Yavuz Alogan
ABD’nin ülkemizdeki devlet kurumlarına ne kadar nüfuz ettiğini, askerleri ve siyasî toplumu nasıl yönlendirdiğini, NATO faaliyetlerinin gerçek ve derin kapsamını hiçbir zaman bütün ayrıntılarıyla öğrenemedik. Sorun daima kalın bir sis perdesinin ardında sadece ana hatlarıyla göründü.
CIA, 19 Kasım 1980 tarihinde hazırladığı belgede Türkiye’de 40 adet askerî amaçlı tesisin bulunduğunu, bunların 26’sının askerî üs olarak kullanıldığını açıkladı (özgün belgeden aktaran Sinan Kayanç, “Soğuk Savaş Yıllarında Türkiye’deki ABD Üs ve Tesisleri,” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Bahar 2020, sayı 101, s. 203-252)
Sorunu ilk kez Mehmet Ali Aybar gündeme getirdi. 1965 yılında TBMM’de yaptığı konuşmada ABD üslerinin varlığına dikkati çekti. Meclis tutanaklarına (B:7, 07.11.65) göre, “Bugün 35 milyon metrekarelik vatan toprağı ABD egemenliği altında bulunmaktadır,” dedi (Adalet Partisi sıralarından gürültüler, “Utanmaz herif!” diye bağrışmalar).
Süleyman Demirel “Üs yok, tesis var” sözünü işte o sıralarda icat etti (Abdi İpekçi’ye verdiği mülakat, Milliyet, 06. 04. 66). Tartışma büyüdü.
Dönemin sosyalist dergilerinden ANT, 12 Eylül 1967 tarihli sayısında, ABD kaynaklarından hareketle “Türkiye’deki Amerikan üslerini açıklıyoruz” başlığı altında, ABD’nin İncirlik/Adana ve Çiğli/İzmir’de hava üssü, Ankara, İzmir, Adana, Diyarbakır, Manisa, Erzurum, Konya, Kocaeli, Trabzon ve İskenderun’da harekât ve lojistik tesislerinin bulunduğunu açıkladı.
Fakat Demirel’in sözü Devlet’in belleğine kazındı. Bugün emekli ya da muvazzaf, asker ya da sivil hangi devlet yetkilisine, “İncirlik Amerikan üssü müdür?” diye sorsanız, şu cevabı alırsınız: “Hayır, orası 10. Tanker Hava Üs Komutanlığıdır. Türkiye’de yabancı askerî üs yoktur.”
Fakat Demirel’in hakkını teslim etmek gerekir. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra ABD’nin uyguladığı silah ambargosuna tepki olarak 1975 yılında 21 üs ve tesisi Bakanlar Kurulu Kararı’yla kapattı. 1978’de ABD Senatosu ambargoyu kaldırdı; İran Devrimi ve SSCB’nin Afganistan’ı işgali üzerine artan ABD baskıları karşısında Demirel hükümeti 29 Mart 1980’de Türkiye-Amerika Savunma-Ekonomik İşbirliği Anlaşması’nı imzaladı, üsler ve tesisler yeniden açıldı. Anlaşmaya göre kuvvet komutanı Amerikalı, tesis komutanı Türk olacaktı. Bu anlaşmanın hemen öncesinde Başkan Carter’ın Demirel’e bir mektup yazarak üslerin açılması karşılığında ekonomik ve askerî yardım vaadinde bulunduğunu da kaydedelim (bkz. Kayanç, agy).
Neyse, uzatmayalım…
Uzatmayalım ama burada durup 12 Eylül döneminde cuntanın Rogers Planı’nı “asker sözü”ne güvenerek kabul edişini, 1992 NATO tatbikatı sırasında Saratoga Uçak Gemisi’nin Muavenet zırhlısını füzeyle vuruşunu, ABD’nin ülkemizin güneyini ve doğusunu 37 bin askerle işgalini öngören 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’de kıl payıyla reddedilişini, ABD’nin atadığı BOP Eşbaşkanı’nın FETÖ ajan örgütüyle birleşerek Kemalist milliyetçi subay kadrolarını tasfiye edişini, Kozmik Oda faciasını, Saray’ın ülke jeopolitiğini pazarlayarak iktidarda kalma çabasını, S-400 krizini, Halk Bankası davasını, CAATSA yaptırımlarını, F-35 projesinden dışlanma olayını, F-16 taleplerini, en önemlisi bütün siyasî partilerin operasyona tabi tutularak Atlantik sistemine hizalanışını ve benzer gelişmeleri bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçirerek bugüne gelelim.
Bu kısa tarih bütün boyutları ve ayrıntılarıyla ele alındığında, yeryüzünde ABD’nin “yumuşak güç” (soft power) kullanarak denetim altında tutabildiği benzersiz bir ülke olduğumuz görülecektir. Bu vahim duruma gösterilen bireysel, örgütsel, hatta kitlesel tepkiler süreklilik kazanmadı ve Devlet katında hiçbir etki yaratmadı.
Son günlerde Türkiye’nin NATO-ABD üsleriyle kuşatıldığını gösteren, her yerde karşımıza çıkarılan bir harita var. Haritaya bakıyoruz. ABD bayrağıyla temsil edilen üsler Romanya ve Bulgaristan’dan başlıyor, Dedeağaç’tan geçip Ege ve Akdeniz’den İsrail Suriye Irak’a ulaşıp kuzeye doğru saparak Gürcistan’a, temsilî olarak Ukrayna’ya ulaşıyor. Tam bir kuşatma! Fakat Türkiye tertemiz. Tek bir Amerikan bayrağı yok.
Amerikan Hava Kuvvetleri’nin 39. Ana Jet Üssü’nün bulunduğu İncirlik’i, Avrupa’daki ABD Hava Kuvvetleri’ne bağlı Çiğli Ana Jet Üssü’nü, NATO’nun Birleşik Hava Harekât Merkezi’ne bağlı askerî havaalanlarını; Ankara/Ahlatlıbel’den Van ve Mardin’e, Bartın’dan İskenderun’a, Çanakkale’den Ordu/Perşembe’ye kadar yayılan gözetleme, depolama ve lojistik tesislerini bu haritada görmüyoruz. Adamların Müttefik Kara Kuvvetleri Daimi Karargâhı (Landcom) bile burada, İzmir Buca’daki Orgeneral Vecihi Akın Kışlası’nın içinde!
ABD/NATO içeriden kuşattığı Türkiye’yi dışarıdan niye kuşatsın? Bayraklar haritaya eksiksiz yerleştirildiğinde Atlantik emperyalizminin büyük stratejisinin Rusya’yı çevrelemek, Karadeniz çıkışını ve Akdeniz’i kontrol etmek ve nihayet Çin’in ticaret ve enerji yollarını kesmek olduğunu anlıyoruz. Türkiye bu kuşatmanın hedefini değil en önemli parçasını oluşturuyor.
Türkiye’nin NATO’dan çıkarak ABD’nin yönlendirmesinden kurtulması ancak büyük bir devrimle, halkın seferber edilmesiyle, yeni bir Kurucu İrade’nin toplayacağı bir Kurucu Meclis’in misak-ı millî’yi yenilemesiyle mümkün olabilir. Ya da AKP’nin açtığı yolda ve gösterdiği hedefte şeriatçı bir karşıdevrim olur, ülke tarikatlara ve cemaatlere bölünerek parçalanır. Ya da AB ülkeleri Erdoğan ve Putin sonrası Türkiye ve Rusya’yı da kapsayan yeni bir Avrupa güvenlik teşkilatı kurarlar; böylece biz de NATO’dan ayrılmış oluruz.
Küresel güçleri dengeleyerek raf ömrünü uzatmaya çalışan Saray’ın dış politikada yolun sonuna geldiğini anlıyoruz. Devlet’i tahrip eden, ekonomiyi batıran, toplumun dokusunu bozan, halkı bölen, ülkeyi yağmalayarak içte ve dışta itibarını kaybeden Saray rejimi, Finlandiya ve İsveç’e karşı veto kartını sonuna kadar kullanacak ne güce ne de iradeye sahiptir. Yaptığı pazarlığın konusu Türkiye’nin selametiyle değil, Saray rejiminin devamıyla ilgili olacaktır. Aksini iddia edenler ya yabancı ülkelerin etki ajanıdır ya da reel-politikadan habersizdir.
Yunanistan’ın Kıbrıs (ENOSİS) ve Ege adaları konusunda hareketlendiği, Doğu Akdeniz’in, Boğazlar ve Karadeniz’in önem kazandığı, ABD’nin binlerce tır askerî malzemeyle güneyimizde bir PKK ordusu kurduğu şu kritik aşamada Türkiye ne NATO’dan çıkabilir, ne de ABD bizi İttifak’tan atmayı düşünebilir. Ülkeyi NATO’yla, Saray’ı şantajla bağlamış; niye serbest bıraksın?
Peki Türkiye’nin NATO içindeki durumu nedir?
NATO’nun içini dışını bilen asker diplomat, E. Hava Pilot Tümgeneral Beyazıt Karataş, Türkiye’nin konumunu açıklarken, “NATO’da veto hakkımız var,” demektedir. “Dolayısıyla NATO, Türkiye aleyhinde herhangi bir karar alamaz. Ayrılmamız durumunda ise her türlü Türkiye aleyhinde karar alınabilir, engel olma olanağımızı kendi elimizle yok etmiş oluruz” (bkz. veryansıntv int., 17. 05.22).
Peki ne yapmak gerekir?
Sayın Karataş, “… içeride de [NATO içinde] yeterli ve güçlü bürokratlarla askerî-siyasî entegre içinde ve dünya güvenlik sorunlarına hâkim kamu görevlilerinin çalıştırılıyor olmaları gereklidir ki son zamanlarda yapılabildiğinden hayli tereddüt ederim,” demektedir (Karataş, agy).
Demek ki sorun Saray’ın ülkenin geleneksel askerî ve diplomatik birikimini tasfiye etmesinden, dış politikayı sadakatle kendisine bağlı liyakatsiz unsurlarla yürütmeye çalışmasından ve basit pazarlıkçı tutumunu sürdürerek batağa saplanmasından kaynaklanıyor. Türkiye’nin bütün sorunları gibi, dış politikada yaşanan açmaz da anayasal rejimde ve Saray iktidarının yapısında düğümleniyor. Veryansın, 20. 05. 2022