Yavuz Alogan
Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde yapılan her türlü askerî darbeye karşı olduğunu söylüyor. “Hiçbirinin asla ve asla haklı sebepleri olamaz,” diyor.
Halkla birleşen askeriyenin önderlik ettiği bütün tarihsel devrimlere de karşı olduğunu, Devlet’i her kim yönetiyorsa, ona mutlak itaati savunduğunu anlıyoruz.
Yarbay Enver Bey, İttihat ve Terakki’nin silahşorlarından aldığı güçle Sadrazam Sait Halim Paşa’nın odasına girerek, “Beni derhal Harbiye Nazırı yapınız,” dediğinde henüz 33 yaşındaydı. Devlet suretine bürünmüş Sadrazam, “Fakat siz henüz pek gençsiniz, rütbeniz kifayet etmez,” demiştir.
Kifayetsizliğe rağmen Fırka’nın baskısı ve Talat Bey’in tavassutuyla Enver Bey, miralaylığa (albaylık) terfi etmiştir. Kısa süre sonra Padişah Hazretleri, Enver Bey’in Paşa olduğunu gazetelerden öğrenecektir. Balkan Faciası devam ederken, Edirne düşmek üzereyken Enver Paşa, bu kez beyaz atına binip ahaliyi toplayarak Bâb-ı Âli’yi basacak, Sadrazam Kâmil Paşa’ya karşı darbe-i hükûmet icra edecektir.
Günümüzde böyle şeyler elbette tasavvur dâhi edilemez. Silahşorları buldunuz diyelim, beyaz atı nerede bulacaksınız?
İhtilalci Enver Bey hakkında tarihin hükmünü, Cumhuriyet devrinde İsmet İnönü şu sözlerle ifade edecektir: “Enver Paşa harbiye nazırı olunca, evvelâ yeni ordu kurdu. Hakiki bir tasfiye ve temizlik yaptı. Balkan Harbi öncesinde orduya giren siyaseti, ordudan çıkardı” (Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa, Remzi K.1999, II. Cilt, s. 437).
Enver Paşa, Harbiye Nazırı olduğunda, silahşorların İttihatçılığa mesafeli subayları tasfiye etmesi için yaptıkları baskıya direndi. Fırka’nın tasfiye listesinde yer alan genç subayları terfi ettirdi. Aralarında Mustafa Kemal ve İsmet de vardı.
Bu az şey mi? Kurtuluş Savaşı ordusunun omurgasını inşa etmiş.
Peki Anadolu İhtilali’ne ne diyeceğiz? Osmanlı’nın 6 paşası Padişah Hazretleri’ne “âsi” olmuşlar; boyunlarında devletin idam fermanıyla ikili iktidar (Ankara hükümeti) kurmuşlar, asker silah toplayıp düşmanla savaşmışlar, Halife Padişah’ı devirip devrim yapmışlar.
27 Mayıs’a karşı olduğuna göre, 61 Anayasası’na da karşı.
Özerk Üniversite ve TRT, özgür basın, kuvvetler ayrımı, bağımsız ve denetleyici yargı, sendikalaşma, örgütlenme, gösteri ve ifade özgürlüğü istemiyor. O vakit, 1961 anayasasını budayan 12 Mart’a, onu ilga eden 12 Eylül’e taraftar olması gerekmez mi? Gerekir. Ama onlara da karşı. Her türlüsüne karşı!
Peki 28 Şubat’a niye karşı? Askerlerin laiklik uyarısını yersiz ya da zararlı mı buluyor? Tevhid-i Tedrisat istemiyor mu mesela? Orta öğretimin imam hatipleşmesini, 4-6 yaş arası çocukların din eğitimi almasını, kamu kaynaklarıyla zenginleştirilen tarikat ve cemaatlerin bütün devlet kurumlarını istila etmesini, sosyal dokuyu bozmasını, iç cepheyi bölmesini mi istiyor? Belki de Devrim Kanunları’nın demokratik olmadığını düşünüyor.
28 Şubat generalleri cezaevinde ölümü bekliyorlar. Çünkü Anayasa’da yazılı laiklik ilkesini savunan 18 Maddelik taleplerine bağlı kaldılar. Özür dilemeleri, nedamet getirmeleri istendi, reddettiler. Buca’da 40 derece sıcakta, tek kişilik hücresinde direnen 83 yaşındaki kalp hastası emekli Orgeneral Çetin Doğan, “Ben her türlü darbeye karşıyım, 28 Şubat kararları çok yanlış oldu, kusura bakmayın” demediği için orada tutuluyor. Dese, hemen bırakılacak.
Bu vahim durumu görmezden geliyor.
Neden? Çünkü darbenin her türlüsüne, askerin anayasa ve yasalar uygulansın diye yaptığı uyarıya bile karşı. Asker, üniformasıyla tekkeye gidecek ama siyasete karışmayacak. Öyle mi?
Fakat bütün bunlardan çok daha elim ve vahim olan, Zekai Aksakallı’nın şu sözü: “Bu coğrafyada Müslüman bir Türk devleti istenmiyor.”
Tam tersine!
Bu coğrafyada laik ve demokratik, modern bir Türk devleti istenmiyor. Devrimle kurulmuş bir Cumhuriyet, millet bilincine sahip eğitimli örgütlü toplum, güçlü ordu, ilkeli bir kamu yönetimi, planlı millî ekonomi; kısacası istiklâl-i tam, yani tam bağımsız, başı dik bir Türk devleti istenmiyor.
Onun yerine, başında kolay çekip çevrilen bir tek adamın durduğu, ümmet bilinciyle tarikat ve cemaatlere bağlı cahil ve örgütsüz bir toplum; siyasallaşmış, cemaatleşmiş zayıf bir ordu; bütün varlıkları özelleştirilmiş dışa bağımlı bir ekonomi, fertleri kolay satın alınabilen bir siyasî toplum, Araplaşmış bir kültür isteniyor.
Ülkenin elde kalan son “asset”lerini (!), silah fabrikalarını, limanlarını, koylarını, Alsancak semtini, Bursa’nın topraklarını, Karadeniz’in vadilerini, Ordu’nun derelerini satıyorlar. Araplar serinlesin diye Uludağ’ı bütünüyle satmazlarsa şaşarım.
Dışarıdan istenenleri yapıyorlar zaten. Bunun Müslümanlıkla ne alâkası var?
Askerî darbeler nedeniyle “ülkemiz büyük kayıplara uğramış, en büyük zararı da Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) görmüştür,” diyor.
Şu son yirmi yıl içinde ülkemizin uğradığı kayıpların, TSK’nın gördüğü zararın, zikredilen liyakatsizliğin ve kurumsal zafiyetin sebebi nedir? Zamana yayılmış bir karşıdevrim, Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerini hedef alan yavaşlatılmış bir sivil darbe olmasın!
Yıllarca susup, sonra “ben her türlü darbeye karşıyım” diye konuşan sabık devlet ricali, bu yolla muhtemelen Saray’a her türlü göreve talip olduğunu belirtmiş oluyor. RAND raporunda adı geçenlerin kamuoyu nezdinde yıpratıldığını anlıyoruz. Tek adam rejimindeki mikro iktidar mücadelelerini elbette bilemeyiz fakat bu kadar ortalığa dökülünce ister istemez dikkati çekiyor.
FETÖ ajan örgütünün darbe girişimini öncesi ve sonrasıyla analitik ve kronolojik olarak, politik bir dille, sebep ve sonuçlarıyla, şahsileştirmeden anlatmak gerekir.
Fakat … kafama dayayınca sıksana lan dedim, bilahare şehadet şerbetini içme ihtimaline binaen abdest alıp iki rekat namaz kıldım, sonra benim boğazımı sıktılar; ya da lan beni nereye götürüyorsunuz dedim, dışarı fırlayıp önümü kesenleri tekmeleyerek uzaklaştırdım, dramatik duygular içinde tarihi emri verdim; ya da o gece ortalıkta görünmedi, evinde karısını teselli ediyordu; ya da boynundaki morluğu kendisi yaptı vs… şeklinde karşılıklı anlatı, atışma ve itirazların hoş olmadığını, en azından profesyonelliğe sığmadığını, neyin doğru neyin yanlış olduğunu doğal olarak bilemeyen izleyicilerde de karışık ve tekinsiz duygular yarattığını düşünüyorum.
Bazı olayları güncel politik taktik ve manevralara alet etmeden zamana, tarihin hükmüne bırakmak, devlet adamı basiretiyle davranmak belki daha uygun olurdu. Aksi hâlde her anlatı karşıt anlatılara, dedikodulara yol açar, giderek her türlü manipülasyona malzeme sağlar.
Neyse uzatmayalım…
Bu aşırı sıcak pazar gününde herkese askerî darbeleri sebep ve sonuçları bakımdan tefrik etme, yani birbirinden ayırma, aralarındaki farkı görme insaf ve feraseti diliyorum. Veryansın, 23.07. 2023