PARTİ DEVLETİ ÇÖZÜLÜRKEN

                             

Yavuz Alogan

        Nereye gitsem, ne yapsam sadece Devlet’i düşünüyorum. Devlet aklımdan çıkmıyor. Partileriyle birlikte siyasî toplumu düşünmüyorum artık, traji-komik bir film gibi seyrediyorum. Halkı da düşünmüyorum, sisteme gösterdiği rıza ne zaman, nasıl tamamen sona erecek diye merak ediyorum.

Savaş bölgesinde insan kaçakçılığı yapan general, uyuşturucu baronlarına ayakçılık yapan savcı, mafyayla bütünleşen polis,  hırsızlık yolsuzluk yapan devlet memuru,  sendikalı oldu diye işçiyi kovan patron, cami hocasını okula sokan müdür, hastayı azami ölçüde söğüşlemeye odaklanmış hekim … bütün bunlar, bana hep Devlet’i hatırlatıyor. 

        Aslında neoliberalizm dediğimiz şey sadece iktisadî bir modelden ibaret değildi. IMF ve Dünya Bankası bizim gibi az gelişmiş ülkelere neoliberal iktisat modelini yeni bir Devlet modeliyle birlikte dayattı. Yeni ekonomi modeli, yani devletin üretim alanından çekilmesi, kamusal olan her şeyin özelleştirilmesi, sendikaların zayıflatılması, eğitim sisteminin piyasayla bütünleştirilmesi, bütün maddi değerlerin bir avuç lümpen burjuvanın yağmasına açılması ancak tek bir koşulun yerine getirilmesi hâlinde mümkündü: Türkiye’nin geleneksel devlet bürokrasisinin Kemalist ideolojiyle birlikte kesin tasfiyesi. Saray Rejimi’nin yegâne başarısı budur!

        Yani bize dediler ki siz Devlet’in mevcut bürokratik yapısıyla neoliberal iktisat programı uygulayamazsınız. Toplumsal kalkınma hedefine koşullanmış, Devlet Planlama Teşkilatı’nın verilerine duyarlı bürokrasinizi tasfiye edeceksiniz ve serbest piyasa ilişkilerine uygun yeni bir bürokratik yapı kuracaksınız. Katılımcı olacaksınız. Devlet bürokrasisinin kapılarını zenginlere, burjuvaziye açacak fakat yurttaşlara kapatacaksınız.  Kendiniz yönetmeyeceksiniz, sermayeyle birlikte “yönetişeceksiniz.” Şimdi buradayız…

        Hani şaşıyoruz ya maliye bakanı Nebati’nin tekstil şirketleri ya da Sağlık Bakanı Koca’nın hastaneleri nasıl oluyor diye. İşte bu yüzden oluyor. Sermayenin sahip olduğu güç Devlet’in içine aktarıldı. Sermaye sınıfı, bütün diğer sınıfların zararına devlet yönetimine fiilen katıldı, siyasî iktidara bakan verdi, devlet bürokrasisini oluşturdu.

        Devlet anonim şirkete dönüşünce bakanlıklar da şirketin şube müdürlüklerine dönüştü. Bakan ve onun hemen altındaki yüksek bürokratlar zengin, alttaki memurlar ise giderek esnek ve güvencesiz çalışacaktı. Kaz kafalı siyasîler  üretimden koparılmış halka aş evleri açmakla, fakir-fukara-garip guraba dedikleri işsizlerin cebine sosyal yardım diyerek para koymakla övüneceklerdi.

        Doğru ve kesin sonuç şudur: Devlet teşkilatı yeniden yapılandırılmadıkça neoliberal iktisat politikalarının yıkıcı etkileri önlenemez, kamucu bir iktisat politikasına geçilemez, halkın ihtiyaçlarına öncelik veren üretim ağırlıklı bir ekonomi örgütlenemez.

        Saray Rejimi 1961 Anayasası’yla ilk kez bu ülkede gerçeklik kazanan sosyal devleti  bütün  kurumlarıyla, yurttaşın bütün  hak ve özgürlükleriyle birlikte  yok etti, yıkıcı bir tutumla bütün köprüleri atarak geri dönüş yollarını kapattı.

        Müsteşarlık kurumunu kaldırdılar mesela. Neden kaldırdınız, diye soran olmadı. Bakan’dan sonra gelen Müsteşar, siyasetten gelme, çiçeği burnunda, başında kavak yelleri esen bakana sınırlarını (kanun nizam yönetmelik tüzük) gösteriyor, Devlet adabına ve teamüllerine uymasını, bir bakıma devlette devamlılığı sağlıyordu. II. Mahmut  zamanında  Umur-ı Mülkiye Nezareti’ne bağlı Müsteşarlık makamının kurulmasıyla kamu yönetimi tarihimize ilk kez giren bu özgün kurumu  İttihat ve Terakki Fırkası canlandırmaya çalıştı (1912). Amaçları genç kadroların siyasî etkilere kapılmadan devlet yönetiminde tecrübe kazanmalarını, siyasîlerin Devlet’i öğrenmesini sağlamakı. Cumhuriyet devrinde vekalet müsteşarlıklarının kurulması TBMM’de kanunla kabul edildi (1937)…  Fakat 2018’e gelindiğinde Sayın Saray müsteşarlık makamını kadrolarıyla birlikte tek bir kararnameyle kaldırdı.  Böylece doğrudan  Saray’a bağlı, fiiliyatta “ofis memuru” statüsüne sahip bakan  her türlü kanun  nizam ve denetimden kurtularak tarikatlarla,  zenginlerle iş tutma imkânı edindi. Geleneksel asker-sivil devlet bürokrasisini hedef alan benzer uygulamalar 2017 anayasa değişikliğinden sonra gündeme geldi.

        Neyse, konuyu dağıtmayalım…

        Özetle, iktidar partisinin devletleşmesi, devlet bürokrasisinin partileşerek sermaye sınıfının temsilcilerini içine almasıyla gerçekleşti. İktidar partisi ideolojik hegemonyasının aslî unsurlarını oluşturan bütün devlet-altı grupları, tarikatları cemaatleri ve suç örgütlerini,  asker-sivil devlet bürokrasisinin içine soktu.

        Buraya kadar her şey “normal.” Neoliberalizmin gerektirdiği böyle bir devlet yapısı elbette olabilirdi. Bütün diğer koşullar sabit kaldığında model işleyecekmiş gibi görünüyordu. Bütün o Özallar, Çillerler ve nihayet Reis, IMF ve Dünya Bankası’nın neoliberalizm ve devlet projesine Allah’ın ipi gibi sarıldılar.

Fakat kapitalizm küresel ve yerel olarak maalesef devrevi krizlerle malûldür. Bazı durumlarda bu krizlere iç ve dış savaşlar uzun bir neden-sonuç zincirinin son halkası olarak eklenir. Nitekim  ülkemizde iktisadî daralma ve toplumsal buhran koşullarında açgözlü lümpen burjuvazi ve Devlet-altı örgütlü grupların mikro ve makro iktidar ve menfaat mücadelesiyle birlikte, Saray’ın denetimi zayıflamaya, kurduğu devlet çözülmeye  başladı.  

Çıkar çatışmalarının arenasına dönüşen her devlet çözülür, ufalanır.  Devrim koşulları böyle oluşur. Yukarısı yönetemez, aşağısı da yukarısının yönetmesini istemez.

Siyasî toplumda hiçbir “normalleşme” bu saatten sonra partileşmiş Devlet’in çözülmesini önleyemez.  Saray’ın vargücüyle denetim kurmaya, şişeden çıkardığı bütün etnik ve dinsel cinleri yeniden içeri tıkmaya çalışacağı fakat bunu başaramayarak  denetimi  tamamen kaybedeceği, ekonomi, siyaset ve suç şebekesi baronlarının birbirine girerek kusursuz fırtınanın kaotik koşullarını elbirliğiyle oluşturacakları çıplak gözle görülmektedir. 

Bizi bekleyen yakın gelecek budur.

Fakat sadece bu değildir.  

Sayın Reis bir yönetmelik değişikliği yaparak seferberlik ilan etme yetkisine sahip oldu. Emekli askerî uzmanlar   yeni yönetmeliğin sakıncalı gördükleri teknik yanıyla (sahil güvenlik ve donanma unsurları arasındaki bağlantının zayıflaması) daha çok  ilgilendiler. Oysa esas sorun, Saray’ın  seferberlik yetkisiyle birlikte  iç ve dış tehdit değerlendirme yetkisine de sahip olmasıdır. Eşzamanlı olarak TSK Personel Kanunu’nda yapılan değişiklikle emekli askerlerin Millî Savunma Bakanlığı’ndan izin almadan askerî konularda konuşmaları hapis cezasını gerektiren bir suç olarak tanımlandı. Tasarı kanunlaşırsa askerî uzmanlar  Saray’ın tehdit değerlendirmesini ve seferberlik uygulamasını  eleştiremeyecekler. “Etki ajanlığı” yasasıyla da kaçak göçmenlerin yarattığı demografik bozulma hakkında araştırma yapılamayacak.

Saray’ın nihai çatışmaya hazırlandığını anlıyoruz.

Fakat bunlar çaresizliği yansıtan, etkisiz kalmaya mahkûm adımlardır. Saray bu saatten sonra kusursuz bir diktatörlük kuramaz, hatta kendi taraftar kitlesinin birliğini bile sürdüremez. Sayın Reis yukarıdan ne kadar sıkı tutarsa tutsun aşağıdaki çözülmeyi durduramaz. Fırsatı kaçırdı.

“Türk ıtlak olunan” halkımız 21. Yüzyılın ilk yarısında ya bu gerici/işbirlikçi cendereden kurtulup kanun nizam hâkimiyetini sağlayan modern bir laik demokratik sosyal hukuk devleti, sahici bir bağımsız Devlet kuracak ya da yeni bir Sevr Antlaması’yla tarih sahnesini terk edecektir. Veryansın, 26. 05. 2024