Yavuz Alogan
Türkiye’nin geçiş süreci 2002’de başladı. Kaderi 2010 ve 2017 referandumlarıyla belirlendi.
24 Ocak Kararları’yla (1980) yürürlüğe konulan program Derviş Reformları’yla (2001-2002) tamamlanmıştı. AKP önceden açılıp önüne serilen yolu izleyerek ekonominin küresel sistemle entegrasyonunu sürdürdü. Bu uzun dönemde ulusal ekonomi yok edildi, kamusal olan her şey özelleştirildi.
Bu alt yapıya uygun üst yapı 2010 ve 2017’de yapılan anayasa değişiklikleriyle kuruldu. Birincisi yargı bağımsızlığını yok etti; ikincisi ise parlamenter sistemin yerine başkanlık sistemini getirerek rejimi değiştirdi. Her şeye gücü yeten, denetimsiz tek adam rejimi böylece kurulmuş oldu. Türkiye’nin ekonomik ve siyasî entegrasyonu tamamlanmış, kaderi belirlenmişti.
Devlet bürokrasisi dönüştü. Yönetimin yerini yönetişim aldı. Sosyal devlet anonim şirkete dönüştü. Bu şirket halkı soyan, iktidar partisinin çevresinde toplanan zenginlere servet aktaran bir baskı aygıtından, bir tür mafya teşkilatından ibaretti. Seçilmiş bakanların yerini atanmış “ofis memurları” aldı. Cumhuriyet tarihinde ilk kez lüks ürünler satan mağaza zinciri sahibinin Maliye Bakanı, özel okul sahibinin Millî Eğitim Bakanı, özel hastane sahibinin Sağlık Bakanı olduğu görüldü.
Bu sistem dışarıdan dayatıldı, yönlendirildi ve denetlendi. Böylece ekonomisi ve siyasî sistemiyle Latin Amerika ülkelerini andıran dışa bağımlı bir yapı kurulmuş oldu. Tabandan gelebilecek her türlü muhalefetin yolu kesildi, sendikalar zayıflatıldı ve sesleri kesildi. Siyasî toplumun tamamı bu yapıyı zamanın ruhuna uygun bir gerçeklik olarak benimsedi, uyum sağladı.
Siyasallaşmış İslâm bu yapısal dönüşümün hegemonik ideolojisini oluşturdu. Bütün siyasî toplum Cumhuriyet ideolojisinin tam karşıtı olan siyasî İslam’ın hegemonik konumuna açıktan rıza gösterdi. Siyasetin dili değişti; laik, dünyevi söylemin yerini dinî söylem aldı; tarikat ve cemaatler sivil toplum örgütleri olarak benimsendi, holdingleşmelerine, halk eğitimini ele geçirmelerine, dindar ve cahil bir nesil yetiştirmelerine izin verildi ya da sessiz kalındı.
Laiklik ilkesi tamamen terk edildi. Devrim Kanunları’nı savunmanın suç sayılması ve ağır cezaya tabi olması Anayasa’nın 174. Maddesi’nde yapılacak küçük bir değişikliğe kaldı.
Sistemi yerleştirme çabası Türkiye’nin ulusal kimliğini belirsizleştirdi; üniter devlet anlayışının sorgulanmasına yol açtı. Saray rejimi Cumhuriyet’in bütün ana hatlarını bozdu, yerleşik olan ve halkın yüz yıldır benimsediği, bağlılık gösterdiği bütün temel ilkeleri yerinden oynattı, böylece halk kitleleri arasında uzlaşmaz çelişkiler yarattı ve muazzam bir çatışma potansiyeli oluşturdu.
Şimdi bu sistemin içinde (sistemin içinde!) bir genel seçim yapılacak.
Seçimi kazanan parti ya da partiler koalisyonu son yirmi yılda açılan yolu stabilize edecekler, asfaltlayıp ışıklandıracaklar, çukurları dolduracaklar, bordür taşlarını boyayıp her şeyi cilâlayacaklar, tali yolları tıkayacaklar ve aynı yolda devam edecekler.
Bu restorasyonu seçimi kazanması halinde Saray yapacak. Ekonomideki kaosu devlet müdahalesiyle düzenlemeye çalışacak, anasır-ı İslâm (birden fazla ırk, milliyet vs’den oluşan İslam ümmeti) anlayışıyla yeni bir “çözüm süreci” başlatacak, muhalefet partilerini baskı altına alıp Saray’ın etrafında toplayarak henüz tam olarak kuramadığı İslâmcı diktatörlüğü yerleştirecek ve toplumu en küçük birimlerine kadar denetim altına almaya çalışacak. Dış politikada ABD ve Rusya’yı dengeleme politikasını son ana kadar sürdürecek; kendi rejiminin meşruiyetini kabul ettirmek için her iki tarafa taviz verecek.
Seçimleri kazanması hâlinde benzer bir restorasyonu Altılı Masa yapacak. Ekonomiyi IMF ve Dünya Bankası’na bağlayacak, servetin akış yönünü değiştirerek kendi zenginler sınıfını yaratacak; AB perspektifini yeniden açacak; Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı eksiksiz uygulayacak; dinsel, etnik ve cinsel bölünme süreçlerini ilerletecek, “Türkiyeli” kavramını getirecek ve anadilde eğitimi başlatacak. Dış politikada ABD’nin ve AB’nin yanında, Rusya’nın ve Çin’in karşısında yer alacak.
Her iki cephe de iktidara kendi anayasasıyla gelecek. İlk Dört Madde anayasadan çıkarılacak, Devrim Kanunları’nı unutturmak için her şey yapılacak.
AKP’den başlayarak bütün siyasî partilerin son yirmi yıl içinde dışarıdan kurgulandığını ya da komplolarla dönüştürüldüğünü, sürekli iç operasyonlardan geçirildiğini, küresel sermayenin çıkarlarına uygun hâle getirildiğini ve dış bağlantılarla yönlendirildiğini; AKP’nin özellikle 15 Temmuz’dan sonra iktidarda kalmak için Atlantik cephesini memnun etmeye çalışırken Rusya kartını daha güçlü biçimde oynamaya çalıştığını bu bağlamda unutmamak gerekir.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez yabancı istihbarat örgütleri bütün teknik kapasitelerini kullanarak bir genel seçimde rol oynayacak.
Seçimlerde muhalefet partileri Devlet’le yarışacaklar. Kendi partisinin kadrolarını devlet olarak örgütleyen Saray seçimlere kendi yargıçlarıyla, kendi polisiyle, medyasıyla girecek.
Örgütlü ve güçlü fakat seçmen tabanı giderek daralan yıpranmış iktidar ile örgütsüz ve seçmen tabanı giderek genişleyen muhalefetin; kendisini iktidarda kalmaya mecbur hissettiği için giderek aklını kaybeden bir iktidar ile normal yollardan iktidarı ele geçirmeyi ve elde tutmayı umut ettiği için giderek iştahı artan muhalefetin seçimlerde kapışması başlı başına kriz etkenidir.
Foreign Policy dergisi, seçim ortamının “kan gölüne dönüşmeyi vaat ettiği”ni yazdı. Dışarıdan bakanlar 2023 seçimini dünya dengelerini değiştirecek önemde görüyorlar ve emperyalist mihraklar sömürge valisi edasıyla utanmazca lider tayin etmeye çalışıyorlar. Miadı dolan Reis’i yenisiyle değiştirmek istiyorlar, adayları inceliyorlar.
Türkiye’nin geldiği yer burasıdır. Kendini yönetmeyi beceremeyen ülkeyi dışarıdan yönetirler. Her türlü provokasyon ve komployla, kanlı olaylarla siyasî ortamı biçimlendirirler.
Sinan Ateş suikastını bu bağlamda görmek gerekir. Bu siyasî cinayetin Cumhur İttifakı’nı hedef aldığını, İttifak’ın MHP kanadını kargaşaya sürüklemek, kutuplaşmaları artırmak için tertip edildiğini anlıyoruz. Olayın örtbas edilmesi ve siyasî malzeme olarak kullanılması krizi ağırlaştıracak ve yeni provokasyonlara zemin hazırlayacaktır. Benzer olayların tezgâhlanmasını sağlayacak malzemenin bolluğu, tarafsız bir Cumhurbaşkanlığı makamının ve Devlet’i temsil eden MGK gibi siyaset üstü kurumların yokluğu dikkate alındığında, seçim öncesinde ve hemen sonrasında ülkenin her türlü provokasyona sonuna kadar açık kalacağı görülüyor.
Halk kitleleri kriz dönemlerinde dikkat kesilirler, kısa sürede çok şey öğrenirler ve kendilerine yakın buldukları, güven duydukları güçlere destek verirler. Türkiye uzun süre mevcut siyasî partilere ve siyaset aktörlerine mecbur ve mahkûm kalamaz. Veryansın, 06. 01. 2023