“BATI SUFÎ BİRLİĞİ” OLARAK TÜRKİYE (?)

Yavuz Alogan

         Moskova’nın kendi Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi için hazırladığı haritayı görünce, beni bir gülme krizi tuttu. Eğlenceli harita, muazzam fikir! İlk bakışta Rus emperyalizminin bir parodisi gibi görünse de derin manalar taşıyor.

 Son zamanlarda, üzerinize afiyet, her şeye gülüyorum. “Dur bakalım şimdi n’olacak” diye söylenerek sürekli gülüyorum. Pek hayra alamet olmasa gerek.

         Şimdi efendim, Ruslar oturup düşünmüşler: Ortadoğu’da ABD’nin yıkıcı etkisini nasıl sınırlayabiliriz; bölge halklarını sömürgecilikten nasıl kurtarabiliriz?  Derin bir tefekkürün ardından İslam’ın geleneksel şekillerini (tasavvufî düşünceler) keşfetmişler ve bu şekiller zemininde kurulacak manevi ittifakın Amerikan emperyalizmine karşı bölge ülkelerinin uyumlu birliğini sağlayabileceğini fark etmişler.  Yunus Emre, Mevlana ve Bektaşi geleneği, İslam’ın yozlaşmış hâli    olan Vahhabiliğin karşısına konulacakmış. Moskova-Ankara-Tahran mihverinde Ortodoks Hıristiyanlık, Sünnilik ve Şiilik bir araya gelerek antiemperyalist bir ittifak oluşturacakmış.

Haritaya bakıyorum. Türkiye’nin üzerinde “Batı Sufî Birliği” yazıyor. Üstelik bize, herhalde ödül olarak, eski Misak-ı Millî alanını da veriyorlar; petrole bulanmış yeni topraklar kazanıyoruz. Ne güzel!

         “Lan yoksa,” dedim kendi kendime, “yükselen Avrasya medeniyetinin şafağı dedikleri şey bu mu?” Fakat hayır, Şi Cinping Düşüncesi eksik! Haritada bu önemli düşünce sanki görmezden geliniyor. “Şii Birliği”nin (İran) içlerine uzanan, stratejik ittifak sayesinde 5000 Çinli askeri bölgeye yerleştiren; ayrıca Doğu Sufi Birliği’nin (Pakistan) demir yoluyla Çin’e bağlanan Gwadar limanından Hürmüz Boğazı çıkışını kontrol eden bu düşünceye, Rusya sanki bu haritada biraz soğuk bakıyor gibi geldi bana… Bu iyi yürekli Ortodoks Hıristiyanlar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya sanki tek başlarına yardımcı olmak istiyorlar.

         Ruslara şöyle bir ricada bulunsak: Saygıdeğer Efendimiz, Babamız Çar Hazretleri, bizim buralarda Kemalizm diye bir şey vardı, hatırlarsınız; devrim kanunları, ulus-devlet, laiklik gibi şeyler… Mevlana Hazretleri ve Bektaşi geleneği kokteylini, Sayın Putin’in Ankara zirvesinde dile getirdiği Âl-î İmrân Sûresi’ni, Allah’ın ipini falan bir yana bırakıp, Kemalizm’in ipine sarılsak daha iyi olmaz mı acaba? Zamanında emperyalizme karşı bayağı iş yapmış, bölgede milliyetçi akımları canlandırmış, ulus-devlet anlayışını yerleştirmiş; 1937 yazında Tahran’daki Sadabat Sarayı’nda Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında, o zamanın deyişiyle bir Pakt, bugünün diliyle “stratejik işbirliği antlaşması” yapabilmiş çok faydalı bir düşünce sistemidir. 

Bence Ruslara böyle bir alternatif plan sunulabilir; Sufî, Şii birliği falan içermeyen, daha düzgün bir müttefik ulus-devletler haritası önerilebilir.  Ortodoks Rus İmparatorluğu’nun bölgesel çıkarları açısından uygun görürler mi acaba?  Yoksa antiemperyalist ulusalcı bir düşünce sisteminin kendilerini de hedef alabileceğinden mi çekinirler?  İslami yapıları kendi emperyal niyetleri açısından daha kullanışlı buluyor olabilirler mi?

         Şaka bir yana, Rusya iyice sıkışmış görünüyor. Doğu Akdeniz’de bir mucize gibi kuruverdiği tahkimatı kuzeyde Türkiye’yi de kapsayacak bir ittifak sistemiyle doğu-batı istikametinde genişleterek alternatif bir Büyük Ortadoğu Projesi’ni nasıl kotarabilirim, diye düşünüyor.

         Sovyetler Birliği, Vladimir Putin’in haklı olarak “Yirminci yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi dediği” Belovej Anlaşması’yla (8 Aralık 1991)   dağıldı. Bir bakıma bu, imparatorluğu bir arada tutan ideolojinin (komünizm) reddedilmesiydi. Yerine bir şey koyamadılar. İnsan kırmızı halıda yürüyerek Çar ya da Kurtuluş Günü törenlerinde Kızıl Bayrak dalgalandırarak Stalin olamıyor.

         Rusya, Baltık bölgesini (Letonya, Estonya, Litvanya) NATO’ya kaptırdı, Kaliningrad Füze Üssü’yle kara bağlantısı kesildi.  Avrupa’ya açılan kapısını, Kiev şehrini, neredeyse Ukrayna’nın tamamını, yani sınır bölgesini (Ukrayna/Ruthenya’nın sözlük anlamı “sınır bölgesi”dir) kaybetti. Kırım ve Sivastopol Deniz Üssü ile ana kara arasındaki irtibatı 19 km. uzunluğundaki Kerç köprüsüyle sağlıyor, zira bölgenin kuzeyindeki Donbass yörelerinde ABD ve Kanada askerleri dolaşıyor; Rusya, Donetsk bölgesini milislerle tutmaya çalışıyor.

         Ayrıntılarla kafanızı şişirmeyeyim. Özetle, Duvar’ın yıkılmasından sonra dünya kapitalizmi Rusya’yı tarihteki Moskova ve Nijniy Novgorod Knezliklerinin (Dükalık) kadim coğrafi alanına sıkıştırmaya çalıştı. Rusya buna direndi, Büyük Rus İmparatorluğu idealine geri döndü. Fakat bunu gerçekleştirecek Ortodoks Emperyal Çarlık ya da Komünizm gibi ideolojik yapılardan ve ekonomik güçten yoksun olduğu için ancak gevşek bağlarla 11 devletli bir topluluk kurabildi. Türkmenistan 2005’te, Gürcistan 2009’da Birlik’ten ayrıldı; ikincisi, NATO’yla flört etmeye başladı. Diğerleri, Çin sermayesinin yörüngesine girdiler. Rusya’nın enerji kaynaklarından, çok güzel uçaklarından ve bütün dünyayı yok edecek nükleer füzelerinden başka bir şeyi kalmadı.  Gerek enerji iletim yolları, gerekse silahlanma bakımından Batı’nın şiddetli rekabetine maruz.

         Günümüzde Rusya, batısından NATO, doğusundan Çin tarafından sıkıştırılıyor. Ancak güney istikametinde, Ortadoğu ve Akdeniz’e doğru bir nüfuz alanı edinebilir.  “Ama Şanghay İşbirliği?” diyeceksiniz. Ben de size, Ortodoks Rus İmparatorluğu idealinin dürüst ve açık sözlü yorumcusu Alexandr Dugin’in, “Moskova-Pekin Mihveri sağlam değil, şartlıdır, tarihsel olarak tesadüfidir” (Dugin, 2005, s. 345) sözünü hatırlatacağım. “İki nedenden dolayı Çin, Rusya için tehlikelidir: kendiliğinden Atlantikçiliğin jeopolitik üssü olarak ve ‘sahipsiz alanlar’ arayan yüksek nüfus yoğunluğu olan bir ülke olarak. Her iki durumda da Çin, heardland’ı (kalpgâh- Y.A.) mevzii açıdan tehdit eden bir konumdadır” (agy, s. 187). Konjonktürel, geçici bir ittifakı, insanlığın kurtuluş umudu, yeni bir uygarlığın yükselişi gibi görmek yanılsamadır.

         Aslına bakılırsa, Temmuz 1960’da gün yüzüne çıkan Pekin-Moskova çatışması da Huruşov’un 20. Parti Kongresi’nde (1956) yaptığı Stalin eleştirisi ve “devrimden sonra sınıf mücadelesinin devamı” sorunsalından çok, benzer jeopolitik sorunlarla ilgilidir (bu konuyu çalışmak lazım). Mao ile Stalin’in yıldızı, yöntem ve strateji bakımından hiçbir zaman barışmamıştır. Ayrıca 1972’de, Laos, Kamboçya ve Vietnam’da ABD’ye karşı savaş devam ederken, Mao Zedung ile Nixon’ın Pekin’de Rusya’yı tecrit etmek için buluştuğunu da unutmamak gerekir. O zaman “Üç Dünya Teorisi”nin savunucuları “Hitler’in çizmelerini giymiş” Sovyet Sosyal Emperyalizmi’ne karşı ABD-Çin ittifakını desteklerken, bütün dünya sosyalistleri hayretler içinde kalmıştı. Devlet ideolojisi toplumları bir arada tutan sağlam bir çimentodur, fakat ülkelerin kaderini ve dış politikasını esas olarak jeopolitik belirler.  

         Lafı uzatmayalım. Sonuç olarak Rusya’nın Sufî açılımı, güneyindeki “bölgesel devletler”i henüz tasavvur hâlinde olan Ortodoks Rus İmparatorluğu’nun yörüngesine sokarak entegre etme stratejisinin bir parçasıdır. Bu entegrasyon için bula bula Mevlana’yı bulmaları, beni güldürdü (Allah da onları güldürsün!). Kimse kusura bakmasın. Ağırbaşlı diplomatların, akademisyenlerin, eski bakanların bu saçmalığı ciddi ciddi tartışmalarını hayretle karşıladığımı da belirtmek isterim.

         Bazen düşünüyorum da acaba Türkiye’de siyaset yabancı ülkelerin lobi faaliyetine mi indirgendi?  Her siyasî partinin içinde ya da kendisinde bir Avrupa Birliği, Rusya, ABD, Çin lobisi görür gibi oluyorum.  Gâvurun parasına muhtaç olmuş düşkün toplumlarda siyaset yabancı çıkarların lobiciliğine dönüşür.

         Bu amansız emperyalistlerarası paylaşım savaşında biz bağımsızlığımızı ve toprak bütünlüğümüzü koruyacağız; Avrupa, Çin, Rusya ve ABD’yle eşit ve mesafeli ilişkiler kurarak sanayimizi ve teknolojimizi geliştireceğiz, eğitim kurumlarımızı laikleştireceğiz, ordumuzu ümmetin tasallutundan kurtaracağız, iktisadî planlama (beş yıllık kalkınma planları) geleneğine geri döneceğiz. Geçmişin Üç Dünya Teorisi’nden bozma yanılsamaları bir yana bırakıp, kendi ülkemizi ve halkımızı kendi şafağımızla aydınlatacağız. Avrasya’nın kapitalist yayılmacı, Atlantik’in emperyalist şafağından hayır gelmeyeceğini bileceğiz. Bunu yapamazsak bu yüzyılı çıkaramayız. Veryansıntv, 27. 09. 2019