FARKINDA OLMAK

Yavuz Alogan

        Şu yaz sıcağında şafak vakti bisiklet sürerken, tarihe meraklı olduğumdan mıdır nedir, aklıma hep 28 Şubat (1997) geliyor. Tuhaf bir durum fakat elimde değil, kendiliğinden oluyor. Sanki göklerden gelen bir ses 28 Şubat’ın 18 maddesini kulağıma fısıldıyor:

        “Cumhuriyet’in temel ilkesi olarak laikliğin teminat altına alınması; Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun uygulanması; sekiz yıllık  kesintisiz eğitim; tarikatların mevcudiyetini men eden  677 sayılı yasanın uygulanması; mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli faaliyetlerin yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmesi; ülke sorunlarının çözümünü millet kavramı yerine ümmet kavramı bazında  sonuçlandırmayı amaçlayan girişimlerin yasal ve idarî yollardan önlenmesi…”  Böylece devam ediyor.

Ezberlemişim bir kere, sürekli dilimin ucuna geliyor.

        İleride alzheimer olursam, bu maddeleri   bağıra çağıra sokaklarda söyler miyim, diye kaygılanıyorum. Zira birkaç yıla kalmadan laikliği savunmanın anayasal suç olacağını sanıyorum. 

Böyle bir şey yaparsam polis müdahale eder.  Belki de “meczup” diye ilişmezler. Hakkımda kısa bir haber çıkar: “Yaşlı bir meczup bisiklet sürerken laiklik propagandası yaptığı için gözaltına alındı, ifadesi alındıktan sonra hastaneye sevk edildi.”

        Bendeki bu 28 Şubat sayıklamasını tetikleyen olaylar giderek artıyor. Önceleri basit olaylardı: mesela çeşitli illerde hafızlık icazeti törenini müteakiben bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair  1934 tarihli ve 2596 sayılı  kanunu inadına ihlal ederek mehter takımı eşliğinde   kitle hâlinde yürüyen cüppeli sarıklı bir kalabalığın sosyal medyaya düşen gösteri ve propaganda fotoğrafları…

        Fakat siyasilerin Menzil Şeyhi’nin ardından söyledikleri sözler bende çok daha şiddetli bir tetiklenmeye yol açtı.

Cumhurbaşkanı’nın yanı sıra başbakanlık, bakanlık yapmış kişiler, yanı sıra  Yüce Meclis’in büyük çoğunluğunu temsil eden siyasî partilerin önemli şahsiyetleri, din tüccarı Şeyh hazretlerini “ülkemizin manevi rehberi,” “ömrünü ilim ve irfan yoluna vakfederek inançlı bir neslin yetişmesine adamış Hocaefendi,” “ilmi, manevi önderliği ve hizmetleriyle hayırlı insanlar yetiştirmeye emek veren,” “ülkemizin ve coğrafyamızın yeri doldurulması güç kanaat önderi” gibi sözlerle öve öve bitiremediler.

Adamlar mensuplarını şeyhin kölesi görüyorlar, tövbeleri zikirleri iptal edip camileri paylaşmışlar. Bunun daha ötesi var mı? Gavs hazretleriymiş!

        Siyasîler ilk öğretimden itibaren haremlik/selamlığı tartışmaya, her zamanki gibi gündem oluşturup ortamı hazırlamaya başladılar. Kız çocuklarını erkeklerle yan yana gelirler diye aileler okula göndermiyorlarmış da onları ayrı bir yerde eğitmek iyi olurmuş gibisine … sinsi bir söylemle ilerliyorlar.  Bir süre sonra kadının erkekle aynı otobüse binmek, aynı mekânda bulunmak, hatta erkeğin yüzünü görmek bile istemediğini söyleyecekler…

Ülkenin “millî” olması gereken eğitim bakanlığının başındaki zat alenen şeriat propagandası yaptı televizyona çıkıp. “Keşke şeriatı övecek kadar bilgim olsaydı” dedi. Sayın Bakan’ın, bütün öğrencilerin şeriatı övmek için yeterli bilgiyle donatılması için elinden geleni yapacağını anlıyoruz.

        Cumhuriyet gazetesi 2000’li yılların başında “Tehlikenin farkında mısınız?”  diye bir kampanya başlatmıştı.

        Farkında değildik. Şimdi de değiliz. Hatta, iddia ediyorum, 28 Şubat’ın 18 maddelik millî demokratik programını yazan askerler bile tehlikenin bu kadar büyük olduğunu fark etmediler. Fark etmiş olsalardı şu anda cezaevinde olmazlardı. Ergenekon Balyoz davalarında “hukukun üstünlüğüne güveniyoruz” diyerek FETÖ’nün adaletine teslim olan askerler farkında mıydılar mesela? Değildiler.

        2017 Referandumu’ndan altı yıl sonra bazılarımız rejimin değiştiğini fark etti. “Rejim değişti,” dediler. Hadi ya!  Hiç fark etmemiştik. Ne zaman değişti? N’olacak şimdi?

 Bazıları Anayasa’nın yıllardır var olmadığını yakın zamanda fark etmeye başladılar. Fakat gerici/bölücü meclisin yapacağı yeni anayasanın titizlikle uygulanacağını henüz bilmiyorlar, bizzat tecrübe edince fark edecekler.  

Kanunların uygulanmadığını, mesela toplumun neredeyse üçte birinin Medeni Kanun’u ihlal eden bir hayat tarzını rahatlıkla sürdürebildiğini fark edenler de oldu.  Ama bir olay olduğunda, mesela haksız bir tutuklama ya da bir hak ihlali durumunda, farkına vardıklarını unutup,  “Ama bu hukuka aykırı,” diyebiliyorlar.   Tarikat ve cemaatlerin eğitim, istihdam, kamu hizmetleri gibi devletin önemli bazı işlevlerini üstlendiğini yeni yeni fark ediyoruz.

 Menzil Şeyhi’nin vefatı münasebetiyle tarikat gerçeğinin ayrıntıları ortalığa dökülünce,  tarikat  mensubu küçük  çocuğa tecavüz edince ya da onunla evlenince durumun vahametini fark ediyoruz.

Bu kısa farkındalık anlarında, hop oturup hop kalkıyoruz. Daha doğrusu hop kalkıp, hop otuyoruz. Bir daha kalkmıyoruz. Yeni bir farkındalığa kadar oturduğumuz yerden öylece bakıyoruz.

Geçenlerde Devlet tecrübesi olan benden yaşlı arkadaşım, gözlüklerinin üzerinden bakarak, “Tren yaklaşırken inekler tehlikeyi fark etmezler,” dedi.  “Tren geçtikten sonra tehlikenin fakına varırlar ve koşmaya başlarlar.”

Biz elbette inek değiliz. Cumhuriyet bilinciyle yetişmiş, sorumluluk duygusuna sahip yurttaşlarız. Biz hem nicelik hem de nitelik bakımından hepsinden çok daha güçlüyüz. Reis’inden gavs’ına kadar bizi ezmelerine izin vermeyiz. Farkına varmalıyız.

Afrika sıcaklarının çöktüğü şu pazar gününde herkesi 1789 Fransız İhtilal-i Kebiri’nin sebep ve sonuçlarını düşünmeye davet ediyorum.

Afrika sıcakları demişken aklıma geldi, dün Kenya’da büyük bir halk ayaklanması oldu. Hükümet bir zam paketi hazırladı ve akaryakıt vergisini iki katına çıkardı. Anayasa Mahkemesi zam kararını iptal etti (Kenya yargısı, yürütmeden bağımsız!).  Buna rağmen Devlet Başkanı William Ruto zam kararnamesini imzalayınca halk isyan ederek Nairobi sokaklarında direnişe geçti.  Demokrasi kolay değil tabiî,  farkında olmak yetmiyor, zahmet ve celâdet de gerekiyor. Veryansın, 16.07. 2023