Yavuz Alogan
“Tahlil,” sık kullandığımız Arapça bir sözcük. Frenkçesine “analiz,” Türkçesine “çözümleme” diyoruz. Çeşit çeşit tahlil var; kan tahlili, idrar tahlili, ruh tahlili, sınıfların tahlili, bir durumun ya da belirli bir olayın tahlili gibi…
Daha önce de çeşitli vesilelerle belirttim, siyasetten pek anlamıyorum, çünkü yalan söyleyemiyorum ve aklımdan geçeni kendime saklayamıyorum. Fakat belirli bir olgunun nasıl tahlil edildiğine bakarak herhangi bir siyasetin yönünü ve olası sonuçlarını öngörebileceğimizi, hatta arka planını anlayabileceğimizi düşünüyorum.
Meselâ son zamanlarda orta sınıftan bazı insanların eşlerini, küçük çocuklarını, kardeşlerini siyanürle zehirleyerek topluca intihar etmeleri ya da Lübnan’da insanların sokakta gördükleri milletvekilini parçalamak için adamın üzerine hamle etmeleri ya da İran’da isyan eden insanların Merkez Bankası binasını ateşe vermeleri ya da Hong Kong’daki Politeknik Üniversitesi öğrencilerinin polise alevli ok fırlatmaları gibi tuhaf fakat sembolik olayları nasıl tahlil ediyoruz?
Özetle, intihar olayları ve dünyadaki kitle hareketleri, diyelim…
Bunları tahlil etme tarzınız, sizin politik cibilliyetinizi, yani huyunuzu, karakterinizi; aynı zamanda izlemekte olduğunuz siyasetin konumunu ve gidiş istikametini gösterir.
İnsanın Keyfi
Birincisini ele alalım… Liberal iktisat politikalarının sıradan insanda yarattığı “şahane hayat” yanılsaması ve borçlanarak hayat standardını yükseltmenin mümkün olduğu yanılgısı, pek çok insanımızı zor durumda bıraktı.
Peki bunun karşılığı (tepkisi) intihar mıdır?
İnsan çok ağır mutlak yoksulluk koşullarında bile keyfini bozmadan hayatını sürdürebilen bir varlıktır. İçinde bulunduğu koşullara uyum sağlama, koşulların gerektirdiği ölçüde irade gücü geliştirme yeteneğine sahiptir. Ormanda ya da dağda, ormana benzeyen kentlerde, hatta savaş koşullarında ya da beş parasız, yapayalnız kaçak yaşayabilir ya da işlemediği suçlardan ötürü kodesi boylayabilir.
Bütün bunlar insanın keyfini kaçırmaya yetmez. Küçük zaman aralıklarını değerlendirerek zihinsel yolculuklara çıkmak, bir kitabın ilk sayfasına gömülerek dünya değiştirmek, tesadüfen kulağa çalınan bir müziğe kapılmak, hatta tespih dizmek, el işiyle uğraşmak, bisiklet sürmek, böylece keyfi sürekli yenilemek her zaman mümkündür. İnsanın varlığını sürdürebilmesi için keyfinin asla bozulmayan bir maneviyattan yapılmış olması gerekir.
Ancak bunun bir şartı vardır: gelecek duygusunu kaybetmemek, aynı zorlukları yaşayan başkalarıyla birlikte davranma umudunu canlı tutmak. Bu şart ortadan kalkarsa, insanın içe doğru (intihar) ya da başkasına doğru (cinayet) ya da dışa doğru (isyan) patlaması an meselesidir.
Üç Tahlil ve Politik Sonuçları
İnsanların modern anlamda örgütlü olmadıkları, hukukun altın çağını yaşamak şöyle dursun siyasî iktidarın ve ona bağlı menfaat gruplarının bekçi köpeği hâline geldiği, sıradan insanın kendi tarihinden ve kültüründen gelen ortak değerleri kaybederek farklı değerler üzerinden başkalarıyla çatıştığı, normların bozulduğu, sosyal sınıfların toplumun içindeki yerlerini ve sınırlarını karşılıklı olarak görme yeteneğini gerçeklik duygusuyla birlikte giderek kaybettiği, sosyologların “anomik” dedikleri toplumlarda tekil bireyin özbilinci sakatlanır, varoluşu anlamsızlaşır ve kişi bir biçimde intihar eder.
Émile Durkheim, buna “anomik,” yani “herhangi bir kurala bağlı olmayan intihar” demiştir. “Çünkü kuralsızlık bir kızgınlık ve bıkkınlık durumu doğurur. Bu da, koşullara göre, ya kişinin kendisine ya da başka bir insana karşı döner. Birinci durumda kişi intihar eder, ikincisinde cinayet işler” (É. Durkheim, İntihar, Pozitif 2013, s. 377).
Biraz ağır olmakla birlikte, bu bir tahlildir. Bu tahlilden çıkabilecek politika insanlara örgütlenerek topluca hareket etme; kendilerini ezen şeye, siyasî iktidarın dayattığı kurallara isyan etme; tarihsel ve kültürel değerlere sahip çıkma; çatışmayı göze alarak mücadele etme çağrısı yapar. Burada amaç, kuvvetler ayrılığı olan bir devlet, normları olan bir toplum, örgütleri olan sınıflar ve bütün bunların uyumunu sağlayan demokratik bir anayasadır.
Peki intihar olaylarına, bilimsel sosyalist gibi duran bir yazarın “Muhalefet intihar olaylarını istismar ediyor” sözleriyle bakar ve işin aslını kurcalayanların “intihar güzellemesi yaparak cinayetlere zemin hazırlayan insanlık düşmanları” olduğunu söylerseniz, bu tahlilinizden nasıl bir politika çıkar? Bence iktidar yanlısı, iktidarın yanında her türlü muhalefete cephe alan, her konuda horozlanıyormuş gibi yapmakla birlikte, özünde kendi insanının akıbetine duyarsız, kendini aşırı önemseyen bir teslimiyet politikası çıkar.
Ya da intihar olaylarına ideolojik bir tahlil getirmek istersiniz. Mesela İslamcı bir gazete, Fatih’te siyanür içerek intihar eden kardeşlerin oturma odası fotoğrafında görülen Richard Dawkins’in Tanrı Yanılsaması adlı kitabından yola çıkarak, intiharın toplumu zehirleyen ateizmden kaynaklandığını iddia etti. Saçma olmakla birlikte bu tahlilin hiç olmazsa ideolojik bir altyapısı var; iktidar yalakalığı yok. Yani politik olarak diyor ki, gel kardeşim cami cemaatine katıl ya da bir tarikata intisap et, nasibine rızkına razı ol, bekle ki yüce Allah sana müstahakkını versin!
Kimin İşine Yarar?
Kitle hareketlerine gelince… Bugünün dünyasında kitle hareketlerinin tahliline dedektiflerin o ünlü “Cui Bono?” sorusuyla, yani “Kimin işine yarar?” diye başlarsanız, her türlü halk hareketinin karşısında ve o hareketleri ezen güçlerin yanında yer alırsınız. Eğer CIA’nın İran’ın 20 kentinde ve 100’den fazla yerleşim yerinde sıradan insanların ölümü göze aldıkları bir isyan hareketini başlatacak kadar becerikli olduğuna inanıyorsanız, tahliliniz sizi Devrim Muhafızları’nın ve Mollaların yanına yerleştirir. Orada kalırsınız, halkın arasına karışamazsınız. Kitle hareketine uzaydan gelmiş tuhaf yaratıkların eylemi gibi bakarsınız.
Zengin Mollaların yobazlığından ve zulmünden bıkan halkın haklı taleplerini savunacak, özgürlük ve eşitlik mücadelesine önderlik etmek için çaba gösterecek yerde, sırf Pompeo destekliyor diye isyanı bastırmakla görevli Devrim Muhafızları’nın yanında yer alırsanız, üç vakte kadar Mollalarla birlikte devrilmekle kalmazsınız, Pompeo’nun iktidarda görmek istediği adamların da yolunu açmış olursunuz. ABD’nin ambargo uyguladığı her ülkede halkın yolsuzluklara, yokluklara katlanarak başındaki hırsızlara uğursuzlara itaat etmesini istemek gibi bir antiemperyalizm yoktur.
Çok kutuplu dünyanın oluşmasından bu yana ABD dünyanın hiçbir yerinde 70’li yıllarda “Amerikancı cunta” dediğimiz şeyi yapamadı; ajan örgütler kurarak, turuncu devrim tezgâhlayarak dünyanın hiçbir yerinde netice alamadı.
Emperyalist kapitalist sistem iktidara kimi getirirse getirsin, isyan eden insanların hiçbir talebini karşılayamaz. Neoliberal sistem var olduğu sürece ABD, ülkelerin yönetimine geçici olarak hâkim olsa bile ayaklanmalar durmayacaktır. İnsanlar, emperyalist ülkeler deli gibi silahlanıp birbirleriyle savaşsınlar, kapitalizm yeni bir sermaye birikim modeli geliştirsin, böylece sistem kendi varlığından kaynaklanan krizi çözsün diye oturup beklemezler.
Sıradan İnsanın Devlet Arayışı
Neoliberal kapitalizm, insanların bir zamanlar “Devlet” diyerek güvendikleri kurumu çokuluslu tekellerin acentasına dönüştürerek devre dışı bıraktı. Özellikle kriz dönemlerinde, kamunun parasını kullanarak iktisadî dengeleri kurmakla ve sosyal refahı korumakla görevli bir fail olmaktan giderek uzaklaşan Devlet, günümüzde sadece kendi krizine çözüm bulmaya çalışan, ülkesinin ve halkının değil sadece kendisinden beslenen yeni zenginler sınıfının geleceğini düşünen bir baskı aygıtına, bir “anonim şirket”e dönüştü.
Çeşitli ülkelerde isyan eden insanlar, Amerika gelsin ülkemizi bölsün, bizi piyasanın kölesi yapsın diye ayaklanmıyorlar; insanlığın kaybettiği “demokratik, sosyal hukuk devleti”ni arıyorlar. Bu arayışa kayıtsız kalan adamdan ya da kadından ne sosyalist ne de milliyetçi olur; kitlelerin taleplerine polis mantığıyla yaklaşandan, aklınıza artık her ne gelirse, hiçbir şey olmaz. Bu yüzden, tahlillerinizi güncel politik itişmelerin üzerinden geleceğe doğru bakarak, uzun vadeli yapmaya çalışın. Veryansıntv, 22. 11. 2019