NE KADAR ANAYASA

O KADAR ANAYASA MAHKEMESİ

Yavuz Alogan

         Bizim kuşak şu sözleri ezbere bilir:

        “Anayasa’nın tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanunla teşekkül etmiş olan TBMM’yi ıskata ve vazifesini yapmaktan men’e cebren teşebbüs…”

        TCK’nın 146. Maddesinde yer alan bu ifade,12 Mart döneminde günde birkaç kez ajans haberlerinde tekrarlanır, gazete manşetlerinde okurun gözüne sokulurdu.

        O sırada Başbakan Nihat Erim 61 Anayasası’nın üzerine “şal örtmek”ten söz ederdi, çünkü siyasîler ve burjuvazi anayasa yüzünden ülkenin yönetilemediğini, anayasanın getirdiği özgürlüklerin fazla müstehcen olduğunu söylerlerdi.

Böylece dokunulmaz zannedilen 61 Anayasası tağyir ve tebdil edildi, yani bozuldu ve değiştirildi.

        Anayasayı bu şekilde tağyir ve tebdil eden siyasî iktidara doğal olarak bir şey yapılmadı fakat 61 Anayasası’nın getirdiği özgürlükleri savunan bütün bir entelijansiya, profesöründen yazarına şairine köy öğretmenine kadar tutuklandı, “cebren teşebbüs”ten yargılanan yirmili yaşlarında gençler idam edildi,  kolayca teslim alınabilecekleri ıssız mezralarda, dağ köylerinde, sokak ortasında kurşunlandı.

Biz hukukun ne olduğunu o zaman anladık.

        12 Eylül generalleri 61 Anayasası’nı ilga ettiler, yani ortadan kaldırdılar, kendi hukukçularını toplayıp yeni bir Anayasa yaptırdılar.  Yaptırdıkları Anayasa sürekli tağyir ve tebdil edildi;  30 yılda 19 kez, 96 maddesi ise 184 kez değiştirildi.

        AKP yirmi yıl boyunca Anayasa’nın üzerinde tepindi. Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddelerinde yer alan Atatürk milliyetçiliğini, laikliği, demokratikliği, sosyalliği fiilen yok etti; iki referandumla kuvvetler ayrılığını kaldırdı; TBMM’yi fiilen ıskat etti (düşürdü), rejimi değiştirdi, Devleti partinin içinde eritti, TSK’yı ayıklayıp parçalayarak Saray’a bağladı.

Hepimiz aval aval baktık, çeşitli yorumlar yaptık.

Bu kez Sayın Saray, iyice tağyir ve tebdil ettiği anayasayı ilga etmeye, “milletin çeşitliliğini ve zenginliğini yansıtan” kendi anayasasını yapmaya koyuldu.

        Bu ahval ve şerait içinde “Türkiye bir hukuk devletidir…” diye lafa başlayan ve “Anayasa öyle değil de şöyledir, şuna değil de buna amirdir…” gibi şeyler söyleyen kişi ya sahtekârdır ya ahmaktır ya da zamanını şaşırmış, nerede yaşadığını neler olduğunu anlamaktan aciz, mevcut hukuka hâlâ Muammer Aksoyların, Mümtaz Sosyalların gözüyle bakan bir şaşkındır.

        Cumhuriyet Devrimi’nin bütün kazanımları fiilen yok edilmiş; Saray, devraldığı rejimi temellerine kadar yıkmıştır. Şimdi kendi rejimini kurmak için tam teşebbüs hâlindedir.

        Ülkede Anayasa fiilen yok edilmişse, Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) ne gerek var? Elbette onu da kaldıracaklar. Var olmayan anayasanın mahkemesi mi olur? Ne kadar anayasa o kadar anayasa mahkemesi! 1961 Anayasası’ndan kalan en sağlam kurumu yok edip yerine Cumhurbaşkanlığı’na bağlı bir Yüksek Mahkeme kurabilirler mesela.

        Bir Yargıtay dairesinin AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması rezaletin son perdesini ardına kadar açtı. Sayın Reis, “Anayasa ile Yargıtay arasındaki tartışma yeni bir anayasa yapılması gereğini ortaya koydu,” diyerek sahneye hâkim oldu. Zavallı AYM kendisini savunmak için şu ana kadar ağzını açıp iki laf edemedi. Kuzuların sessizliği içinde kaderinin tecelli etmesini bekliyor.  Sansür yasasına yapılan itirazı reddederek durumu kurtarmaya çalıştı, ama nafile! Teröre yardımdan tutuklansalar, kapılarına kilit vurulsa kim ne diyebilecek?

        Tartışmanın hukukla alâkası olmadığını, Devlet’in içindeki hizipler mücadelesinin yargıya yansımasıyla patlak verdiğini, muhtemelen Saray tarafından başlatıldığını ya da yol verildiğini ve bundan sonra  2023 Anayasası’nın yapımına gerekçe sağlayacak şekilde  yönlendirileceğini anlıyoruz.

        Bugün AYM içindeki bilmem ne yolculara karşı Yargıtay 3. Dairesi’ndeki filanca grup başkaldırır; yarın Millî Savunma Bakanlığı’ndaki Sivri Külâh tarikatına karşı, 3. Ordu’nun bilmem kaçıncı tümenindeki Yassı Külah cemaati isyan eder.  Sayın Reis, bizzat vurgulayarak belirttiği gibi, bu tartışma ve isyanlara “hakem” olarak müdahale eder,  devletin içindeki çatışmaları yönlendirerek tarikat ve cemaatler arasında kendi liderliğine tam bir mutabakat sağlama çabasıyla, “2023 Anayasası”nı yapar ve gönlündeki rejimi kurar.

        1961 Anayasası’nı belleğinden silmiş siyasî partilerin bu anayasanın getirdiği en önemli kurum olan Anayasa Mahkemesi için kararlı bir mücadele vereceklerini düşünmek saçma olur. Bugüne kadar Saray’ın her anayasa darbesine boyun eğdiler, eski rejimin yıkıntıları arasında kendilerine yer açtılar, güzelce içine yerleştiler. Birkaç küçük taviz, biraz bahşiş karşılığında 2023 anayasasını da sineye çekecekler, uyum sağlayacaklardır.

        Sayın Reis,  halk arasındaki uzlaşmaz çelişkilerin, devlet kurumları arasındaki çatışmaların,  birbirine düşman ve rakip fakat Cumhuriyet karşıtlığında birleşen tarikat ve cemaatlerin Yüce Hakemi kimliğine bürünerek, yakasına Atatürk rozeti iliştirilmiş   şeriatçı bir Louis Bonaparte kisvesiyle tarih sahnesine çıkıyor. Bu karışık kimliğin hayırlara mı, yoksa şerlere mi vesile olacağını elbette zaman gösterecek.

        Burada tuhaf olan, şu sıralarda Saray’ın bütün bunları yapabilecek ideolojik, politik ve örgütsel gücü, kendisini kurucu irade olarak yapılandırabileceği ulusal ve uluslararası itibarı, her türlü hukukî meşruiyeti kaybetmiş olmasıdır. En zayıf olduğu anda karşıdevriminin en ağır darbesini indirmeye hazırlanıyor.        Para ve demagoji dışında silahı yok. Parası azaldıkça demagojisi artıyor. Fakat elinde netice verecek şekilde kullanabileceği bir sopa kesinlikle yok. Gücünü,  pervasızca blöf yapma cüret ve kabiliyetinden alıyor. Veryansın, 12. 11. 2023