Yavuz Alogan
Asya’da neoliberal kapitalizme karşı yeni bir uygarlık savaşı yükseliyor. Bu savaşın ilk top atışları geçen Kasım ayında Hindistan’da işitildi. İki yüz elli (250) milyon emekçi, üç siyasî parti ve on sendikanın önderliğinde greve çıktı.
Hint halkının yedi talebi var: bütün ailelere ayda 100 dolar değerinde destek, ihtiyacı olan herkese ayda 10 kg parasız tahıl, Mahatma Gandhi Kırsal İstihdam Güvencesi Sözleşmesi’nin genişletilmesi, yeni çalışma yasalarının kaldırılması ve liberal tarım reformunun geri çekilmesi, kamu sektöründe özelleştirmelere son verilmesi, kamu sektörü çalışanlarını erken emekliliğe zorlayan genelgenin geri çekilmesi, önceki emeklilik sisteminin genişletilerek geri getirilmesi…
İki yüz elli milyon Hintli emekçinin neoliberal serbest piyasa vahşetine ve özelleştirmelere isyan ettiğini, sosyal devlet arayışıyla mücadeleye atıldığını anlıyoruz. Sadece 13 emekçi gözaltına alınmış. Milyonlarca insanı gözaltında tutacak bir nezarethane olmadığı için herhalde!
Ülkemizin merkez medyasında gündem incir çekirdeğini doldurmayan siyasî parti atışmaları, partilerarası ve partiler içi entrika ve komplo muhabbetleriyle biçimlendiği için, bu büyük olay kendine bir yer bulamadı. Amerikan polisinin diziyle boğarak öldürdüğü siyahî George Floyd’un adını bütün dünya öğrendi fakat bu ay içinde Hint polisinin sopayla kovaladığı yaşlı Sih’in adını bilen yok.
Oysa bu sopayla kovalama görüntüsü Hint sosyal medyasında hızla yayılarak 7 Aralık günü başlayan yeni bir isyanı tetikledi, yüz binlerce çiftçi Delhi’ye giden yolları tutarak barikatlar kurdu.
Elbette bu yeni isyan dalgasının arkasında tarım yasası var. “Reform” diye tanıtılan bu yasa, “Hintli çiftçileri on yıllardır serbest piyasadan koruyan, tarım ürünlerinin satışı, fiyatlandırılması ve depolanmasıyla ilgili kuralları gevşetiyor.” Yasanın getirdiği “en büyük değişikliklerden biri, çiftçinin kendi ürününü, özel piyasa oyuncularına -tarım şirketleri, süpermarket zincirleri ve internet mağazaları- piyasa fiyatlarıyla doğrudan satmasına izin verilmesi. Hintli çiftçilerin çoğu şimdiki durumda kendi ürünlerinin büyük bir bölümünü devlet denetimindeki toptancı pazarına, yani mandi’lere, önceden ilan edilen taban fiyatlarından satmaktadır” (BBC News, 23.09.20).
Bütün bunlar size çok tanıdık gelmedi mi?
Neoliberalizmin krizi pandemi olayıyla birleşerek dünyanın Doğu’sunda ve Batı’sında yerli ve yabancı sermayeye pezevenklik eden özelleştirmeci, serbest piyasacı hükümetleri sarsmaya, en azından onları devlet ağırlıklı, kamucu iktisat politikaları uygulamaya zorluyor. Dünya halkları sosyal devlet, adil bölüşüm, toplumsal kalkınma, parasız bilimsel eğitim ve sağlık hizmeti istiyorlar.
Demek ki yeni bir dünya kuruluyor.
Kovid-19’la birlikte kapitalizm de mutasyon geçiriyor. İngiltere, Fransa ve Almanya’da devlet halka para dağıtıyor. Hani nerede serbest piyasa! Boris Johnson ve Angela Merkel ağlamaklı açıklamalar yaptılar, devleti serbest piyasanın üzerine çıkararak halka güvence verdiler. Sağdan ve soldan yeni ve radikal kitle hareketlerinin yükseleceğini görüyor, halkla empati kurmaya çalışıyorlar. Fakat gösterilerin sonu gelmiyor. Londra’da, Berlin’de, Paris ve Varşova’da, şu ana kadar dünyanın 35 ülkesinde halk, virüsün şahsında sistemi sorgulayarak gösteri yaptı. Sosyal yardımların artırılmasını, kiraların düşürülmesini, kapanma olacaksa bunun emekçiler dâhil herkesi kapsamasını talep ediyorlar. Yeni ve farklı bir dünya düzeni bütün halkların neoliberalizme karşı mücadelesinden, sosyal devlet arayışından çıkacaktır.
Büyük komplo teorileri, gönüllü kölelerin şehir efsanesi olarak yaydıkları palavralardan ibarettir. Devletlere hükmeden zenginler kendi aralarında konsorsiyum gibi bir şey kurmuşlar, her türlü mücadele ve isyan potansiyelini yok ederek insanlığı köleleştirmeye hazırlanıyorlarmış; ulaşım ve iletişimi durdurarak, aşı bahanesiyle herkesin kıçına çip takarak her şeyi kontrol edeceklermiş.
Zaten kontrol ediyorlar. Çipi cep telefonu biçiminde üzerinizde taşıyorsunuz, kameralara görünmeden bakkala bile gidemiyorsunuz. Önemli olan düşmanı kendi silahıyla vurmak, iletişim ağlarını, sosyal medyayı gevezelik ya da bireysel gösteriş için değil örgütlenmek için kullanmayı becerebilmektir. Hindistan’da emekçiler bunu yapabildiler.
Neyse konuyu dağıtmayalım, kendi acıklı durumumuza gelelim. Biz maalesef bütün mücadeleleri kaybettik: Laik Cumhuriyet mücadelesini, Millî Anayasa mücadelesini, demokrasi ve haklar mücadelesini ve en önemlisi özelleştirme karşıtı mücadeleyi kaybettik. Özelleştirme karşıtı mitingler yapan Türk-İş ne oldu? Tekel işçilerinin direnişi? Tekel tesislerinin satışından elde edilen gelirle Ankara’ya iki kazık kule diktiler. “Bu ne iştir?” diye soran oldu mu?
Sizce Arzu Çerkezoğlu’na, kendisinden önceki DİSK başkanları gibi CHP milletvekilliği yakışmaz mı? Bence yakışır. Mağdur yüz ifadesiyle asgari ücret olayını pek güzel anlatıyor. Ne yapsın? Tarihsel olarak ülkemizde uslu duran sendikacıları milletvekili yaptılar, uslu durmayanları Necmettin Giritlioğlu ve Şemsi Denizer gibi vurdular. Aslında Ergün Atalay’ı da AKP milletvekili, hatta bakan olarak görmek isteriz. Bence bunu hak ediyor.
Neyse, konu sürekli dağılıyor.
Toparlamak gerekirse, AKP’yi kendi açısından çok başarılı buluyorum. Mükemmel manevralarla toplumda bağımsız hareket eden tek bir kitle örgütü bırakmadı, kalanları da kuşatma altına alarak küçülttü. Halkı tarikat ve cemaatlere teslim ederken, siyaseti de halktan tamamen kopmuş etkisiz ve yetkisiz bir parlamentonun içine tıkıştırarak boğdu, merkez medyayı ele geçirip maymuna çevirdi.
Kendi kaderini ülkemizin kaderiyle birleştiren Sayın Saray, bir yandan yetkilerini sürekli genişletiyor, öte yandan seçim yasalarıyla ve seçmen adresleriyle oynayarak nihai zaferine hazırlanıyor. Solcu gibi duran vicdanı körelmiş belleksiz Saray taşeronlarını kullanarak Kemalistleri ve Cumhuriyetçileri bölüp denetim altına alma çabaları henüz sonuç vermediyse de, bu yönde önemli bir mesafe alındığını, vatanseverlik, solculuk, tarih ve laiklik gibi konularda zaten çalışmayan kafaların iyice karıştığını kabul etmek durumundayız. Saray geçmişte de solcu gibi duran liberalleri Batı âlemine demokrat görünmek için çok başarılı biçimde kullanmıştı. Lakin liberal entel-danteller zaman içinde istismar edildiklerini anlayabilmişler, hatta “bizi mayın eşeği olarak kullandılar” diye itirafta bulunmuşlardı. Şimdiki saray yalakalarının ileride nasıl bir itirafta bulunacaklarını merak ediyorum.
Bütün düzen partileri, AKP başta olmak üzere Atlantik istikametinde depara kalktı, yüz metre engelli koşuyorlar. İpi göğüsleyen iktidarı alacak. Bu arada alternatifler tartışılıyor. İşgücü piyasamızı kölelik şartlarında yeniden düzenleyerek Çinli müteşebbisin sömürüsüne mi açalım, yoksa Çokuluslu Şirketler’e mi pazarlayalım? Neyimizi satalım da biraz para kazanalım? Kara parayı nasıl aklayalım? Uyuşturucu baronlarını, kadın tüccarlarını, organ mafyasını ekonomimize nasıl kazanalım? Jeostratejimizi eskiden olduğu gibi NATO’ya mı, yoksa Rus jeopolitiğine mi bağlayalım? S-400’leri sarımsaklasak da mı saklasak… Yeni çözüm sürecini PKK/HDP’yle mi başlatsak, yoksa 90’ların Hizbullah’ından arta kalan unsurlara dindar ve kindar bir Kürtçü parti kurdurup onunla mı iş tutsak?
Durum ilk bakışta umutsuz görünüyor. Fakat şunu unutmayalım ki dindarı, ülkücüsü, devrimcisi, entelektüeli, askeri ve siviliyle bütün halkımızda tarihsel olarak bir “tepki gecikmesi” vardır. Tepki geciktikçe şiddet potansiyeli artar. Ayrıca henüz çok erken bir aşamada bulunuyoruz. On sekiz yirmi yıl tarih/zaman içinde çok kısa bir süre. AKP, Yankee emperyalizminin çılgın projesiydi. Proje iflas etti, çılgınlık ise Saray’ın üzerinde kaldı ve artık sürdürülebilir olmadığını görüyoruz.
Fakat insan üzülüyor doğal olarak, çünkü bizim her şeyimiz vardı. Hâlâ var. Verimli topraklarımız, mavi vatanımız, sanayi altyapımız, planlama geleneğimiz, teknik kadrolarımız, bilim adamlarımız, askerî strateji uzmanlarımız, “monşer” kategorisine giren geleneksel diplomatlarımız, batı kültür kuşağı içinde yetişmiş, laiklik ilkesini anlamış ve benimsemiş kentli nüfusumuz… Bu tarz bir deli gömleğine mecbur değildik. Toplumun güvenini kazanmış insanların ekonomi, jeopolitik ve devlet yönetimi (anayasal rejim) konularında ortak deklarasyonlarla halka yol göstermeleri gerekir. Ülkemiz, tarihi boyunca her çöküşten yeni bir Kurucu İrade’yle çıkmıştır. Öncelikli ve tehlikeli olan, acil çözümlenmesi gereken, deneme-yanılma yöntemiyle yönetilen Devlet’in derin krizidir.
Neyse… Siz benim yazdıklarıma bakmayın. “Arkadaşın kafası karışık” der, geçer gidersiniz. Hep yukarıya, canbaza bakın, bakın nasıl oynuyor!
Fakat sakın unutmayın, yeni bir dünya kuruluyor. Güvencesiz çalışan, geçen yüzyılın sonunda kaybettiği bütün hakları geri isteyen, birileri sürekli zenginleşirken sürekli yoksullaşan, kendisinin ve ailesinin geleceğini artık göremeyen, orta sınıfları ve geleneksel işçi sınıfını da kapsayan milyonlarca prekarya bütün dünyada hareket hâlinde! Dünya liderleri denilen çapsızların yüzlerinden düşen bin parçaysa, sebebi budur. Veryansın, 25. 12. 2020