BÂBİL KULESİ

                                        

Yavuz Alogan

İktidar partisinin ideoloji, program ve politikada türdeş (homojen) olması, yani her bir unsurunun aynı özellikleri göstermesi, en azından özelliklerin birbiriyle çelişmemesi gerekmez mi?

         Söylem birliği de gerekir.

Yani partinin ilçe başkanından başkanlık kuruluna kadar bütün unsurlarının parti programı, strateji ve taktikleri bağlamında aynı politik söylemde birleşmesi beklenir. Mesela parti başkanı bütün dünyaya posta koyup batılı on elçiyi “persona non grata” ilan ederken, savunma bakanının bütün dünyayla “olumlu gündem” oluşturmaya çalışması acayip değil midir? Foreign Policy dergisinin Başkan’a ateş püskürürken Millî Savunma Bakanı’nı göklere çıkarması en azından ülkede faal bir Dışişleri Bakanlığı’nın olmadığını, Devlet’in diplomasiyi kullanmayıp dış politikada sadece açıktan gösteri gizliden pazarlık yaptığını göstermez mi?

         Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyelerinden biri “yanlış yaptık, tövbe edelim,” bir diğeri “dindarların gazabından korkalım” derken; suikast ve pusu eğitimi verdiğini ilan eden SADAT’ın “Mehdi gelecek, ona ortam hazırlıyoruz” demekle yetinmemesi, üstüne bir de “Silahlı Kuvvetler’le ilgili tespitlerimizin aşağı yukarı hepsi 15 Temmuz’dan sonra yürürlüğe girmiştir” diye efelenmesi çok acayip bir partiyle yönetildiğimizi göstermiyor mu?

         Davranış tutarlılığı da önemlidir.   

Mesela yirmili yaşlardaki parti unsuru lüks arabasında kokain çekerken, vakıf sahibi parti gençliğinin sabah namazında “millî manevi değerler”i yüceltmesi; ya da İstanbul dünyanın en fazla uyuşturucu tüketen ikinci kenti olarak tescil edilip Türkiye “kara para aklama ve terörizmin finansmanı” iddiasıyla gri listeye alınırken, Diyanet’in “Baldızınızla zina ederseniz hanımınız boş düşmez” diye fetva vermesi kültürel ve ahlaki bir karmaşaya işaret etmiyor mu?

         Bütün bu açılardan AKP’ye baktığımız zaman tuhaf bir manzarayla karşılaşıyoruz. Tek bir siyasî oluşumun içinde bu kadar zıt unsurun etkileşimi patlayıcı bir karışım oluşturuyor.  Görülmemiş bir fenomen. Herkes aval aval bakarken bu durumun iktidarın üçüncü çeyreğinde nasıl oluşabildiği ileride çok tartışılacak.

         Devlet’in tepesine çöreklenerek onu kendisine benzeten, bütün kurumları, parlamenter sistemi, geleneksel denge/denetleme mekanizmalarını ve ordunun komutasını ele geçiren Saray’dan aşağıya doğru üzüm salkımı gibi birbirine tutunarak var olan, ideolojik halk eğitim merkezini Diyanet’in oluşturduğu; daha altlarda SADAT gibi paramiliter örgütlerden, tarikat/cemaat örgütlerinden aile akraba vakıflarına kadar katmanlar hâlinde yayılan Bâbil kulesi gibi tuhaf bir yapıyla karşı karşıyayız.

          Parti’nin 11 milyon 725 bin faal üyesi var. İsviçre’nin ve Yunanistan’ın nüfusundan fazla.  Saray, ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 34’üne “hane desteği,” kirasını ödeyemeyen seçmenlere kira yardımı; “ihtiyaç sahibi” diye tanımlanan ya da hukukî tanımı olmayan insanlara para yardımı yaptı, yapıyor ve böylece yüzde otuzlarda olan tabanını ayakta ve bağımlı tutuyor.  Herhalde ileride şu son yirmi yılın mali muhasebesini yapacak Devlet görevlileri bu paranın nereden gelip hangi yolları izleyerek kimlere bölüştürüldüğünü ortaya çıkaracak.

         Bu sisteme, bilindiği gibi, “klientalizm” deniyor. Yani iktidar partisi müşteri gibi gördüğü kendi seçmenine para dağıtarak oy yüzdesini güvence altına alıyor. Biraz daha fazla dağıtabilse her seçimi kazanacak. Nepotizm’den (akraba kayırmacılığı) söz etmeye hiç gerek yok.

         Şimdi bu Babil kulesinin sallanmaya, temellerinin çökmeye, sıvasının dökülmeye, taşıyıcı kolonlarının çatlamaya, saadet zincirinin en zayıf halkalardan kopmaya başladığını görüyoruz.

Deprem uzmanları çökme ihtimali olan binanın altında kalmamak için bina yüksekliğinin birkaç katı uzaklığa gitmek gerektiğini söylüyorlar. Fakat bizim örneğimizde devletleşmiş bir parti, çok büyük ve yüksek bir yapı söz konusu olduğu için, enkazın bütün ülkeye yayılması kaçınılmaz görünüyor. Kule çatırdayarak başımızın evimizin üzerine çöküyor ve herkes etkileniyor.

         Kutsal kitaplarda anlatılan efsanevî Bâbil Kulesi, Tanrı’ya ulaşmak için inşa edilmişti.  Bizdeki Bâbil Kulesi’nin de aynı amaçla inşa edildiğini fakat kaçak katlar çıkıldıkça asma bahçelerin ağırlığı altında binanın çatırdadığını, videoya çekilen zinanın ve sürekli yükselen binanın haddini aştığını anlıyoruz.  

Artık Tanrı’ya değil paraya ve güce ulaşmaya çalışan parti kadrosunun ideolojik çatışmaya, stratejik açmazlara girdiğini, zevk-ü-sefa içinde kendi paylaşım savaşında boğulduğunu, yönetemediğini, neden yönetemediğini de anlayamadığını, çaresiz kalarak kuleyi ücreti mukabilinde topyekûn dışarıya satmak istediğini fakat   potansiyel müşterilerin onu bu hâliyle satın almak istemediklerini, parça parça koparmakla yetindiklerini ve nihayet kuleden arta kalanın çöküşe terk edildiğini görüyoruz.

         Yakın zamanda ortalığı yolsuzluk, rüşvet, irtikap, kara para aklama ve rezalet dosyalarının kaplayacağını, TÜGEV ve SADAT dosyalarının bu saldırının tanzim atışları olduğunu, arkasından sağanak hâlinde iddia, itiraf ve ifşa yağmurlarının geleceğini görüyoruz. Kayışı koparan cesur savcıların, Cumhuriyet’in gerçek savcılarının ortaya çıkacağını umut ediyoruz.

Saray erken seçime mecbur bırakılacak ve operasyonun en kritik aşaması başlayacak. Saray kendi enkazını geri dönüşüme tabi tutarak öncekinden beş beter bir kule mi inşa edecek, yoksa Millet partileri enkazın kalıntılarından yeni bir kule inşa edip yönetimi IMF ile ABD-AB’ye devrederek yirmi yıl boyunca aç kalmış kendi müteahhitlerini ve iş adamlarını doyurmaya mı koyulacak; bu ikili iktidar/muhalefet felaketi ülkenin kaderi mi olacak, bilemiyoruz. Ancak her halükârda “hakikat ânı”nın geldiğini hissediyoruz.

Eşzamanlı iktisadî, siyasî ve ideolojik krizlerin toplumları harmanladığını, bütün toplumsal sınıf ve katmanları hareketlendirdiğini, yurttaşlara hakikati görme fırsatı sağladığını tarihten biliyoruz.  Milletin bağrından doğacak Kurucu İrade’nin bir Kurucu Meclis toplamasıyla, yeni bir Toplum Sözleşmesi’yle bu fırsatın değerlendirilmesini, laik demokratik sosyal bir hukuk devletinin bütün unsurlarıyla inşa edilmesini diliyoruz.

“Nasıl olacak?” demeyin. Tarihte nasıl olmuşsa öyle olur ya da hiç olmaz. Kulenin yıkılışını seyredip kelleyi korumaya çalışmaktansa denemek lazım.

Sonbaharın hükmünü icra ettiği bu güzel Pazar gününde herkese zihin açıklığı ve cesaret diliyorum. Aşağıya indik, dibi bulduk. Daha aşağısı yok. Kemerlerinizi çözünüz ve koltuktan kalkınız. Önünüzde bilinmezlerle dolu heyecanlı bir yol uzanıyor. Veryansın, 24. 10. 2021