Yavuz Alogan
Büyük krizlerin niteliğini, taşıdığı potansiyel tehdit ve tehlikeyi önceden haber veren önemli fotoğraflar vardır. Ukrayna Krizi’nin başlangıcında çekilen ve bu yazıya eşlik eden fotoğraf bunlardan biri.
Fotoğrafta Vladimir Putin ile Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko’yu Komuta Kontrol (Durum) Odası’nda nükleer füzelerle oynarken görüyoruz ve burada durup Charlie Chaplin’in (Şarlo)1940 yapımı “Büyük Diktatör” filmini izliyoruz.
Füzeler tatbikat amacıyla Arhangels ve Astrahan bölgeleriyle Barents Denizi’nden fırlatılmış. Nereye düştüklerini biz bilmiyoruz ama herhalde uzaydan görülmüştür. Bu tatbikatla eşzamanlı olarak NATO’nun Almanya’nın doğusundan Bulgaristan’a kadar Avrupa’daki bütün nükleer füze üslerini alarma geçirdiğini, nükleer denizaltıların vaziyet aldığını ve yer değiştirdiğini tahmin edebiliriz. Baltık bölgesine F-35’lerin konuşlandığını biliyoruz fakat İncirlik ve Kürecik üslerinde ne olduğunu bilmiyoruz. Pentagon’un komuta odasında fotoğraf çektirmemiş olmaları Yankee generallerinin boş durdukları anlamına gelmiyor.
Aslında ilk kez böyle bir fotoğraf çekiliyor. Truman-Churchill, Stalin-Molotov, Mao Zedung-Çu Enlay gibi adamlar böylesine çiğ ve pervasız bir fotoğraf vermezlerdi. Ben bu fotoğrafta kibir, sorumsuzluk ve görgüsüzlük görüyorum. Bu iki adamın insanlığa söyleyeceği tek bir söz, aktaracağı tek bir değer yok. Ortodoks Rus İmparatorluğu kurmak için babadan miras kalmış nükleer silahlarla satranç oynuyorlar. Kremlin sözcüsü Peşkov, “Meşhur siyah çantayı ve kırmızı düğmeyi biliyorsunuz, değil mi?” diye dalga geçiyor.
He, biliyoruz… Çar hazretleri haç çıkardıktan sonra kutsal parmağıyla meşhur kırmızı düğmeye basarak Polonya’daki NATO üssünde mevzilenmiş birkaç yüz Coni’yle birlikte yüz binlerce Polonyalıyı öldürebilir. Buna karşılık NATO bir iki Rus kentini buharlaştırabilir. Bunca füzeyi ne yapacaklar? Kapitalizm kullanım değeri olmayan şeyi üretmez.
ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, Mayıs 1997’de Hudson River’daki bir uçak gemisinin güvertesinde askerlere hitap ederken şöyle demişti: “Kullanmadıktan sonra, dünyanın en büyük askeri gücüne sahip olmuşsunuz, neye yarar?”
O sırada Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti iç savaşla dağılmaya devam ediyordu. SSCB çöktükten sonra Josip Broz Tito’nun kusursuz bir toprak reformu yapmış, bankaları, sanayi ve ticareti devletleştirilmiş, planlı kalkınmayla yüksek refah düzeyine ulaşmış ülkesini Avrupa’nın orta yerinde istemediler. Yeni dünya sistemine uygun değildi. İç Savaş felaketine Almanya büyük katkıda bulundu, Hırvatistan ve Slovenya’dan başlayarak ülkeyi dağıttılar. Mart 1999’da başlayan NATO bombardımanı üç ay sürdü.
Neyse, konuyu dağıtmayalım…
ABD ile SSCB arasında 1962’de patlak veren füze krizinin nasıl çözüldüğünü hatırlayalım, Kruşçev ve Kennedy ile bugünün dünyasını felaketin eşiğine getiren Rus Çarı ve NATO fosillerini kıyaslayalım. Kruşçev hatadan tam zamanında dönüp füzeleri Küba’dan çekmiş, bir politbüro darbesiyle iktidardan düşmeyi göze alarak dünya barışını korumuştu. Savaşın ne olduğunu bilen bir adamdı. 1943’te, Stalingrad savaşı sırasında, Kızıl Ordu komutanıydı. Ayı avında elinde tüfek Rambo gibi poz veren, durum odasında nükleer bomba düğmesiyle oynarken fotoğraf çektiren bir magazin kahramanı değildi.
Putin, “Dünya ekonomisine zarar vermeyeceğiz, biz de bu ekonominin içindeyiz,” dedi. Hepsi kapitalist sistemin içinde, aynı kaptan besleniyorlar. İnsanlığa söyleyecek sözleri, aktaracak değerleri yok. Güç mücadelesi veriyorlar. Biri kapitalist dünya sisteminin içinde tek kutup ve nihai karar verici olmak isterken, diğeri kapitalist dünya sisteminin içinde imparatorluk kurup Çar olmak istiyor. Bu yüzden dünya nükleer savaş felaketinin eşiğinde salınıyor.
Hangisinin tarafını tutacaksınız?
Dünyanın sorunları silahla çözülür diyen, aklı 1970’lerin dünyasında takılı kalmış bazı bunak solcuların bu soruyu iyi düşünmeleri gerekir.
Türkiye’deki kutuplaşma eğilimi aklımı başımdan alıyor. Liberal Batı yanlısı gevşek “Ruslar, Kars ve Ardahan’ı alacak” derken, bunak solcu Putin’i mazlum milletlerin koruyucusu olarak alkışlıyor. İstanbul’a kar yağsa, birinin başına güvercin pislese bölünüyoruz. Bu ülkenin iç cephesi nasıl sağlanacak?
Bu tip silahlı güç mücadelelerinden, karşılıklı nükleer saldırı tehditlerinden insanlık için olumlu sonuç çıkmaz. 1962 füze krizi en azından “detant” dönemini başlattı; 5 Temmuz 1963’te ABD ile SSCB arasında Moskova’da “Nükleer Silahların Kısmen Yasaklanması Antlaşması” imzalandı. Bugünün dünyasında Çar bozuntusu Putin, yolsuzluklara isyan ederek sokaklara dökülen kendi halkını kalaşnikov’la fotoğraf çektirip tehdit eden Lukaşenko’yu yanına almış nükleer bomba düğmesiyle oynuyor.
En önemlisi bir Üçüncü Dünya ideali kalmamış, ufukta tarafsız bir Bağlantısızlar Hareketi, Bandung Konferansı (1955) gibi oluşumlar yok. Çatışmanın Baltık bölgesine ve Karadeniz’e yayılarak genişlemesi hâlinde nükleer felaketi önleyebilecek uluslararası tek bir kurum, taraflarda ise izan, insaf ve tecrübe yok. Savaş bir evrede kendi mantığını dayatır ve nereye gideceği öngörülemez. Yenileceğini gören taraf nükleer silahlar dâhil bütün askerî imkân ve kabiliyetlerini kullanır.
Dünya sistemi ancak her ülke halkının verdiği sosyal refah ve eşitlik mücadelesinin yayılması, güçlenmesi ve devletleri yönetenlere kendi taleplerini dayatmasıyla değişebilir. İnsanlık ya daha yüksek bir uygarlık düzeyine ulaşacak ya da nükleer serpinti altında yok olacak ve Mad Max filmindeki vahşet düzeyine inecektir. Nükleer füzelerin başında oturan jeopolitikle kafayı bulmuş adamların iyi niyetine, basiretine güvenemeyiz. Silah teknolojisi önceki iki dünya savaşıyla kıyaslanamayacak kadar yıkıcı. İnsanlığın bütün kültürel birikimini, tarihten gelen bütün mücadele birikimini kullanarak bu savaşı durdurmak, en azından taraf olmamak gerekir.
Dünyanın her yerinde ekmek ve hürriyet mücadeleleri olacak. Ağır gelir eşitsizliğinin, NATO yayılmasının, Çar’ın tahtının sonunu getirecek olan bu mücadelelerdir. Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır!..
Şu kasvetli, tehlikeli ve kanlı pazar gününde herkese akıl-fikir, nükleer silahlardan arınmış, ekolojik sorunlarını çözmüş, nüfus artışını denetim altına almış eşitlikçi ve refah seviyesi yüksek bir dünya tasavvuru diliyorum. Veryansın, 27. 02. 2022