NATO ZİRVESİ VE YENİ DÖNEM

Yavuz Alogan

NATO ve AB gibi batılı örgütler kendi iç sorunlarını zamana bırakıp olgunlaştırdıktan sonra kapsama/dâhil etme (kooptasyon) yöntemiyle çözüyorlar. Ukrayna’yı NATO üyesi yapamıyorlar -aksi hâlde topyekûn savaşa girecekler- fakat kurban seçilen bu zavallı ülkeyi ortak karar alabilecekleri bir komisyonla NATO’ya “yaklaştırıyor”lar.

Stoltenberg, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılımını sağlamak için Sayın Reis’in etrafında pervane oldu, sık sık Saray’da boy gösterdi, ABD ile pazarlık ortamını pedagojik bir hassasiyetle hazırladı. Pazarlık vakti geldiğinde Biden, Reis’in cesaretini, diplomasi yeteneğini ve liderliğini övdü. Böylece “yeni bir dönem” başladı. Sonucun olumlu olmasına Saray mahdumuyla ilgili küçük bir yolsuzluk dosyasının Reuters’te ucundan gösterilmesi de tesir etmiş olabilir.

Batılı yöneticilerin doğulu despotik liderlerin “davranış psikolojisi” hakkında uzman görüşünden yararlandıklarını sanıyorum.

Bir keresinde emekli bir korgeneral, Batılı heyetlerle yapılan müzakerelere önceden çalışarak, en kararlı tutumla girdiklerini, her defasında “üzerine limon sıkılmış helva kalıbı” gibi çıktıklarını bir tv programında söylemişti.

Vilnius’ta da aynı şey oldu. Elbette bu durum, Sayın Saray’ın keferenin ezberini bozduğunu, Batı dünyasını çalkaladığını, zat-ı şahane’nin dünya lideri olarak takdir topladığını yandaş basının ballandırarak anlatmasına engel olmadı.

Batı tarzı esneklik Rusya’da yok. Çar hazretleri doğrudan “Seni Avrupa’nın enerji merkezi yapacağım” dedi mesela, Sayın Reis’in seçim harcamalarına katkı olarak borçları erteledi. Fakat farklı bir “davranış terapisi” uygulayarak Şubat 2020’de 36 askerimizi İdlib’de şehit etmekten geri durmamıştı.

Yeni dönemin bundan sonraki hamlesi muhtemelen Karadeniz’e kıyısı olan NATO ülkelerinin ABD ve İngiltere’nin askerî katkısıyla ortak bir görev gücü oluşturarak Rusya’yı güneyden çevrelemesi,  Kırım Yarımadası ve Sivastopol deniz üssü üzerinde baskı kurması olacak. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya dâhil edilmesi, Baltık Denizi’ni Rusya’ya kapattı. Ana karayla bağlantısı olmayan Rus askerî üssü Kaliningrad denizden de kuşatıldı. NATO, çemberi Karadeniz’le tamamladıktan sonra Ukrayna’daki ağırlık merkezini daha güçlü silahlarla takviye ederek savaşı tırmandıracak, Rusya’yı yıpratmayı sürdürecek.

1991’de ideolojisi iflas ettiği için jeopolitik olarak yenilen Rusya’nın 33 yıl sonra Ukrayna’ya saldırmasının iki sebebi vardı: İleriden savunma hatlarını yeniden kurabileceği bir süreci başlatarak NATO’nun genişlemesini durdurmak ve yeniden bir süper güç olduğunu kanıtlayarak Avrupa sahnesinde siyasî varlık göstermek.

İkisini de başaramadı.

Savaşın daha derin sebebi ise Putin oligarşisinin Rusya’nın iç sorunlarından “ileriye kaçış” arzusudur. Demografik bozulmanın, sürdürülebilir olmayan devlet modelinin (Çar’ın ve eski KP Genel Sekreteri’nin yetkilerine sahip tek adam yönetimi) yarattığı çözümsüz sorunları askerî zaferle aşmayı tasarlayan, içten içe çürüyen örgütsüz ve pasif toplumsal yapıyı harekete geçirmek isteyen Kremlin’deki sivil bürokratlar, askerî uzmanlığı dikkate almadan ülkeyi bataklığın içine soktular ve NATO’nun güçlenmesine, yeniden örgütlenerek daha da genişlemesine yol açtılar.

“Daha tehlikeli bir dünya için daha güçlü bir NATO” sloganını yaratan, Putin’in Ortodoks Rus Çarlığı’nı ihya etme hevesinden başka bir şey değildir.

Kremlin, başlangıçta ordusu bile olmayan Ukrayna’yı işgal edemedi. Ele geçirdiği yerleri (Donetsk, Luhansk, Zaporejye, Herson) yeni sınır hattı olarak kabul ettiremedi (savaş o hatta sürüyor).

Mühimmat üretme kapasitesinin sınırlı olduğu anlaşıldı. Aşırı yıkıcı gelişmiş füzelerini muazzam sivil kayıpları göze alarak dar alanda kullanamadı. Nükleer savaş tehdidi inandırıcı olmadı.

En önemlisi “faşizme karşı mücadele” temasına rağmen, II. Dünya Savaşı’ndaki Stalin gibi bir “Anavatan Savunması” yaptığına kendi halkını ikna edemedi. Üç yüz bin asker alacağını ilan ettiği anda askerlik çağındaki nüfusun nasıl kaçıştığını bütün dünya gördü. Ön  hatlarda  paralı askerleri, cezaevinden çıkardığı mahkûmları, Çeçenleri kullandı.

Rus ordusunun düzenli/nizami bir “millî ordu” olmadığı, emir komuta mekanizmasının savaş sırasında bozulduğu, üzerinde düşünülmüş bir harp doktrinine sahip olmadığı anlaşıldı (Gerasimov’un “yumuşak güç”e ağırlık veren hibrit savaş doktrinini savaşın başında terk etti, sonra tekrar buna dönmeye çalıştı). Putin’in, isyan edip Rus genelkurmayını teslim almak üzere (!)  Moskova’ya doğru yürüyüşe geçen silahlı oligark Prigojin’i önce “hain” ilan edip sonra Kremlin’de ağırlaması (anlaşması!) bile tek başına muazzam bir zaaftır.

Sovyet halkının kanla irfanla 70 senede yarattığı bütün maddi değerleri yağmalayan, dünyanın en boş beleşçi, vicdansız ve açgözlü zengin kesimini oluşturan oligarkların, yanı sıra asker sivil Rus devlet bürokrasisinin sonuna kadar Putin’i desteklemesi beklenemez. Ve nihayet, tarihsel olarak ayaklanma geleneği olan kültürlü Rus halkının da böyle bir iktidara nükleer savaş tehdidi altında uzun süre katlanması düşünülemez. Bütün potansiyel iç güçlerin Nisan 2024’te yapılacak başkanlık seçimleri öncesinde, sırasında ve sonrasında etkin olacağını tahmin edebiliriz.

Savaşı sürdürüp iç sorunlarla boğuşarak sonunda parçalanıp Moskova (1263) ve Nijni-Novgorod (1341) Knezliklerinin tarihi sınırlarına doğru küçülmek ya da nükleer savaş denemesinde bulunmak gibi iki seçenekle sınırlanan Rusya, Putin’in “tarihin en büyük jeopolitik felaketi” dediği 1991 Belojev Anlaşması’ndan çok daha vahim bir sonuca doğru sürükleniyor.  

Özetle Rusya, uzun tarihinin pek çok döneminde görüldüğü gibi, askerî, ekonomik ve toplumsal gücünün çok ötesindeki hedeflere ulaşmaya çalıştı. Küresel düzeyde Beyaz Rusya’nın mecburi, ÇHC’nin ise manevi desteği dışında sağlam bir ittifak oluşturamadı.

Pragmatist ve hedef odaklı Çin, Ukrayna savaşında Rusya’ya asla açıktan askerî destek vermeyecek, sonuçtan yararlanmaya çalışacaktır. Çin sabırlı tutumundan asla vazgeçmez, ABD’nin kışkırtmalarına rağmen  Ukrayna savaşı devam ederken Tayvan’ı işgal etmek gibi bir hata yapmaz. Rusya’nın gerileme sürecinin bir aşamasında ABD’yle yakınlaşması bile mümkündür. Bunu ideolojik bakımdan çok elverişsiz koşullarda, 1972’de yapmaktan çekinmemişti. Şimdi hiç çekinmez. Hep belirtildiği gibi, Rusya’nın arazisi geniş, kaynakları bol fakat nüfusu azdır; Çin’in ise arazisi dar, kaynakları kıt ve nüfusu fazladır. Böyle durumlar bitişik ülkelerde jeopolitik sonuçlar yaratır.

Tekrar Türkiye’ye dönecek olursak… Hani Vilnius zirvesinden önce NATO Açık Mukabele Gücü, üç kademeli askerî konfigürasyona geçilmesi için tavsiye kararı aldı ya (10 gün içinde 100 000, 30 gün içinde 200 000,  180 gün içinde 500 000 asker cepheye sürülebilecek!), bizim işte o güce verecek tek bir askerimiz, Karadeniz’de Rusya’yı tehdit edecek tek bir savaş gemimiz olamaz ve olmamalıdır. Ukrayna savaşının Karadeniz üzerinden Türkiye’ye yayılması ya da Türk Ordusu’nun NATO emrinde Rusya’ya, hatta İran’a karşı kullanılması önlenmelidir. NATO’nun ikinci Ukrayna’sı olmayız.

Türkiye, olanca Devlet aklını kullanarak tarafsızlığını ve çok yönlü işbirliği anlayışını sürdürmeli,  bölünmüş “iç cephe”yi birleştirerek yeniden kurmalı ve tahkim etmelidir. Saray aklı kısa düştüğünde muhtaç olacağımız kudret yakın tarihimizde mevcuttur. Türkiye her büyük krizde ulusal birliğini sağlamış ve korumuştur.  Veryansın, 14. 07. 2023