DIŞ POLİTİKADA BORDERLINE SENDROMU

Yavuz Alogan

         Sorun olmadığı sürece Devlet, bisikletin yanı sıra bilgisayara benzer. Fren-pedal-vites kombinasyonuyla işler yolunda gider, programlar düzgün açılıp kapanıyorsa bilgisayar   doğru çalışır.  Yasama-yargı-yürütme kuvvetlerinin ayrı ve uyumlu olduğu devlette karar alma süreçleri anayasanın âmir hükümlerine göre belirlendiği sürece yönetimin meşruiyeti sorgulanmaz.

         Fakat sorun çıktığında ya da işler çığırından çıktığında, beka sorunları dağ gibi yığılmaya başladığında, durum değişir. Bisiklette zincir çıkmışsa takarsınız, aktarıcı kırılmışsa yenisini alırsınız. Bilgisayar çökmüşse format atarsınız. Devlet söz konusu olduğunda böyle şeyler yapamazsınız.

Hele ki Devlet, karar mekanizmaları Saray’a sıkışmış, kendi sistemi içinde çözüm bulamayan ya da bizzat kurduğu sistem ayağına pranga olmuş, üstelik her türlü denetimden bağımsız, eski tabirle layüsel, yani sınırsız kudret sahibi bir Parti Devleti’yse, karşılaştığı ağır sorunları çözemez.

Kararsızlığa, tutarsızlığa düşmüş bir Parti Devleti istediğini yapamıyor, yapabildiğini istemiyor ve ne yapacağını bilemiyorsa, o ülke için kolay çözüm yoktur. Bu durumda sorumluluk bütün yurttaşların üzerindedir.

NATO zirvesine giderken, “Biz NATO’nun belkemiğiyiz” diyor, toplantıda bütün kararları imzalıyor, çıkışta ise “Biz Şanghay İşbirliği Örgütüne (ŞİÖ) katılacağız” diyorsanız, ortada bir sorun var demektir.  

Zirvede Rusya ve Çin’e resmen harp ilan edilmiş. Biz ise “NATO’nun belkemiği” olarak karşı safta yer almak istediğimizi ilân ediyoruz. Başka deyişle, belkemiğini oluşturduğumuz NATO’nun bir üyesi olarak, NATO’nun savaş açtığı Rusya ve Çin’in işbirliği örgütüne katılacağız.

Böyle durumlarda, bir diplomatın Devlet Başkanı’nın kulağına eğilerek,  ŞİÖ’nün 2015’te kabul edilen ilkelerinden birine  göre, aday üyelerin ŞİÖ üyelerini hedef alan ittifaklara veya organizasyonlara katılmamış ya da onlara karşı herhangi bir düşmanca eylemi desteklememiş olmaları gerektiğini fısıldaması beklenirdi.

Sayın Reis’in açıklamasından sonra Dimitriy Peskov,  “Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne katılma arzusunun farkındayız, ancak Türkiye’nin Kuzey Atlantik İttifakı (NATO) üyesi olarak taahhütleri ile ŞİÖ’nün kuruluş belgelerinde yansıtılan ideoloji arasında bir çıkar çatışması var,’’ dedi. Hafiften dalga geçiyormuş gibiydi.  

İnsan utanıyor…

Limon üretimini planlamaktan acizsin, en düşük emekli maaşına iki bin lira eklemek için devlet zirvesi topluyorsun, NATO’dan çıkmak için gerekli yapısal dönüşümü, askerî reformu, iktisadi planlamayı nasıl yapacaksın?

Suriye Devlet Başkanı’nı devirmek için ordu kurmuş, eğitmiş donatmışsın, adamın egemenlik alanına kaymakam atamış, YÖK’e bağlı üniversite kurmaya kalkışmışsın. Şimdi Rusya’nın zorlamasıyla, “Biz ailece görüşüyorduk, yine görüşürüz,” diyorsun. Ne görüşeceksiniz?

Suriye Arap Haber Ajansı (SANA),  arkadaşlık teklifini, “Suriye-Türkiye ilişkilerinin düzeltilmesi için samimi çaba gösteren  kardeş ve dost ülkelere teşekkür” ederek kibarca yanıtladı ve  iki ülke arasında normal ilişkilere dönüşün, “iki ülkenin güvenlik, emniyet ve istikrarının temeli olan 2011 öncesi duruma dönülmesine bağlı” olduğunu belirtti. Sayın Saray bu saatten sonra istese bile 2011 öncesine dönebilir mi?_

Hazırlık evresinden geçilmeden, açık diplomasiyle ortam hazırlanmadan, birdenbire “Suriye’yle anlaşırız” denildiği anda, sınırın ötesindeki Suriyeli muhiplerimiz Türk bayrağı yakmaya, tırlarımıza ateş açmaya başladılar. Kayseri’den sınıra kadar yaşanan olaylar (sansür nedeniyle hepsini bilmiyoruz) yakın gelecek için kaygı vericidir.

Şu anda  kesin sonuçlu tek bir  çözüm var: Suriye, Rusya, İran ve Türkiye’nin ortak askerî harekâtla İdlip’ten başlayarak Ayn el-Arab, Mümbiç ve Kamışlı’ya kadar Tahrir el-Şam ve diğer selefi cihat örgütlerinden PKK/YPG’ye kadar bütün yapıları tasfiye ederek Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlaması.

Mevcut ideolojik yapısı ve bağlantıları dikkate alındığında Saray bunu yapabilir mi?

İstanbul Sözleşmesi’nden çıkar gibi Geri Kabul Anlaşması’ndan (2013) ve Ottowa Antlaşması’ndan (1999) niye çıkılmıyor? Çıkılamıyor mu?  Oysa Meclis başkanınız Şentop, 2021’de,  “Cumhurbaşkanı, İstanbul Sözleşmesi’nden kararname ile çekildiği gibi, Montrö’den de diğer uluslararası anlaşmalardan da çekilebilir,” demişti.    

Diplomat arkadaşım Türk diplomasisinin jeopolitik alanda bir tür Bordeline Sendromu’ndan (sınırda kişilik bozukluğu) mustarip olduğunu söyledi.

Bu bozuklukta kişinin davranışları ve kararları anlık ruh hâline göre değişir. Terk edilmemek için aşırı çaba gösteren kişinin benlik algısı tutarsızdır, sürekli kimlik krizi yaşar. Duygulanımları dönemsel disfori (kendini kötü ve mutsuz hissetme) ile öfori (sebepsiz coşku ve mutluluk hissi) arasında gidip gelir. Öfkesini kontrol edemez, geçici kuşkulara kapılır, strese bağlı çözülme belirtileri gösterir.

Türk diplomasisinde bu belirtilerin hepsi var.

En kısa vadede Türkiye’nin bütün askerî/diplomatik birikimini seferber etmesi için Saray’ın ikna edilmesi, parti aklının yerine Devlet aklının geçirilmesi, İç Cephe’nin güçlendirilmesi gerekir. Türkiye tırmanan dünya savaşında kendi bayrağının altında tarafsız kalmasını sağlayacak tarihsel tecrübeye sahiptir.

Orta vadede Kurucu Meclis eliyle Toplum Sözleşmesi’nin yenilenmesi, Devlet’in bütün kurumlarıyla yeniden kurulması şarttır.

Aksi hâlde bisikletin yoldan çıkması ya da devrilmesi basit bir provokasyona bakar. Ya da çökmüş bilgisayara öyle bir format atarlar ki kendimizi ikinci Ukrayna olarak buluruz. Kaygılanmalı, hatta telaşlanmalıyız. Ulusal kimliğimizle ilgili sorunların ve jeopolitiğin patates domates fiyatlarından, emekli maaşlarından çok daha önemli olduğu tehlikeli bir döneme girdik. Veryansın, 14. 07. 2024