BOŞA GEÇMİŞ ZAMANLARIN BEDELİ

Yavuz Alogan

“1914 yazı yaklaşırken, etrafta ne olup bittiğine bakan Osmanlılar, herhalde derin yeis ve endişelere kapılmış olmalıdır. Artık aleniyette cereyan etmeye başlamış o berbat fakat çok da gerçek paylaşım planlarının yol açtığı endişe ve korku, bir buhurdanlıktan yayılıp etrafı kaplayan rayiha gibi İstanbul’un eski semtlerinde bütün kapı aralarından içeri sızmakta, Osmanlılara beka sorunlarının yeni bir evreye ulaştığını söylemektedir. Adeta uzun yıllardan beri açmazlara saplanıp kalmış Osmanlı İmparatorluğu’nun nesillerden nesillere devrettiği tüm zafiyetlerin bir bileşeni karşılarına dikilmiş, boşa geçmiş tüm zamanların bedelini istemektedir.”

         “Boşa geçmiş zamanların bedeli!” Bedeli ödeme vaktinin geldiğini hissedenlerin derin kaygıları… Şimdi de, belki nesillerden devralınmış olmayan, fakat son yirmi yıl içinde biriken  zafiyetlerin tamamı karşımıza dikilmiş, bizden boşa geçmiş zamanların bedelini istemektedir.

Ekonomi çöküşün eşiğinde, dış politikada karar vakti geldi, içeride müstevlinin desteklediği geniş bir liberal cephe içi her şeyle doldurulabilecek soyut bir “demokrasi” talebiyle oluştu, güneydoğu sınırlarımızda PKK ve El-Kaide türünden örgütler iki ayrı koldan saldırı hazırlığı içinde, Doğu Akdeniz’de ve Ege’de  savaş ihtimali belirdi, ABD Hürmüz Boğazı’na asker gönderme kararı aldı.

Balkan Savaşları’ndan sonra  düveli muazzama bizi Asya’ya doğru sürerek dağıtmak istedi, fakat biz Anadolu’da tutunmayı başardık. Şimdi aynı müstevli, Kıbrıs’tan çekilmiş, Doğu Akdeniz’den uzak tutularak Antalya Körfezine sıkıştırılmış, yüzü Karadeniz’e dönük, güneydoğu sınırları tartışmalı,  batının üç kuruşluk sıcak parasına muhtaç, halkı cahil bırakılmış, karanlıklara terk edilmiş “hasta” bir ülke  olarak  bizi yeniden tasarlamaya çalışıyor. Cumhuriyet donanması tehdide karşı üç denizde bayrak gösterirken ve güneyden şehit haberleri gelirken, iki günde bir FETÖcü askerler, imamlarıyla birlikte gözaltına alınıyor. Bazı arkadaşlar yine kızacaklar ama ülke maalesef 1912 yılında, Balkan Harbi’nin başlangıcında denildiği gibi, “hufre-i inkıraz ve pençe-i izmihlâldir” (uçurumun kıyısında ve yıkımın pençesinde).

Fakat hiçbir evin kapı aralığından endişe ve korku bir buhurdanlıktan yayılarak etrafı kaplayan bir rayiha gibi içeriye sızmıyor. Ülkenin cumhurbaşkanı  Beylikdüzü eski belediye başkanıyla İstanbul belediye başkanlığı için kapışmaya hazırlanıyor ve geniş bir kesim bir spor müsabakası izleme heyecanıyla her şeyin çok güzel olacağına inanıyor. Kimsede derin bir kaygı yok. Yurttaşlar, I. Dünya Savaşı öncesindeki ataları kadar bile etrafta olup bitenlere bakmıyorlar, baksalar da aldırmıyorlar.  Güneyden ve Doğu Akdeniz’den gelen emperyalist saldırıya karşı yüz binlerin katıldığı mitingler şehirlerin meydanlarını bağımsızlık talepleriyle çınlatmıyor. Boşa geçen zamanın bedelini merak eden yok.

                                           ***

Girişteki paragraf,  değerli diplomat Altay Cengizer’in Adil Hafızanın Işığında Osmanlı’nın Son Savaşı (Ötüken 2017, s. 303) adlı kitabından alıntı. Kitap, İttihatçıların Osmanlı’nın çürümüş mirasının yarattığı zafiyetin içinden Devlet-i Aliyye’yi ayağa kaldırma çabalarını,   dört yıl boyunca inanılmaz yokluklar içinde on ayrı cephede nasıl savaştıklarını, böylece Mustafa Kemal hareketinin yolunu nasıl açtıklarını, Osmanlı’nın çevresinde dönen bütün diplomasi oyunlarını,  akışı bozmayacak şekilde ana metinle bütünleştirilmiş belgelerle anlatıyor; Balkan Savaşları,  İttihat ve Terakki Fırkası’nın politikaları ve I. Dünya Savaşı’na dair bugünün siyasî İslamcı Abdülhamit hayranlarının bütün iddialarını dolaylı olarak yerle bir edip tarihin çöplüğüne havale ediyor.  “Liberal emperyalizm” terimini kullanan Cengizer, kitap boyunca, emperyalist ülkelerin  paylaşım savaşları sırasında izledikleri diplomasi ve siyaset tarzını bütün ayrıntılarıyla teşhir ediyor.

Dünya ahvalinin I. Paylaşım Savaşı öncesini andırdığı bugünün şartlarını daha iyi anlamak için mutlaka herkesin, sosyal medyada laf yetiştirmeye bir süre ara vererek okuması gereken bir kitap.   Öztürkçe saplantısı olmayan üslup sahibi bir tarihçiyi okumak,  aynı zamanda insana edebî bir haz veriyor. Ayrıca kitabın içinde saklı, bugüne gönderme yapan, “… bir tek Türkler kendilerine sövdükleri zaman önlerinin açılmış olduğunu zannederler” (s. 358) gibi muhteşem cümleler var.

Geçmişi bulanık gören, değil geleceği, önünü bile göremez.  Ecdadımızı, yani Jön Türkleri, İttihatçıları ve onların devamı olan Mustafa Kemal’i tarihî derinlik içinde, “adil hafızanın ışığında” doğru anlamak bugün her zamankinden  daha önemli. Aydınlık, 19. 05. 2019