Yavuz Alogan
Kısaca Saray dediğimiz siyasî iktidarın seçim kampanyasını hangi esaslara dayandıracağını anlamaya çalışıyoruz.
İmajını nasıl yenileyecek? Çalıştığı tanıtım firması ona nasıl bir “yeni hikâye” uyduracak? Hikâyenin inandırıcı olması için neler yapacak?
Seçim ve referandumların hemen öncesinde Saray, “adalet reformu” gibi paketler açar, kimsenin hayat tarzına müdahale etmeyeceğini gösteren hareketler yapardı. Dışarıya “demokrat,” içeriye “özgürlükçü” görünmeye, kapsayıcı kucaklayıcı bir tür merkez partisi gibi davranmaya çalışırdı. En azından, laiklik karşıtı faaliyetlerin değil de demokrasinin odağı gibi görünmesini sağlayan bir makyajla ortaya çıkardı.
Şimdi bunların hiçbirini yapmıyor, tam aksi yönde hareket ediyor.
Yargıyı kullanarak rakiplerinin siyasî faaliyetlerini yasaklamaya hazırlandığını anlıyoruz. Gezi ve Balyoz davalarında verilen hükümler, CHP’nin İstanbul İl Başkanı’nı siyasetten men etme girişimi, bu yönde atılan ilk adımlardır.
Muhalif kamuoyunun yargının verdiği cezalara tepki gösterirken sergilediği tavır ve hassasiyet farkının Saray tarafından dikkatle değerlendirildiği ve kullanılacağı kesindir. Bu davalarda verilen hükümler yargı bağımsızlığının olmadığını bir kez daha kanıtlamıştır. Kaftancıoğlu için ayağa kalkanların, laikliği savundukları için cezaevine konulan hasta ve yaşlı generallerin uğradığı zulme sessiz kalmaları tek kelimeyle utanç vericidir. Bağımlı yargının haksız yere mağdur ve mahkûm ettiği herkesin hukukunu savunmadan yargı bağımsızlığı sağlanamaz. Bu tarz “mahalle tavrı” Saray’ın işine yarar.
Eskişehir festivalinin “güvenlik” gerekçesiyle ertelendiği süre içinde (9-18 Mayıs) Sakarya Üniversitesi’nde İbrahim Kalın, Bilal Erdoğan, Meclis Başkanı Şentop ve “Kuruluş: Osman” dizisinin oyuncularıyla alternatif bir gençlik festivalinin düzenlenmesi, tek parti devletinin gençliği uzlaşmaz iki kampa ayırma girişimini yansıtmaktadır. Eskişehir valiliğinin aldığı erteleme kararının ardından Kardeşlik Platformu denilen bir kuruluşun basın toplantısı yaparak Eskişehir öğrenci gençliğini en çirkin ifadelerle alenen ahlaksızlıkla suçlaması ve bu basın toplantısının bütün televizyon kanallarında tekrar tekrar gösterilmesi tek kelimeyle rezalettir. Buna “Her yer Eskişehir, her gün festival” diye ülke çapında tepki göstermek gerekirdi.
Saray, “dijital faşizm” ve “dijital obezite” dediği sosyal medyayı genel seçimler öncesinde baskı altına alacak, haber ve yorumları engelleyecektir. Cumhurbaşkanı’ndan Millî Eğitim Bakanı’na kadar devlet yetkilileri halkı bu iletişim yasağına alıştırmak için kampanya yürütmekte, sosyal medyanın ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmaktadır.
Ülkede seçim güvenliği kesinlikle yoktur. Bunu herkes biliyor.
İçişleri Bakanı’nın “Bekliyoruz … 15 Temmuz’da yarım kalan işimizi tamamlayacağız” dediği ülkede seçim güvenliği olmaz. Uygun kıvama getirilene kadar yapısı, il ilçe seçim kurullarının tertibine kadar sürekli değiştirilen YSK’nın, istese bile tarafsız olamayacağını herkes biliyor. İstanbul BB seçimlerinde neler olduğunu gördük. Genel seçimlerde çok daha beteri olacaktır.
Bütün muhalif siyasî partilerin normal bir seçim olacakmış gibi davranmayı bırakarak, İçişleri Bakanı istifa edinceye ve YSK yeniden tertip edilinceye kadar seçimlere girmeyeceklerini ilan etmeleri gerekir.
Olağanüstü bir siyasî iktidar varsa, siyasî partiler her şey gayet olağanmış gibi davranamazlar. Siyasî toplum gücünü kullanmalıdır. SADAT’ın kapısında ağlaşarak güçsüzlük gösterisi yapmanın faydası olmayacaktır. “Madem 2053 hedefleriniz var, buyurun hedeflerinize şimdi ulaşın, biz çekiliyoruz,” demek gerekir. “Sine-i millete dönmek” diye bir kavram var bu ülkenin siyasî tarihinde. Bakalım hedeflerine nasıl ulaşacaklar? Halk 2053 hedeflerine razı olacak mı? Saray’ın sahici bir diktatörlük olmadığını ve olamayacağını anladığı zaman nasıl tepki gösterecek? Doğrudan meydan okumak demokrasi tiyatrosunda çaresiz figüran olmaktan iyidir. Zarlar hileli ise oyun her defasında aynı sonucu verir.
İstanbul BB seçimleri sırasında bazı CHP milletvekillerinin oy çuvallarının üzerinde uyuyarak sergiledikleri fedakârlık gözlerimizi yaşarttı. Oysa bu bir zaaf belirtisiydi. Oyları korumak için milletvekilini çuvalın üzerinde yatırıyorsan, seçim güvenliğini sağlayacak kadroların yetersiz, örgütsüz ve disiplinsiz demektir. Seçime girecek partilerin kadro derinliği sığ, örgüt yapıları gevşek, geneli tecrübesiz, hepsinin zihni bulanık görünmektedir. Parmak boyasını bile kabul ettiremediler, sandıkları nasıl koruyacaklar, itirazlarını kim dinleyecek?
NATO’nun Ukrayna Savaşı’yla birlikte Türkiye için hazırladığı olası sefer-görev emirleri ve AB ülkelerinin göçmen korkusu dikkate alındığında, düvel-i muazzama’nın uzatmaları oynaması için Saray’a, ülke içinde her ne yaparsa yapsın, son bir fırsat verdiği açıkça görülmektedir. Saray’ın Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini pazarlık konusu yapabilecek güçte olduğunu düşünenler varsa, yanılıyorlar. Ne veto edebilir, ne de pazarlıkla sonuç alabilir. Kendisi pazarlık konusu, şantaj altına…
Neyse, konuyu dağıtmayalım…
Kısaca belirtmek gerekirse, Saray önceki seçim ve referandumlardan farklı olarak bu kez siyasî toplumun muhalif kesimini topyekûn baskı altına almaya hazırlanıyor. Bu kesimin iç çelişkilerini kullanacak, öne çıkan muhalifleri itibarsızlaştırma kampanyaları açacak; aç bıraktığı halkı dış güçlerle korkutup yıldırarak, hayallerle avutarak kendisine mecbur bırakmaya ve nihayet son bir gayretle etrafa para saçarak seçimleri kazanmaya çalışacak. Ümmetine şükretmeyi öğretirken, milletini iyice parçalayarak teslim almayı amaçlıyor.
Saray’ın seçim kampanyasının esasları bunlardır.
Bu noktaya gelinmesinde siyasî toplumun bütün kesimleri çeşitli derecelerde sorumludur. En temel konularda inisiyatifi kaybeden Saray rejiminin geleceği yoktur. En zayıf anında en yükseğe sıçramayı planlamaktadır. Amaç ülkeyi felakete sürüklemeden Saray’ı iktidardan uzaklaştırmak, uzaklaşmaya ikna etmek, Çankaya Köşkü’nü geri almak olmalıdır. Veryansın, 15. 05. 2022