COĞRAFYA DEĞİŞMEZ

Yavuz Alogan

        Tarihçi Eric Hobsbawm İngiliz emperyalizminin basiretli davrandığını ima eder. Geçen yüzyılın ortalarında kendi gücünü gerçekçi bir tutumla değerlendirmiş, dünya denizlerinde askerî denetim kuracak kadar güçlü ve zengin başka ülkelerin yükseleceğini fark etmiştir.  Nitekim ABD yakın dönem tarihinde “dünya hegemonyası kurma iddiasında olan tek ülke” olarak ortaya çıkmıştır.

        Soğuk Savaş sonrası için Hobsbawm önemli bir uyarıda bulunur. ABD’nin küresel hegemonya iddiasını sürdürmesinin ve “yeni bir dünya düzeni [“tek kutuplu dünya”] kurmaya özenmesi”nin “tehlikeli bir kumar” olacağını, bu olasılığın insanlık için risk taşıdığını öne sürer (Hobsbawm, Yeni Yüzyılın Eşiğinde, Yordam 2007, s. 60).   

        Yapısı gereği ABD’nin Hobsbawm’ın işaret ettiği tehlikeli kumarı insanlığı riske sokacak ölçüde oynamaya kararlı olduğu, dünyayı hâlâ Amiral Alfred Mahan (1840-1914) gibi yorumladığı (“ABD’nin savunma hatları bütün dünya denizlerinden başlar”) görülmektedir.  Yankee emperyalizminin Çin’e, Rusya’ya ve Avrupa’ya bakarken kendisiyle boy ölçüşebilecek bir askerî güç potansiyeli görmediği, uzun yıllar boyunca ince diplomasi eşliğinde sürdürdüğü “containment” (çevreleme, kapsama) siyasetinde ustalaştığı açıktır. 

Emperyal hegemonyanın kendi aralarında el değiştirmesine (İngiltere’den ABD’ye geçmesine) razı olan Anglo-Sakson ülkeler Nazi Almanyası-Japonya mihverinin kara Avrupası’na ve Güneydoğu Asya’ya hükmetmesine rıza göstermeyerek II. Dünya Savaşı’nı nasıl göze aldılarsa, günümüzde de Çin’in dünya ticaret yollarını ele geçirmesine ve Rusya’nın batıya doğru genişlemesine aynı şekilde rıza göstermeyerek III. Dünya Savaşı’nı göze aldılar. Şimdilik karşılıklı nükleer imhaya varabilecek topyekûn savaştan kaçınmakta, dolaylı tutum ve “hibrit” yöntemlerle vekâlet savaşı vermektedirler. Ukrayna-Rusya cephesi sıcak çatışmanın, genişleme eğilimi gösteren başlangıç noktasıdır. 

        Alfred Mahan, Asya Meselesi (The Problem of Asia: And Its Effect Upon International Policies) başlıklı kitabında Rusya’nın güneyinde ve Hint Okyanusu’nun kuzeyinde uzanan ülkeleri Asya’nın “çatışmalı alanı,” başka deyişle “Rus kara gücü ile İngiliz [günümüzde ABD] deniz gücü arasındaki çatışma bölgesi” olarak adlandırır.

Coğrafyanın İntikamı adlı kitabında bu bilgiyi aktaran Robert D. Kaplan (Küre 2019, s. 134) Mahan’dan 40 yıl sonra bu çatışma bölgesinin “kenar kuşak” olarak adlandırılacağını (Spykman tarafından) söyler. Rekabet konusu olan bu çatışmalı alanda bulunan önemli ülkeler Çin, Afganistan, İran ve Türkiye’dir.  Kaplan, 1900 yılında Mahan’ın “günümüzün jeopolitik öneme sahip mihver devletlerini tespit edebilmesi   bir tesadüf değildir,” der. “Zira coğrafya değişmez” (agy).

Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliği daha geniş bir alanı kapsayan bu kenar kuşaktan çevrelenmiş, kuşatılmıştır. Kuşatma 1972’de Nixon-Mao antlaşmasıyla tamamlanmıştır. Günümüzde aynı kuşak daha da genişlemiş olarak Rusya ve Çin’i çevrelemekte; Baltık Bölgesi’nden Balkanlar’a ve Ege’ye, Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya, Kafkasya’ya, Taliban iktidarına rağmen ABD’nin yönlendirdiği Afganistan’dan Çin’in  batısına,  AUKUS (ABD-İngiltere-Avustralya) ittifakıyla Hint-Pasifik bölgesine, Çin Denizi’ne, potansiyel olarak Japonya ve Güney Kore’ye  uzanmaktadır.    

        Bu geniş kuşakta belirsizliğini koruyan iki kritik ülke, NATO’yla ilişkisi sorgulanan Türkiye ve iç karışıklığa sürüklenen İran’dır. Türkiye Karadeniz güvenliği ve Türk Boğazları, İran ise Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı nedeniyle hem ABD hem de Rusya için stratejik olarak vazgeçilmezdir. Ukrayna’da başlayan NATO-Rusya sıcak çatışmasının krizin ileriki evrelerinde bu iki ülkenin yer aldığı coğrafi bölgelere yayılması mümkündür.

        İran’daki halk ayaklanmasının Molla Rejimi’ni devirmesi ya da ülkenin coğrafi olarak parçalanması bölge üzerinde çıkarı olan emperyal güçlerin dizilimini değiştirecek ve stratejik sonuçlar doğuracaktır.       

        Türkiye’de bahar aylarında yapılacağı anlaşılan seçimlerin dünya dengesini etkileyeceğine dair dış basında bolca rastlanan söylemler ülkemizin stratejik olarak hem Rusya hem de ABD için mevcut savaş koşullarında vazgeçilmez olmasından kaynaklanmaktadır.

        Saray’ın henüz sınanmamış pragmatik dış politikası Türkiye’nin NATO ittifakı içindeki konumunu zayıflatmış fakat Rusya’yla stratejik ittifak ilişkisi sağlayamamış ve sürdürülemez bir kararsız denge durumu yaratmıştır.

Batılı yayın organlarında yapılan analizlere göre Saray yönetimi Rusya’dan füze savunma sistemi alarak NATO’nun güvenliğini tehlikeye atmış, İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğini geciktirerek ittifakın genişlemesine Rusya lehine engel olmuş, Avrupa’yı göçmen akınıyla sürekli tehdit etmiş, Yunanistan’a yönelik savaşçı retoriğin tonunu artırmış, Türk yetkililerin  ABD’nin Erdoğan’a karşı hükümet darbesini desteklediği ve terörist grupları  Türkiye’ye karşı kışkırttığı iddiaları Vaşington ile Ankara arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden olmuştur (Bobby Ghosh, “The Most Important Election in 2023 will be in Turkey,” Bloomberg, 09. 01.23).

Aynı makalede seçimleri kazanması hâlinde muhalefetin Türkiye’yi Batı’yla uyumlu bir dış politika aktörüne dönüştüreceği belirtilmektedir. Türkiye’deki iktidar ve muhalefetin bölgesel jeopolitik güç mücadelesinden oluşan buz dağının görünen iki ucu olduğunu anlıyoruz.

Muhalefetin seçimleri kazanması ve Saray’ın sahneyi terk etmesi Rusya için jeopolitik bir felakete eşdeğerdir. Ukrayna savaşıyla birlikte  Rusya’nın Saray rejimine ihtiyacı artmış, Türkiye’yle ilişkileri sayesinde Batı’nın uyguladığı yaptırımların etkisi azalmış, karşılığında Rusya  seçimlere doğru  Saray’ın ekonomik kaynak arayışına yanıt vermiş, Avrupa’yı besleyecek büyük bir gaz dağıtım merkezini Türkiye’de kurmayı önermiş (Putin: “Sizi dünyanın en büyük enerji dağıtım merkezi yapacağım”), Gazprom’un alacaklarını bir yıl kadar ertelemiş, Akkuyu Nükleer santralı yatırımı için toplam 20 milyar dolar vaat etmiştir.

Bütün bunlardan Türkiye’de yapılacak seçimlerde Rusya’nın Saray’ı, ABD’nin ise muhalefeti istihbarat örgütleriyle ve her türlü kaynakla sonuna kadar destekleyeceği anlaşılmaktadır. Bu durum Ukrayna’da sıcak savaşa dönüşen ABD-Rusya rekabetinin Türkiye’ye taşınması anlamına gelmektedir. Foreign Policy’nin “seçimlere doğru kan banyosu” beklentisi bu bağlamda anlam kazanmaktadır.

Saray’ın seçimi kazanıp Rusya’yla stratejik ittifak yönünde kesin tercih yapması ABD’nin desteğiyle Yunanistan’ın Ege’de karasularını 12 mile çıkarmasıyla başlayacak yeni bir krize, ülke içinde kışkırtma ve çatışmalara, PKK/YPG’nin bu kez ülkenin iç bölgelerinde askerî olarak hareketlenmesine yol açabilecektir.

Muhalefetin ya da Batı’nın hazırladığı İmamoğlu gibi bir şahsiyetin seçimleri kazanması durumunda ise Rusya’nın Türkiye’ye I. Dünya Savaşı’nda Çar II. Nikolay’ın ünlü dışişleri bakanı Sergey Dimitriyeviç Sazonov’un gözleriyle bakacağı açıktır. Bu bakışın nasıl olduğunu merak edenler Altay Cengizer’in Adil Hafızanın Işığında Osmanlı’nın Son Savaşı (Ötüken 2017) adlı kitabının “21 Şubat 1914 Tarihli Çarlık Konferansı ve ‘Büyük Hengâme’ Fikri” başlıklı   XI. Bölüm’ü ile “Sazonov’un 15 Mart Anlaşmasıyla Sonuçlanan İstanbul ve Boğazlara Yönelik Hamle Diplomasisi” başlıklı XIX. Bölüm’ünü yeniden okumalarında fayda vardır.

Elbette tarihsel koşullar, askerî imkân ve kabiliyetler, ittifak potansiyelleri günümüzde yüz yıl öncekinden çok farklıdır fakat “coğrafya değişmez.” Rus devrimci Lev Troçki 1939’da yazdığı bir makalede “etki alanları” terimini kullanmış, 1917 sonrasındaki jeopolitik durumla ilgili örnek verirken, “Devrimci yayılma hatları Çarlığın yayılma hatlarıyla aynı idi; çünkü devrim coğrafi koşulları değiştirmez,” demiştir (Lev Troçki, Marksizmi Savunurken, Kardelen, 1992, s. 59). Putin oligarşisinin karşıdevrimi de coğrafi koşulları ve Rusya’nın yayılma hatlarını değiştirmemiştir.

Türkiye’nin kısa süre içinde kimlik sorunlarını çözmesi, dış politikada gündelik at pazarlığını terk etmesi, geleneksel diplomatik ve askerî analiz kabiliyetini tarihsel birikimini kullanarak yeniden kazanması, yeni dünya durumuna göre siyasî partilerin ve siyasî toplumun üzerinde bir millî strateji belgesi hazırlaması ve “iç cephe”yi tahkim ederek halk arasında yaratılan uzlaşmaz çelişkileri çözmesi gerekir.   Aksi hâlde üzerinde bulunduğumuz coğrafyanın önümüze I. Dünya Savaşı’nın sonunu andıran yeni bir Sevr (1920) bedeli koyma olasılığı artacaktır. Veryansın, 13.01. 2023

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *