum ve siyasî geçmiş farkı gözetmeden insanları tek bir düşüncede birleştirmek. Benim için bu düşünce, başta laiklik olmak üzere Kemalist Devrim Kanunları, sembolü de Bandırma Vapuru olmuştu.

         Ancak bunun da bir şartı vardı: halka karışık mesaj vermemek, kararlı bir tutumla muhalefet ederek örgütlenmek.

         Pazartesi günü gelen bir telefon, beni CHP’li, HDP’li, “troçkist” (bereket “troçkist tasfiyeci” değil!) olmakla suçlayana kadar bu çizgide kendimden gayet emin olarak yazdım. Aslında telefon tartışmasına da fazla önem vermedim. Neticede arkadaşınızın bir yazısına bozulur, telefonu açıp onu fırçalarsınız. İki kişi arasında olur böyle şeyler. Herkesle olmuştur.

         Fakat aynı günün akşamı “Çıkış Yolu” programında iki kez adım ve soyadım anılarak, Çin’e “Komünist Partisi yönetiminde kapitalizme geçti” dediğim için cehaletle; AKP’nin on altı yıldır sürdürdüğü sanat ve kültür politikasının Sayın Reis’in Fazıl Say’ı öpmesiyle silinemeyeceğini ima ettiğim için saygısızlıkla suçlandığım zaman, sorunun iki arkadaş arasında basit bir atışmanın ötesinde olduğunu anladım ve CHP’li, HDP’li ve “troçkist” suçlaması bana çok farklı bir ışıkta göründü.

         Aydınlık’ta yazdığım 411 yazının (bu 412. yazı) her birini aslında bir şişeye koyup okyanus akıntılarına bırakmış gibi oldum. Benim CHP’li, HDP’li, “troçkist” olduğumu söylemek, aslında benim tek boynuzlu bir at ya da bir su aygırı ya da bir şempanze olduğumu iddia etmekten farksızdır. “Bölücü ve sahte solcu yobaz” etiketi herkesin üzerine yapışmaz; en azından, bazılarının üzerinde iyi durmayacağı için inandırıcı olmaz.

         İnsan rahatsız oluyor tabiî. Misafir olarak bulunduğunuz evde ısrarla mutfağa girip istediğiniz yemeği pişirmek için ev sahibiyle itişmiş ya da bir partinin özenle oluşturmaya çalıştığı çerçeveye musallat olmuş gibi oluyorsunuz.

         Çin kapitalist midir?  Rusya’nın stratejisi içinde “bölge ülkeleri”nin yeri nedir? Yeni ve muhteşem bir dünya mı kuruluyor? Yoksa sadece eski dünya mı yıkılıyor? Bağımsızlığımızı nasıl elde edebilir ve koruyabiliriz?  Neoliberalizm sınıfsal yapıları ve sınıf mücadelesinin dinamiklerini nasıl etkiledi?  

         Bunlar tartışma konularıdır ve bu konularda hiç kimse tartışmasız   bilgi tekeline sahip değildir, kendi politikalarıyla başkalarının teorik zihnini yeniden biçimlendirme hakkına ve yetkisine de sahip değildir. Bugünün dünyasında 1970’lerdeki gibi kafaları hızardan geçirip şekillendirme imkânı yoktur. Aynı dürtülerle hareket eden, topluca aynı şeyleri söyleyen bir hipnotize karınca topluluğu yaratma çabası geçmişte bile başarısız oldu, günümüzün iletişim çağında ancak gülünç olabilir. Üstelik bu çaba insanları yukarıda belirttiğim tek bir düşünce ve sembolde birleştirmeyi de önlemiştir.

         Aydınlık geleneğiyle geçmişten bugüne yaşadığım tecrübeler bundan sonrasının iyi olmayacağını gösteriyor. Bu yüzden üzülerek yazılarıma son veriyorum.

         Aydınlık’ı ve Vatan Partisi’ni gözden çıkarmaya niyetim yok.  Bandırma Vapuru’ndan  hep birlikte içine tıkıldığımız gemiye kadar bu hareketin geçirdiği son evrimi tartışmaya, daha çok ve çok daha kapsamlı yazmaya kesinlikle kararlıyım.  Çünkü bu hareketi önemsiyorum. Tabiat bizim gibi morukları umarım tez zamanda tasfiye ettikten çok sonra bile, bugünkü TGB ve Öncü Gençlik kadrolarının sosyalizm bayrağını taşıyacağına, kendi içinden sahici liderler çıkaracağına inanıyorum.  Vatan Partisi’nin en büyük başarısı budur.

         Son olarak, başta değerli arkadaşım İlker Yücel olmak üzere Aydınlık’ın yönetim kadrosuna, sürekli tacizlerime sabır gösteren cefakâr ve fedakâr editörlere ve gazetenin bütün çalışanlarına, bana dört yıl boyunca katlanan okurlarıma teşekkür ediyor, başarılar diliyorum. Aydınlık (yayımlanmamış yazı), 25. 01. 2019