
Yavuz Alogan
Seçim zamanı sandık başına giden yurttaş kendisinin ve ailesinin içinde bulunduğu durumu, geleceğini, hayat tarzına yönelik tehdit ve tehlikeleri dikkate alarak oy verir; dünya durumunu, bölgesel güçler dengesini tahlil ederek, jeopolitik ya da jeostratejik kaygılarla hareket etmez.
Kıbrıs’ta yapılan Cumhurbaşkanı seçiminde de böyle oldu. Seçmen, Saray’ın ve sağcı partilerin Ersin Tatar’a verdikleri desteği görmezden gelerek, “federasyon temelli çözüm vizyonu”na sahip olduğu söylenen Tufan Erhürman’ı büyük farkla Cumhurbaşkanlığı makamına seçti.
Sayın Saray başta olmak üzere Tatar’ı destekleyen siyasîler mecburen bozuntuya vermediler, panik yok, bekleyelim-görelim tavrıyla Erhürman’ı tebrik ettiler.
Bahçeli ise Kuzey Kıbrıs’ın derhal ilhakını ve 82. vilayet olarak tanınmasını talep etti. Aslında, güzel olur. Kendisinin “dava arkadaşım dediği” Alaaddin Çakıcı’yı da vali yaparlar, işler aksamadan yürür.
Şaka bir yana, KKTC halkının iradesine rağmen Kuzey Kıbrıs’ı ilhak girişimi Reis’in Türkiye’yi Doğu Akdeniz’den koparıp Antalya Körfezi’ne sıkıştıran Sevilla haritasına denk düşen bölge jeopolitiği nedeniyle imkânsızdır.
Biz Doğu Akdeniz’den çekildik. Hakkımız olan bölgelerde sismik araştırma ve sondaj yapmıyoruz. ABD ve AB’nin Kıbrıs konusunda yaptığı baskıya, İsrail’in Güney Kıbrıs’ta aleniyet kazanan savaş hazırlıklarına bakıldığında, Sayın Saray’ın girdiği yol Kıbrıs’ta kaçınılmaz biçimde federasyona götürür. Sayın Reis’in ürkütücü politik pragmatizmi, iktidarda kalmasının yegâne koşulu olarak onu Trump’ın her dayatmasını kabul etmek gibi bir çaresizliğe sürükledi.
Bu vahim teslimiyet elbette düzeltilebilir. Neticede siyasî iktidarlar ve devlet politikaları değişebilir. Fakat Türkiye’nin iradesine, hatta baskılarına rağmen siyasî özgürlüğün tadına varan Kıbrıs Türk halkının çoğunluğunu geri kazanmak bu saatten sonra çok zor olabilir.
Saray, KKTC’yi kendine benzetmeye çalıştı, başaramadı.
Mesela 2021’de KKTC’deki Din İşleri Başkanlığı’nın Kuran kursu açma girişimi ülkenin Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildi. Karar gerekçesi şöyleydi: “Halkın öğrenim ve eğitim gereksinimlerini sağlamak Devlet’in başta gelen ödevlerindendir. Devlet, bu ödevini, Atatürk İlkeleri ve Devrimleri doğrultusunda, ulusal kültür ve manevi değerlerle bezenmiş bir muhteva, çağın ve teknolojinin gelişmesine, kişinin ve toplumun istek ve gereksinimlerine yanıt verecek planlı bir şekilde yerine getirir.” (BBC, 16.04.21)
Saray’da şafak attı. AKP Devleti’ni yönetenler büyük bir telaşla tepki gösterdiler. Bu tepki olmasaydı, KKTC’de yaşanan olay Türkiye’de duyulmayabilirdi.
Sayın Reis, “Açıklamayı kabul etmemiz mümkün değil” dedi ve şu sözlerle konuya açıklık getirdi: “Laiklik anlayışı onların anladığı gibi değildir ve Kuzey Kıbrıs bir Fransa değildir.” Ve şunu diyebildi: “Karardan dönülmezse adımımız farklı olur.” Türkiye’nin dışişleri ve adalet bakanları, iletişim bakanı, KKTC Anayasa Mahkemesi’nin red kararının bir “yargı darbesi” olduğunu, ideolojik muhteva taşıdığını, “mübarek Ramazan ayında vicdanları yaraladığı”nı söylediler. Fakat KKTC Anayasa Mahkemesi, kararından dönmedi.
Daha geçen ay (Eylül 2025), seçim öncesi bir girişim daha oldu. KKTC’de bir Disiplin Tüzüğü değişikliği yapılarak lise öğrencilerinin başörtüsü takmasına izin verildi. Yüksek Mahkeme, KKTC Devleti’nin “egemenlik hakkını ihlâl” ve “yasama yetkilerini gasp” ettiği gerekçesiyle kararı anında iptal etti.
Bunun üzerine, Kıbrıs Türk Ortaöğrenim Öğretmenler Sendikası (KTOÖS) Başkanı Selma Eylem, “Bugün kazanan toplumdur,” dedi. “Baskı ve tehditlere rağmen mücadele eden öğretmenlerimize, sivil toplum örgütlerine, siyasi partilere ve halkımıza teşekkür ediyorum. Kız çocuklarımız için, laiklik için verilen bu mücadele, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla taçlandı” (Kıbrıs Gerçek, 25. 09. 25).
Bu vesileyle Kıbrıs’taki sendikaların “ekmek davası” dışında siyasî ve ideolojik meselelerle de ilgilendiğini, öğretmenlerin ve velilerin laiklik mücadelesi verdiklerini öğrendik, gıpta ve iftihar ettik.
Kıbrıs Türkü, Sedat Peker’in ifşaatını tıpkı bizim gibi fakat çok farklı hislerle dizi film gibi izlemiş olmalı.
“Sizi önce rezil, sonra deli edeceğim,” diyen Sedat Peker video dizisinde, “yeni” kokain güzergâhını açıkladı. Malların Venezuela’dan gelerek Kıbrıs’ta yuvalanmış kumar, bahis ve fuhuş sektörlerinde aklandığını söyledi, Binali Yıldırım’ın kumar seven şişman oğlu Berkam’ın bu işleri düzenlediğini iddia etti. Pek çok şey anlattı, rezaletleri cinayetleri, kimin Kıbrıs’ta, Mersin’de İzmir’de nereye nasıl çöktüğünü dış bağlantılarıyla bir bir ortaya döktü, “Uyuşturucunun geldiği adres belli, sehemin (payın) sahibi Mehmet Ağar’dır!” diye bağırdı. Herkes bunları duydu!
İfşaat müthişti. Yoksa devletimiz Kıbrıs üzerinden uyuşturucu ticareti mi yapıyordu?
Türkiye’den çıt çıkmadı. Ne bir savcı soruşturma açtı ne de bir muhalefet partisi ifşaatın üstüne gitti. Derin ve disiplinli bir sessizlik oldu. Kuvvetler ayrımının olmadığı tek adam rejiminin mafyalaştığını, hemen altında rakip mafya gruplarının çatıştığını, dışlanan grubun en büyük mafyaya isyan edebildiğini, şantaj yapabildiğini gördük. Sedat Peker 8.videosunda “Seninle de helâlleşeceğiz, Tayyip ağbi,” dedikten sonra sustu. Her şeyin bir sınırı vardı. “Tayyip ağbi”nin ona sağlam bir racon keserek ifşaatını durdurduğunu anladık. Sedat Peker ancak yakın zamanda varlığını göstermeye, suya sabuna fazla dokunmadan Robin Hood rolünde mağdurların kalbini kazanmaya başladı.
Sedat Peker’i seversiniz sevmezsiniz, mafyadır, suç örgütü lideridir, kanımızla duş alacaktı vs diyebilirsiniz fakat her ne sebeple olursa olsun ifşaatıyla bir dönemin karanlığına ışık tuttuğunu, Türk halkına gerçeğin bir kısmını gösterdiğini inkâr edemezsiniz. Gelecekte bir Türkiye Cumhuriyeti olacaksa, yapılan ifşaat ve iddialar mutlaka yargı konusu olacaktır. Böyle şeyler unutulmaz.
Neyse, konuyu dağıtmayalım.
Kıbrıs Türk halkı yaşananları bizden daha iyi, daha yakından gördü. Türkiye’deki bütün karanlık işlerin (bahis, kumar, uyuşturucu, fuhuş, cinayet) “yavru vatan” denilen Kıbrıs üzerinden yürütüldüğünü fark etti ve üzerine boşaltılan çirkeften kurtulmaya karar verdi.
Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) milletvekili Doğuş Derya, 5 Mart 2025’te KKTC Meclisi’nde yaptığı konuşmada çirkefi açıkladı: “7/2000 tarihli Gece Kulüpleri ve Benzeri Eğlence Yerleri Yasası geçirildiğinden beridir, bu ülkede devlet eliyle, polis eliyle, kurumlar eliyle insan ticareti ve seks köleliği yapılıyor,” dedi ve şunları söyledi: “Kumarhanecisi ayrı, bekçisi ayrı, narkotikçisi ayrı, insan ticaretçisi ayrı. Gurur duyun be arkadaşlar eserinizle, ‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilelebet yaşayacak’ falan diye hamaset yaparsınız ya!”
Kıbrıs halkının laik demokratik sosyal bir hukuk devleti istediğini, güvenlik kaygıları taşıdığını, Sayın Saray’a ve ekibine güvenmediğini, onların ideolojik tutumuna giderek yabancılaştığını ve Türkiye ile eşit iki devlet olarak ilişki kurmak istediğini; ve en önemlisi, Sayın Saray’ın Kuzey Kıbrıs’ta paralel bir ümmet ve ideolojik hegemonya kurma girişiminin feci bir başarısızlığa uğradığını anlıyoruz. KKTC yurttaşlarının itirazı, özenli davranılmazsa, olumsuz jeopolitik sonuçlar doğurabilir elbette. Fakat o vakit esas sorumlu ve fail Türkiye’yi yirmi üç yıldır yöneten ekiplerden başkası olamaz. Veryansın, 26. 10. 2025

